12 Nisan 2015

Sevdiğimiz romanları ‘sırlarıyla’ anlatan bir kılavuz ve Selim İleri

‘Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu’ ile Türk edebiyatının gizli dehlizlerinde dolaşacağımı biliyordum

Selim İleri’ye ‘Türk Edebiyatının yaşayan hafızası’ denmesinin sebebini eserlerini tanıyan, edebiyat değerlendirmelerini takip edenler bilir. Bilmeyenler de benim uzun süredir heyecanla beklediğim bu ‘kılavuzu’ okuyunca öğrenecek umarım. 1874-1980 arasını ele aldığı denemelerinden yakın döneme kadar yayınlanmış binlerce roman sayfası arasından seçtiği 229 romanı, bilinmeyen, önemsenmeyen, gözden kaçmış yönleriyle aktarıyor.

Edebiyat insana sunduğu pek çok ‘hediyenin’ ötesinde kişisel ve toplumsal hafızamızı canlı tutmak için de önemli bir araçtır ve ne yazık ki yaşadığımız coğrafyada bunu hakkıyla, içtenlikle, gönül borcuyla yapan pek az bulunur.

Edebiyat tarihçilerinin, eleştirmenlerin, yazarların genel roman tanımları dışında her okurun kendisi için keşfettiği farklı bir roman anlayışı var. Ben romancının dünyasına sokulup onun hikâyeleriyle, diliyle, üslubuyla kurduğu dünyayı bir kaplumbağa misali taşımak, onunla birlikte usulca sürüklenmek isterim. Roman karakterlerinde bulduğum ya da arayıp bulamadığım ‘benim’ bir parçamdır. Bunu bilirim. Onların değişen ruh halleriyle birlikte ben de değişirim. Üzülürüm, sevinirim, öfkelenirim, korkarım, bazen onlar gibi hayatın dışına savrulur kendi gerçeklik algımı yeniden inşa ederim. Hayatın tanıdık sıradanlığından, gündelik uğultusundan uzaklaşmak beni başka biri yapar. Yazarın ‘düş ülkesinde’ dolaşmak, oranın toplumsal, sosyal dokusunu kavramak, insanlarını farklı yönleriyle hissetmek ruhumu besler. Romanın yapısının açık ya da kapalı olması fark etmez. Önemli olan yazarın atmosferine nüfuz edebilmemdir. Eğer böyle hissedemezsem sıkılır, ‘romana’ biraz yabancılaşırım. Herman Hesse, “Bir roman dünya tarihinin en görkemli malzemesini ele alarak değersiz olabilir, öte yandan dünyanın en önemsiz şeyini ele alır ve bunu büyük bir edebiyat eserine dönüştürebilir” der. Ben yazarın ayrıntılardaki ilişkilerin inceliğini gösterebilen, hayatın derinliklerini görebilen romanlarla daha sağlam, kalıcı ilişkiler kurabiliyorum sanırım.

İnsan cevap alamadığı soruların, içinde boğuştu çelişkiler yumağının, sürekli etrafında döndüğü takıntılarının, çözümsüz meselelerinin çaresini, hakikatin sırrını edebiyatta da arar. Tam olarak sağaltıcı bir işlevi yoktur belki ama bazen kendisine dair yeni keşiflerle iyileştirir, maneviyatını güçlendirir. Üstelik her okunuşta yeni bir maceraya atılır okur. Romanı edebi bir tür olarak güçlü kılan özelliklerden biri de budur bence. Aynı romanı her okuyuşunda algısının değiştiğine şaşıran okur, onunla birlikte çıktığı uzun yolculukta, hiçbir zaman tam olarak kavrayamayacağı ‘romanın ve hayatın’ eksik kalmaya mahkûm olmasına şaşırır ve muhtemelen bu yüzden onu daha çok sever. Olgunlaşma, hataları, tutarsızlıkları, zaafları telafi etme çabasıysa eğer, bunu hiçbir zaman bir ‘bütünlüğe’ ulaşamayacak olan hayatımızda değil, genellikle belli bir olgunluğa erişmiş romanlarda, iz bırakan hikâyelerde ararız.

