Şiir; tarihten, inanç değerlerinden, ana dilin zengin çağrışımlı kelime ve kavramlarından uzak metinlere dönüştü. Bu tür ilgi, kişileri ve kişilikleri de etkilediği için ortaya çağdaş hezeyanları inanç olarak benimsemiş, şuuraltının kirli birikimlerini şiir diye ortaya koyan, böylece psikologların ilgi alanına girebilecek şairler yetişti.

Geleneğin, kendi inanç ve medeniyet dünyamızın şiir mirasının sesini ve manasını taşımayan şiirlere toplumun ilgi göstermesi elbette beklenemezdi. Nitekim öyle oldu. Ortaya şiir diye konulan metinler, küçük bir azınlığın dışında ilgi görmedi. Halk, şair olarak yine Yunus Emre'yi bildi, Karacaoğlan'ı bildi. Dil engelinden dolayı yeterince yaklaşamasa da Fuzuli'nin, Baki'nin, Şeyh Galib'in önemli şairler olduğunu gördü. Tanzimat sonrasında ise, Muallim Naci'den, Mehmet Akif'ten, Necip Fazıl'dan, Yahya Kemal'den, Sezai Karakoç'tan, Arif Nihat Asya'dan başka halk nezdinde şair katına kimler yükselebildi? Bunlar ve bunlara ekleyeceğimiz sayılı bazı başka isimlerin dışında şiir, insanla buluşamadı. Şiirle insanın arası açıldı.
Tek suçlu şairler değil elbet. İşin asıl sorumlusu onlar oldukları için eleştiri oklarımızı öncelikle onlara çeviriyoruz. Şairler, şiir adına olması gereken ürünleri ortaya çıkarmayınca bu durum, toplumu kutlu değerler yerine değersizliklerle biçimlendirmek isteyenlere gün doğdurdu. Hele ortada televizyon gibi bir araç da olunca gerçek şiiri hayattan kovmak, insandan uzaklaştırmak çok kolaylaştı. Piyasaya gerçek şiir ihtiyacını unutturmak için bir tür arabesk şairler ve şiir okuyucuları sunuldu. Neredeyse, şarkıcı, manken, köşe yazarı, program yapımcısı olarak kim varsa şair(!) sıfatıyla arzı endam etti. Yani ortalığı sel aldı. Önüne neyi kattıysa alıp götürdü. Şimdi durup, Tanzimat'tan beri yaptığımız gibi şiir ölüyor mu? Şairler neredeler? Şiir kitapları neden satmıyor? gibi bir anlamda abes sayılabilecek sorular etrafında tartışmanın ve sürekli birilerini suçlamanın manası yok.

Bütün güzel sanatlar gibi has şiirin de ortaya çıkması bir iklim meselesidir. Hususi şartlar gerektirir. Milletlerin hayatında Tanpınar'ın ifadesiyle “kısır devirler”, “velud devirler” kadar çoktur. Kısır bir devri yaşadığımız muhakkak… Öyleyse bu kısırdöngüden kurtulmak, ortaya yeni Yunusların, Şeyh Galiplerin, Yahya Kemallerin, Mehmet Akiflerin, Necip Fazılların çıkmasını sağlamak için öncelikle bir iklim oluşturmak zorundayız. Böyle bir oluşumun öncesinde ise iş, yine şiiri hayattan kovan, gazetelere, televizyonlara yahut devlete düşmemekte yine şairlere ve biz şiirseverlere düşmektedir. Bizler, işin en başında hangi dünya görüşüne, hangi inanç, kültür ve medeniyet değerlerine bağlı olduğumuzun bir muhasebesini ardında da bu mensubiyetin gerektirdiği her şeyi yaparak şiir adına “velud bir devir” başlatabiliriz. Yeter ki, bu işin sorumluluğuna, bilgisine, bilincine sahip; gerekli olan çalışmaya, emeğe, sabra talip olalım.

Elleri Göğsünde Olmasa Üşümüş Çocukların
 
aynaları ressamlar iyi bilir, çizince kendi yüzünü
denizin kokusunu martıların teleklerinden alır rüzgâr
çocuklar bıraksa en çok kelebekler öpecek onları
 
bırakın hükümsüz kalsın kalbim çocuklar benim ya
çiçeklerden bir dünya kurmuş annem yazmasına
ve hep kırmızısına silmiş gözlerini dua ettikten sonra
 
susunca sesi kar oluyor bırakın gelsin
serçe kuşlarından bir sevinci gözlerine almış
yağmasa da olur elinde aşkın kadehi var ya
 
uslanmaz deme gülüşü dudağında çatlamış
akşamı ondan çekip örter saçlarına, aldırmadan aya
bu zehir hançerini de öldürür üzülme leyla
 
dokunsam çığlığı yedi kat göğe yükselecek şimdi
ah elleri göğsünde olmasa üşümüş çocukların
bir de uzun kirpikleri annelerini görünce ıslanan… Selami Şimşek
 
Beni Sakla

 
Beni sakla desem kalbin ki sırlar bahçesidir
Yitirsem kendimi böyle bensiz bir an
Görünmesem nolur. Encamım bir yaprak
Kadar bile değilken, geçip gidiyorsun
Yanımda dursan bir kıyamet ışıltısı doğacak
Bakışlarını alıp götürecek benden
Ben kimim Allaha aşkına
Seni bir ben kılıyorum kendime.
 
