• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Hüseyin Acarlar
Hüseyin Acarlar
TÜM YAZILARI

Sıhhat- Edebiyat

06 Nisan 2020
A


Hüseyin Acarlar İletişim:

Ehli kalemde herkesler gibi hastalıktan mustarip olur. Onları diğer hastalardan farklı kılan yanı ise, yaşadıklarının eserlerine yansımasıdır. Albert Camus’ya “Veba”yı yazdıran saik budur.

Rus edebiyatının devlerinden Dostoyevski sara hastasıydı.
İngiliz edebiyatının meşhur Bronte Kardeşleri, peş peşe genç yaşta veremden öldüler…
Aynı zamanda bir tıp doktoru olan Rus Edebiyatının duayeni Anton Çehov, ünlü öyküsü “6. Koğuş” u 1892 yılında yayınladığında, yaşadığı bölgede kolera salgınından ötürü doktor olarak aktif rol oynamak zorunda kalmıştı.

Çehov, veremden mustaripti. Komşusu bir prensle beraber yürüyüş yapan Çehov, ansızın göğsünde müthiş bir ağrı hissedince ilk aklına gelen, yabancıların önünde düşüp ölmenin ne kadar yakışıksız kaçacağıdır.
Önceleri verem (ince hastalık) sonra sara hastalığı Dostoyevski ile edebi hastalık olur.

Bir oğlunu saradan kaybeden Dostoyevski’nin kendisi de hayatı boyunca saradan mustarip olur. Bu halet-i ruhiye iledir ki romanlarında sara hastası kahramanları vardır. Mesela “Budala” romanında, Prens Mışkin’in, sara nöbetlerini birer aydınlanma ve arınma nöbetleri olarak şöyle betimler: “bu ışıldayan anlar, ardından hemen nöbetin başlayacağı son saniyenin öncü belirtilerinden başka bir şey değildiler. Bu sözle anlatılamazdı elbette… Değil mi ki ben bu dakikada, yaşamın en yüksek senteziyle birlikte, bir duanın akışı içinde, o ana dek görülmemiş, beklenmedik, olağanüstü bir bütünlük, ılımlılık, yatışma, eriyip kaynaşma duygusuna kapılıyorum. Öyleyse bunun bir hastalık oluşunun ne önemi var?”

Aslında Dostoyevski kendi geçirdiği sara nöbetlerine de aynı ruhani anlamı yükler: “O an için, normal zamanda tasarlanması mümkün olmayan, hele başkalarının akıllarının kıyısından bile geçirmeyecekleri bir mutluluğu tanıyordum. Kendimde ve dünyada tam bir uyum buluyordum ve bu duygu öyle güçlü öyle tatlıydı ki insan bu hazzın birkaç saniyesini ömrünün on yılıyla, hatta belki de tüm yaşamıyla değişebilirdi.” Tabi ki sara nöbetlerinin dış görüntüsü bu denli metaforik değildir; kasılmalar, ağızdan gelen salyalar, böğürtüler, bayılıp düşerken gerçekleşen yaralanmalar, zihinsel durgunluk…
Camille Saint- Seans, “Chopin vereme yakalandığında üzerine daha bir zerafet ve incelik gelmişti” diye yazarken 18. Yüzyılla birlikte salgın halini alan verem hastalığının romantik karaktere uygun bir gönderme cümledir. Bunu “Metafor Olarak Hastalık” adlı eserinde Susan Sontag “Aristokrasinin artık bir güç sorunu olmaktan çıkıp daha ziyade bir imaj sorunu durumu” olmasıyla açıklar.

Bronte Kardeşler için verem, o kadar da romantik değildir. Daha çok aileyi yok eden bir illettir. Üç kız kardeş ilgi görmez diye Currer, Acton, Eellis Bell gibi takma erkek isimler ile yazarlar önceleri. Kabul gördükten sonra esas isimleri olan Emily, Charlotte, Anne Bronte olarak yazarlar. Annelerini, iki ablalarını ağabeylerini genç yaşlarında veremden kaybeden üç kız kardeşlerden Anne 29, Emily 30, Charlotte ise 38 yaşında veremden ölür

Modern romanın kurucusu kabul edilen Gustave Flaubert, sara hastadır ancak diğer yazarlardan farklı olarak “Madam Bovary” başta olmak üzere hiçbir eserinde hastalıktan iz bırakmaz. Bizde Ahmet Haşim’de aynı duygudadır. Hatta doktoru ketumiyetten ilaçlarını farklı eczanelerden aldığını söyler. Yine de Haşim, ünlü “ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” diye başlayan şiirinde bu durumu gizleyemez.
Sular sarardı yüzün perde perde solmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Bu bir lisân-ı hafidir ki ruha dolmakta
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta
Peyami Safa, Ahmet Haşim’den farklı olarak, romanlarında hastalıklar, hastane ve ilaçlar konusunda detaylı bilgiler verir. Meşhur romanı “Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’ndaki çocuk, aslında Peyami Safa’dır.
Thomas Mann'ın, Büyülü Dağ romanı bir sanatoryumda geçer. Hastalığın adı veremdir. Daha çok dönemin sosyolojik psikolojik gözlemi gibidir.