 

‘Akşamlar bir roman gibi biterdi’

Ona ‘Türk Edebiyatının yaşayan hafızası’ denmesinin sebebini eserlerini tanıyan, edebiyat değerlendirmelerini takip edenler bilir. Bilmeyenler de benim uzun süredir heyecanla beklediğim bu ‘kılavuzu’ okuyunca öğrenecek umarım.

 ‘Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu’nu elime aldığımda  ‘romanların karasevdalısı’ olan Selim İleri’yle birlikte Türk edebiyatının loş bahçelerinde, gizli dehlizlerinde, leylak kokulu sokaklarında dolaşacağımı biliyordum. Yazar, 1874-1980 arasını ele aldığı denemelerinden yakın döneme kadar yayınlanmış binlerce roman sayfası arasından seçtiği 229 romanı bilinmeyen, önemsenmeyen, gözden kaçmış yönleriyle aktarıyor. Bu önemli seçkinin muradı bu kadarla sınırlı değil. Türk edebiyatının farklı yönleriyle değerlendirdiği romanları, aynı zamanda kendisi de edebiyatçı olan has bir yazarın kaleminden okuma fırsatı bulacak okur. Kitabı benzerlerinden ayıran özelliği, roman sanatı hakkında bilgi vermesinin ötesinde eleştirmenlerin yazarlara, yazarların yazarlara dair görüşlerini olduğu gibi hatıralarıyla aktarması. Bu kılavuzu kıymetli kılan da az bulunur türden kalıcı bir çalışma olmasının ötesinde çok katmanlı yapısı.

Kitabın girişinde Attila İlhan’ın ‘akşamlar bir roman gibi biterdi’ mısraını gördüğümde tuhaf bir akrabalık hissiyle ürperdim. Sevdiğim bir şairin dizesi ‘romana’ dair geçmişte kalan suskun duygularımı uyandırıverdi ansızın, “felaketim olurdu, ağlardım” diye mırıldandım.  Sonra listeye baktım uzun uzun. Okuyup sevdiğim, ilk okuduğumda anlayamadığım, yıllar sonra eski bir sevgiliye kavuşur gibi koştuğum, küskünlüğe son vermek istediğin bir dost misali kucakladığım, henüz tanışmadığım için heyecan duyduğum romancıların dünyasında oyalandım biraz.

Abdülhak Şinasi Hisar, Sabahattin Ali, Peyami Safa, Yakup Kadri, Ahmet Hamdi Tanpınar, Refik Halit Karay, Orhan Kemal gibi romancıların iyi bildiğimi sandığım romanlarıyla ilgili bilmediklerimi fark ettim. Ve belki de bilerek bazı yazarları ihmal ettiğimi.

Kitapların yayımlanış tarihlerine göre ilerleyen kitabın ilk yazarı Ahmet Mithat Efendi’nin (1874) kendi matbaasını kurarak, gazetecilik çalışmalarına tek başına atıldığını, ‘Kırk Ambar’ı özel dağıtıcılarıyla bakkallara, nalburlara, eczanelere, iskelelere verdirdiğini öğrendim. Akşama doğru her gelen topladığı parayı Ahmet Mithat’ın önündeki kaseye bırakırmış. İleri, onun romancılığını anlatırken Batı’dan öğrendiklerini bize nasıl aktarmak istediğinden bahsediyor. Ahmet Mithat,  Monte Kristo’ya gönül borcunu öderken, İleri de ona olan gönül borcunu ödüyor. Böylece daha ilk yazıda yazının nasıl köpürerek çoğaldığını gösteriyor okura.

