"Sekarat-ı Mevt"

Ahmet BELADA

[email protected]
Bilindiği üzere tarihte ve günümüzde öyle insanlar vardır ki, her sözü her hareketi örnektir. Onlardan biri de Sokrat’tır. O yazmadı, çizmedi ama konuştu. Hem de öyle konuştu ki, son nefesini verdiği ana kadar. O doğru bildiğini söylemekten ölümü pahasına da olsa vaz geçmedi.
Son nefesini vermeden önce celladına ihsanda bulunacak kadar da diyargamdır. Onun hayatını okuyup ta etkilenmeyen herhalde yoktur. Sokrat hakkında okuduğum son kitapta onun ölüm anı anlatırken cidden çok etkilendim. Sizin de etkileneceğinizi tahmin ediyorum.    
Son günleri ve hatta son anlarında ziyaretine gelenlere bakın neler söylüyor;
“…sizden dileyeceğim bir şey daha kaldı. Çocuklarınız düşkünlük gösterecek olurlarsa, ben sizinle nasıl uğraşmışsam siz de onlarla öyle uğraşınız. Yerine göre onları cezalandırınız.
Kendilerine;kendilerinde olmayan bir değeri verir,
Ehemmiyet vermeleri gereken şeye ehemmiyet vermez,
Bir hiç oldukları halde kendilerini bir şey sanırlarsa, ben sizi nasıl azarlamışsam siz de onları öyle azarlayınız.
Bunu yaparsanız bana da, oğullarıma da adalet etmiş olursunuz.
Artık ayrılmak zamanı geldi.
Yolumuza gidelim. Ben ölmeye, siz yaşamaya.
Hangisi daha iyi? Bunu tanrıdan başka kimse bilmez.”
“Hakikati bulma” konusundaki mücadelesi iktidarı halk nezdinde zora soktuğundan, mahkeme zehir içmek suretiyle ölüme mahkûm etti. İdamı ile hüküm günü arası bir ay sürdü.
Talebesi EFLATUN hasta olduğu için son günlerinde yanında olamamıştır. Son anlarını nakleden PHAİDON; o, gelen herkese faziletten, ahlaktan ve bilhassa ölüm ve ruhun ebediliğinden bahsederdi.
Son gün; “İnsan, kaderi kendisini çağırdığı zaman ahret yolunu tutmak üzere böyle hazır bekler. Elbet sizde, hepiniz, zamanını bilmem ama er veya geç, bu yolun yolcusu olacaksınız.
Bir vasiyeti olup olmadığını sordular; daha önceki söylediğim hususlardır.
Yakın dostu ve talebesi (Eflatun) KRİTON cenazeyi nasıl kaldıralım diye sorduğunda; ‘nasıl isterseniz’
*Öldüğümde, bahtiyar insanların sonsuz saadetlerine kavuşacağım.
*Vücudum yanarken veya gömülürkenhükmü verenler gördüğünde, kendince korkunç acılar çektiğimi sanacak…
Bana gelince beni kaderim çağırıyor.
Yıkanma vaktim de yaklaştı. Bari zehri içmeden önce yıkanayım, daha iyi olacak. Kadınları da bir ölü yıkamak zahmetinden kurtarmalı.
Yıkandıktan sonra dostlarının yanına döndü. Çocuklarını getirdiler. Onun henüz ikisi küçük, biri büyük üç çocuğu vardı. Yakını olan kadınlar da geldi. Onlara öğütler verdikten sonra, ayrılmalarını istedi.
Güneş batmak üzereyken mahkemenin uşağı geldi… Uşak kendine karşı övücü cümleler sarf ettikten dönüp ağladı.
Sokrat; “Sana da Allahaısmarladık;  söylediğini yapacağım”dedikten sonra; “Ne ince duygulu şu adam! Burada bulunduğum müddetçe beni görmeye, benimle ara sıra konuşmaya geldi. İnsanların en iyisi o. Şimdi de benim için ağlıyor!
Hadi bakalım Kriton, onun sözünü dinleyelim. Ezilmişse zehri getirin. Değilse ezin.
Zehri verecek kimse içeri girdi. Sokrat nasıl içeceğini, ne yapması gerektiğini sordu.
Zehri veren; ‘Fazla bir şey değil, yalınız içtikten sonra bacaklarında bir ağırlık. Duyuncaya kadar gez. Sonrada uzun yat.’
Zehri içinceye kadar kendini tutan dostları, daha sonra kendilerine hâkim olamadılar ve hıçkırıklarla ağladılar…
O biraz dolaştıktan sonra bacaklarının ağırlaştığını söyledi. Arkası üstü yattı. Zehri veren belirli aralıklarla bacaklarına dokunarak kontrol ediyordu. Bir müddet sonra ayağını kuvvetlice sıkarak bir şey hissedip etmediğini sordu. “HAYIR” dedi.Kalbe kadar giden hissizlik onu öldürecekti…
Sokrat, yüzünü açtıklarında son söz olarak; “(zehri veren) Asklepiosa bir horuz borçluyuz. Parasını verin. Unutmayın!” tembihatında bulundu.
Öldü. Kriton gözünü kapadı.
İdam hükmünü, kanunlara bağlı ve itaatli bir vatandaş olarak onun bütün yanlışlığını ve haksızlığını bile bile kabul edip, baldıran zehrini bir şerbet gibi sükûnetle içen bu fazilet kahramanının ölümüne tıpkı yanında bulunan dostları gibi, onu her işiten ve öğrenen, 24 asırdır acıyarak fakat hayranlık duyarak ağladı…
Kendine felsefe ve hikmetten vaz geçme teklifinde bulunduklarında; “Tanrının davetine –size sualler sormaya, ruhunuzu düzeltme zorunda bulunduğunuzu hatırlatmaya- devam edeceğim.” Diye cevap vermiştir.
Faziletin, fazilet iddiasında olmayıp faziletli davranışta olduğunu, bundan daha kesin, daha inandırıcı anlatmaya imkân var mıdır?