Bir hadis:
Ebû Hüreyre Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Mâlâyânîyi (kendisini doğrudan ilgilendirmeyen şeyi) terk etmesi, kişinin iyi Müslüman oluşundandır.”1
Bediüzzaman bu hadis-i şerifi bir cihette “Dördüncü Mesele”2 ile tefsir eder. İnsanın en büyük ve daimî vazifesi en küçük dairededir. En küçük ve ara sıra vazife ise en büyük ve geniş dairede bulunur. Ters orantı vardır yani.
Elbette, mesleği/vazifesi gereği geniş dairelerle sürekli ilgilenmesi gerekenler sadet hârici.
Bediüzzaman’ın yaklaşımı genel bir yaklaşımdır ve yazının başında da aktardığımız üzere “Mâlâyânîyi terk etmesi, kişinin iyi Müslüman oluşundandır.” hadîsinden mülhemdir.
Tasarrufun, israf etmemek gerektiğinin gündemde olduğu şu günlerde en büyük iktisat dersinin şu manalarda saklı olduğunu da söyleyebiliriz.
İktisadı sadece yeme-içme ile değil; emek, zaman, fikir gibi soyut değerlerle ölçen bir anlayış…
Üretime katkı sağlamanın belki de en birinci şartının “kendi vazifesiyle meşgul olup gayrısından sarf-ı nazar etmek” olduğunu hatırlatan bir duruş…
Sürekli yanlışa, menfîye, noksana nazar eden “tüketim” odaklı bir hayattan ziyade daima doğruya, müsbete, yapıcılığa kilitlenmiş, insanlığa katma değer sağlayan “üretim” odaklı bir yaklaşım…
“Karanlığa zemmedeceğine bir mum yak” noktası…
Tenkit yerine çözüm odaklı, neyin yapılmaması gerektiğinden çok, neyi yapmak gerektiğini telkin eden bir tavır…
Olumsuzla mücadelede olumluya odaklanmak insan fıtratı açısından da daha münasip bir durumdur hem. “Kâinatta/yaratılışta hayır, hüsün ve mükemmellik esastır; şer ve kubuh (çirkinlik) tebeîdir (dolayısıyladır)” der Bediüzzaman.
O halde hayra, iyiliğe, müsbete, tamire odaklanmak, bu doğrultuda değer üretip katkı sağlamak en doğrusu olacaktır.
Herkes vazifesini bilecek. Gayrısından kat’-ı nazar edecek.
“Çoğu yalancılıktan ibaret” dediği siyasetle iştigali kendisi için abes ve zararlı telâkki eden Bediüzzaman, “Ben yalnız iman üzerine mesaimi teksif etmiş bulunuyorum” diyebilmekle ancak Risale-i Nur’u telif etmişti.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında ne olup, ne bitiyor merakıyla nicelerinin camiyi, cemaati bırakıp radyo başına koştuğu zamanlarda “cihan harbinden daha büyük bir mesele”den, herkesin başına açılan “imanı kazanmak veya kaybetmek dâvâsı”ndan söz edebilmişti o.
Bırakınız dünya ve siyaset meşgalelerini, Birinci Dünya Harbi’nin en çetin anları bile onu cephede düşmanla savaştığı hengâmede Kur’ân’ın bir harfinin bir nüktesini tefsir etmekten alıkoyamamıştı.
İşte böylesine vazifesine odaklanan; duygularının şiddetlilerini sonsuz bir hayata, hafiflerini geçici bir hayata bağlayan bir Bediüzzaman elbette bize de büyük dersler veriyor.
Son söz yine ondan:
“Ey kardeşlerim, dikkat ediniz: Vazifeniz kudsiyedir, hizmetiniz ulvîdir. Herbir saatiniz, bir gün ibadet hükmüne geçebilecek bir kıymettedir. Biliniz ki elinizden kaçmasın.
Dipnotlar:
1- Tirmizî, Zühd: 11. 2- Şuâlar, On Birinci Şuâ, Dördüncü Mesele.