Sonra Halide Edip’in ‘Handan’ romanından bahsedişini dinliyorum. Evet, radyo tiyatrosu dinler gibi kulak veriyorum ona. Yakup Kadri, ‘Handan’ için otobiyografya deyince Halide Edip ve yakın çevresi ona kötü davranmış zira yazar tıpkı Handan gibi ilk evlilik hayatında bedbaht olmuş, aynı ruh krizlerini geçirmiş ve bağlı olduğu kocasından ayrılmak zorunda kalmış. 1912 yılında oluyor bunlar haliyle yankısı da büyük olmuş. Bu anektodu aktardıktan sonra bir zamanlar küçümsediği bu roman için şöyle diyor: “Nelerin, kimlerin etkisi altında bu gülünç, şimdi pişmanlık verici yazıyı yazmıştım, artık anmak bile istemiyorum”. İleri bu kitapla ilgili Burcu Aktaş’a verdiği röportajda, Yusuf Atılgan’ın ‘Anayurt Oteli’yle ilgili eski eleştirisini şöyle tarif etmiş: “Çok kötü bir eleştiridir o. Eleştiri değil, bir tür kıskançlık hezeyanıdır”. Sonrasında nedenlerini açıklıyor.  Bu türden itiraflara da bizim edebiyat çevresinde pek rastlanmaz malum. Dolayısıyla yazarların birbirleri hakkındaki medcezirleri düşünceleri samimi itiraflarla okumak pek mümkün olmuyor. Bu kitabı okurken bir de böyle düşünün isterseniz.

Bu seçkiyi zenginleştiren önemli unsurlardan birisi de sadece yazarının bakış açısına, hikâyelerine bağlı olmayışı. Birbirleri hakkında düşünen, yazan, konuşan yazarların ilginç tespitlerini, başka eleştirmenlerin gözden kaçırdıklarını veya unutulmuş önemli bir tespiti edebiyatın geniş bahçesinde buluşturması yazarların ömrünü de uzatıyor. Recaizade Mahmut Ekrem’in ‘Araba Sevdası’na dair Tanpınar’ın saptamasının önemsenmemiş olduğuna dikkat çekiyor mesela: “Bizce – eğer verdiği tarih doğruysa – bu romanında izahı biraz güç olan tek mesele kitabın romanın bünyesine uygun olan ilk Türk eseri olmasıdır”.  Bu yazıda olduğu gibi aynı romanı farklı zamanlarda okumanın uyandırdığı zihin ürpermelerinden de bahsediyor yazar. Böylece okurun zaman içinde sıçradığı bilinç uyanışlarıyla buluşmayı da vaat ediyor bir bakıma.

 

Bencilliğimizin gölgesinde saklı kalan yazarlar  

Selim İleri’nin vaktiyle hakkını yediğini düşündüğü, yeterince önemsenmediğine inandığı yazarları, bilinen yazarların az bilinen hikâyelerini anlatma çabası, emeği kuşkusuz sonraki kuşaklara da yol gösterecek. Yazarların geçim derdi yüzünden mahlasla makaleler, öyküler, romanlar yazmaları sıradan bilgidir ama onları yaşadıkları dönemin koşullarıyla içselleştirerek anlarsınız edebiyatın bugün geldiği yeri de daha iyi kavrarsınız. Kemal Tahir’in vaktiyle çok tartışılan ‘Devlet Ana’yı neden savunmak zorunda kaldığını, düşmanlıklara tepkisini öğrendiğinizde bugün edebiyat dünyasına taşınan ideolojik kavgaların sığlığını daha iyi görebilirsiniz. Ya da Bilge Karasu’nun o zamanki yayıncısının ‘Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı’ isimli dosyasını okuduğunda ‘metni karmaşık ve Türk okuruna uygun bulmadığı’ tespitine müstehzi bir tebessümle baka kalabilirsiniz.  Ahmet Mithat Efendi’nin başlangıçta ufak tefek, çelimsiz on sekiz yaşındaki Hüseyin Rahmi Gürpınar’ı “Kim yazdı bu romanı, sen kimin emeğini çaldın” diye azarlamasına daha sonra romanları tefrika etmesine şaşırabilirsiniz.