Hafız olsaydım iyi gelirdi bana
Uzun bir ayet okur gibi peşin sıra
Dolanıp dururdum inan hafız olsaydım.
Değilim ki yazık oldu bana
Bir başıma çıkayım diyorum
Zaten insan bir başınadır hep
Yahya olaydım başımı kestirip
İsa gelince bir sevinçle.
 
Beni sakla için daralsın biraz ne çıkar
Ne çıkar Muhammed Aleyhi selam gelmiş
Çiçeğin açmış bakışın değişmiş yüzün sanki ay
Ay bana çalındı bir kere öylece kaldım
Bakışını alayım dedim kendime
Muhammed aşkına
İsa çarmıh görmedi
Ben gördüm
Yüzünü kaçırdığında
Saklandım içinde gözlerinin
Gözlerin derya mıdır?
Kimse görmedi… Nurettin Durman
 
Kışsızlık Hali
 
kar yok bu gece
inmedi lapa lapa
başka kışa kaldı melekler
kedi kaynıyor parklar
mırıl mırıl her köşede
kardan kedicikler gibi
soğuk hissiz miyavsız
yaşlı adam balkonundan
her sabah göğe bakıyor
gözleri kısık dua eder gibi
dudakları kımıl kımıl
tarlayı avuçluyor bir adam
avucunda toprak göğe bakıyor
bulut sessiz adam sessiz
çocuklar camlarda kaldı
kömür gözlü bir adam için
sıcacık bir kartopu için
kışsızlık halidir bu
ne kar değer yüzümüze
ne kar meleği konar avucumuza
ne de çocuklar yuvarlanır
kardan bahçelerde
kar başka kışa uçtu
kış kıyamete kaldı
kışsızlıktır mevsim… Erol Erdoğan

Sükût...
 
şeyhim,
sustum dedim
göğüme kara bir çul aktı.
Karlandım.
gözüm kara
kirpiklerim kırıldı.
sustum dedim
elim değdi, çaydanlığım devrildi.
yandı suyum, demlendim.
uçuşunca buhar buhar
göğüm sevindi.
sustum dedim
silindi kimliğim, memleketim, tarihim.
talihim ayna gibi,
yansıdı suratımdan
annem, babam, sevdiğim.
sustum dedim
susma dedi
parmakları kısa ozan.
susmalı mı, susmamalı mı?
şeyhim sana soramadım:
ben miyim ki oyun bozan?
sustum dedim
kar etmedi sözler özüme.
şeyhim sana ermedim,
elim sana koşmadı.
ah ben,
kasırganın oğlu iken
düştüm önüne.
çiğne!
şeyhim,
hadi bir çay içelim… Yavuz Ertürk
 
Değirmen
 
kırmızı bir isyândı çocukluğum
bütün sokaklarında çamurlu yarınlar
kuş tüylü duâlar olurdu başucumda
ay çıkar, her  tel saçıma
bir yıldız dökülürdü her akşam.
yıldızlar ki kaygısız
geceler ki utangaç, mahcûb
gözbebeklerimde göç başlardı
ve susardı şehrâzât çocukluğum.
 
gönlümün toprak gibi susadığı âşikâr
toprak ki Âdem'in tînidir
kırdım aklımın son kadehini
mâziye selâm, muştular geleceğe
fetret devridir yüzümüze kapanan kapılar.
düşerdi hiç solmayan baharlar kıvırcık düşlerime
susuz gözyaşı mağaraları açılır
 
ve yaşanırdı aydınlık çağda irem bağları.
kasvetli devirde bitmeyen masallar
cennet barınağı bir annenin kucağında
meltemlerle yayılır amber kokulu inşirâh.
 
işitir mi gözlerimin bestesini beyaz güvercinler
gök kapılarının kapanmadığı âşikâr
yağmurlarla boyanacak yeryüzü
çiğdemler açacak, hatmîler
buhur-u meryem, hüsn-ü yûsuf
elvân elvân çiçekler...
belki yakından belki biraz uzaktan,
mağribten, dünyânın kalbinden
işiteceğiz, göreceğiz kördüğümlerin infilâkını.
 
elleriyle göğsümüzü yıkayan güneşler diyârında
başka sabahtır; fecr-i sâdıktır nârâ ve nidâ
yere inen yağmurlar artık gök kubbenin serenâtıdır
iklim değişti, mevsim kışta bahar
kelebekler mes'ûd, kuşlar mes'ûd
köhne cihânda nûr
sevinin, ölümle tanıştı ihtiyar çınar… Zafer Şık
 
SERVET SELVİ
 

Editör: TE Bilisim