Solzhenitsyn “Kanser Koğuşu” eserinde eski Sovyetler Birliği'ndeki hayatın tasvirleri önemli yer tutar. 2. Dünya savaşı ve Nazi işgalini anlatan A. Camus’un “Veba” romanı, aynı zamanda yazarın hastalık hakkındaki düşüncelerini yansıtır.

Kafka'nın “Metamorfoz (dönüşüm) öyküsü, aynı zamanda dönemin salgın hastalık dönemi bir üründür.

J. Dominipue Baauby’nin “Dalgıç Hücresi ve Kelebek” adlı eserinde ise nöroloji/ beyin ana temadır.

Divan şiirimizde de sıhhat ve hastalık es geçilmez.
Divan şiirinin konularından biri, eskilerin tabâbet dedikleri, tıp ilmi, hekimlik ve sağlıktır. Sağlık ve sağlığa ilişkin durumlar, hekim olsun olmasın nerdeyse bütün şairleri beyitlerinde mutlak yer alır.

Şair, mazmûnların yanında hasta ve hastanın yakınlarında gözlemlediği psiko-sosyal durumları, hastane ortamı, hekim, hekimin hastasına yaklaşımı, yetişkin hekim (hekim-i hâzık) ve mütetabip, hastalık çeşitleri, kullanılan ilaçlar ve tedavi yöntemleri -manevi tedavi yöntemleri de dahil- gibi konuları şiirde kullanmıştır. Böylece hasta ve hastalıkla ilgili unsurlar etrafında bir halk muhayyilesinin oluşumu da sağlanmıştır.
Dîvan şairlerimiz; kışın soğuk havaların nezleye sebep olduğu, rüzgârda veya cereyanda kalmanın insanı hasta ettiği, çok yürümekle ayakta çıbanların çıktığı, çok konuşmanın karşılıklı baş ağrısına neden olduğu, güneşte kalmanın insanı hasta edeceği, geceleri mehtaba karşı yatmanın hastalığa sebep olacağı, nazarla uçuk oluştuğu gibi tespitlerini aruzla anlatır. Bazı zamanlar şair kendi hastalığını da şiirde tabibe seslenerek dile getirir.

Ey güneş yüzlü gönül hastalanur kûyunda
Ki başı hoşdur anun sâye-i dîvârun ile
Fuzuli, hekim olmamasına rağmen, gerek Türkçe Divanındaki sıhhatle ilgili mazmunları kullanmasındaki mahareti ve gerekse Farsça kaleme aldığı “Sıhhat- u Maraz” isimli mesnevisinde geleneksel tıbba dair yaptığı değerlendirmeleriyle dikkati çeker.
Nesirden çok şiirin ön planda olduğu edebi geleneğimizde, tıp kitapları yazılırken de nesirden çok şiir kullanılmıştır. Örnekleri yazının sınırlarını aşar. Oldukça şöhretli bir dize şu ifade, koruyucu hekimlik tavsiyesidir.

Ayağını sıcak tut başını serin
Kendine bir iş bul düşünme derin
Irvin D. Yalom’un “Nietzsche Ağladığında” eserinde Sigmund Freud atıfla söylediği “ümit çok önemli ve bunu bizden başka kim verebilir? Bence doktor olmanın en zor yanı bu” cümlesine bir şerh düşürerek noktalayalım. Ne kadar bilgili ve usta olursa olsun kendisinden yardım bekleyen insanların duygu ve düşüncelerini, acısını anladığını, hastalığını açıklayıp yardım etmek istediğini bir hekim ancak edebi bir üsluptan yararlanarak yapabilir. Vesselam…

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

sema emine aydınelli

Ahmet Haşim in Merdiven şiirinde, "sular sarardı,yüzün perde perde solmakta"dizesi, hastalığı değil , akşamın olmasıyla , yüzlerin de perde perde silikleştiğini anlatmaktadır..

sema emine aydınelli

Ahmet Haşim in Merdiven şiirinde, "sular sarardı,yüzün perde perde solmakta"dizesi, hastalığı değil , akşamın olmasıyla , yüzlerin de perde perde silikleştiğini anlatmaktadır..
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23