Zamana direnen romanlar, eleştirel yaklaşımlar bugünkü bazı eleştirmenlerin ‘geleceği görebildiğini’ sanan keskin aldanışını da en çıplak haliyle gösteriyor aslında.  Bu açıdan geriye dönük bir okuma edebiyat tarihiyle ilgilenen okurları da cezbedecektir.

Bir de az bilinen, ismini duyduğumuz ama önceliği hep daha çok tanınanlara verdiğimiz için bencilliğimizin gölgesinde saklı kalan yazarlar var. Selim İleri edebiyat tarihçilerinin hor gördüğü, okurun bilerek ıskaladığı eserleri ve onların önemsenmemiş yanlarını da göstermiş. Bu seçkiyi yazı sanatına katkısı dışında duygusuyla bütünlüklü kılan yanı da bu.  Benim hala okumaya fırsat bulamadıklarımdan bazılarının yanlarına küçük çapraz işaretler koydum her zamanki gibi; Ölmüş Bir Kadının Evvrak-ı Metrukesi-Güzide Sabri, Yosma-Ethem İzzet Benice, Dağ Rüzgarları-Mahmut Yesari, Ülker Fırtınası-Safiye Erol, Sokaktan Gelen Kadın-Esat Mahmut Karakurt, Bir Kızın Masalı-Aka Gündüz, Varolmak-İlhan Tarus, Baharla Gelen-Erhan Bener. Ne zaman okurum, bir gün okur muyum bilemem, ama bana onları neden okumam gerektiğini merhametli bir yazarın kadirşinas bakışıyla hatırlatan İleri’ye minnet duydum doğrusu.

Bazı romanlar vardır,  kütüphanenin loş bir köşesinde, belki evin az uğranan tenha bir odasında unutulmuştur. Ya da kim bilir hangi sebeplerden kağıt kesiği gibi sızlatan hatırasıyla bir köşede durmuş okunmayı bekliyordur. Aradan yıllar geçer ve siz gidip o kitabı tekrar bulmak için önüne geçemediğiniz güçlü bir arzu duyarsınız. Bazen bu ortada hiçbir sebep yokken kendiliğinden olur, bazen hayatın içinden küçücük bir işaret size göz kırpar. (Yakup Kadri’nin yıllar ihmal ettiğim ‘Hep O Şarkı’ romanını yakıcı bir sohbet vesilesiyle hatırlayıp okumuştum mesela). Bazen de bir usta elinizden tutar ve berrak bakışıyla sizi edebiyatın bereketli, şeffaf, dikenli, çok renkli bahçesine götürür. O vakit roman sanatının inceliklerini, ömrünü sadece romancılığa değil edebiyat tarihinin iz bırakan romanlarına da adamış bir yazı adamının kıymetini gönülden hissedersiniz. Selim İleri, “Bu toplumda roman okumanın ne olduğunu bilen, okumanın arzusunu duyan çok daha fazla insan yaşıyor ama genellikle roman sanatı üzerine düşünmüyorlar’ diyor. Bu kitap fevkalade haklı bu tespiti tekrar düşünmek ve yeniden değerlendirmek için de çok iyi bir fırsat.

 


Edebiyatımızda Sevdiğim Romanlar Kılavuzu – Selim İleri / Everest Yayınları

 

Yazarın Diğer Yazıları

Demirtaş'ın kelimeleriyle kadınlar ve 'imzalı kitap direnişi'

"Kuyrukta acayip aşklar da doğmuştur değil mi?"

'Mektupların Romanı' ve Mihail Şişkin

Mihail Şişkin, kahramanları, onların bilinçlerinden mektuplarına sızanları okuyanlar 'o bağın', bir gün, bir biçimde kurulacağına inanmak istiyor

John Berger’le iyimserlik diyarında “Hoşbeş”

“Gözlerini son defa doğru kelimeyi bulmak için kapadı”