21 Haziran 2017 01:00

Şehir hastaneleri

Şehir hastaneleri

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bugün halkı aydınlatmada zor bir başlıkta yazmayı deneyeceğim: Şehir hastaneleri.  İçinde banyosu, tuvaleti olan tek kişilik hasta odaları, tek kişilik doğum odaları, yatan hasta başına 200 metre kareden fazla kapalı alan, ileri teknoloji tıbbi cihazlar, araçlar için vale hizmeti hangi hasta tarafından reddedilebilir ki? Üstelik Başbakan “hastalardan tek kuruş para alınmayacak” diyorsa. Evet, şehir hastanelerinden bahsediyorum.

Arsası devletten, yetmedi uluslararası kredi teminatı devletten, 25 yıl kullanım garantili, üstelik her ay devletin kira ödediği ve yüzde 70 doluluk garantisi verdiği yeni bir kamu özel ortaklığı hastane modeli bu. Fikret Başkaya’nın tanımı ile “kapitalistlerin maaşa bağlandığı yeni bir dönem.” Şehirdeki tüm devlet hastaneleri kapatılıp bu yeni şehir hastanelerine taşınacak ve ihaleyi alan özel şirkete uzun yıllar işletme hakkı tanınacak. 

Bu anlattıklarım kamu kaynaklarının verimsiz kullanımı ve özel sektöre kaynak aktarımı bağlamında ülkede yaşayanlar için hiç de yeni ve şaşırtıcı değil. Bu bağlamda sağlık bakanının şehir hastaneleri modelinde devleti “patron” olarak tanımlaması ekseriyetin ilgisini yeterince çekmiyor. Özellikle sağlık meslek örgütleri ile salt sağlık alanındaki sendikaların eleştirel yaklaşımları ise toplumda sağlık alanındaki çalışanların kendilerine dair bir itiraz olarak algılanabiliyor.   

Tamam, diyebilirizki 2005 yılında genel sağlık Sigortası (GSS) yasalaşma sürecinde de aynı iktidar özel sektör dahil vatandaştan ek katkı parası alınmayacağını beyan etmişti ancak hem kamuda hem özelde katkı parası fazlasıyla alınmaya başlandı. Ama şehir hastaneleri ile vadedilen o kadar reddedilemeyecek bir konfor ki bu gerçeklik gelecekte yaşanacak olumsuzluklar konusunda halkı edilgen kılabiliyor. Üstelik halk giderek geleceğin birikimini şimdiki zamanda harcamaya bu denli alıştırılmışken.  Kışkırtılmış krediler ve kredi kartları halkın davranış kalıplarını değiştirdi on yıllardır. Türkiye, Fransa’dan sonra Avrupa ülkeleri arasında kredi kartı kullanımının en yoğun yaşandığı ikinci ülke. Bu veri başta yoksullar olmak üzere ülkenin önemli bir kesiminin iktidarlarca rehin alınması bir anlamda. Olmayan birikimi gelecekten şimdiki zamana taşımakta bütün mesele. 

Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli, Şubat 2017’de “Türkiye’de 25 milyon 242 bin 959 kredi kartı müşterisi bulunduğunu, bu müşterilerin 2 milyon 205 bin 260’ının borcunun takipte olduğunu” açıklamıştı. Bir başka detay birden fazla kredi kartı sahibi olanlar ki ülkede toplam kredi kartı sayısı 60 milyona yaklaşmış olması. Bir de 2 milyonu aşkın insanın kredi kartını ödeyememe sayısına milyonlarca GSS primini ödeyememiş olanları ekleyince durum oldukça vahim. Bunları neden mi anlatıyorum, tıbbi yoksulluk çok ciddi bir risk ülkemiz için ve hepimizin kapısına dayanmak üzere.

Çok sayıda televizyon ve gazetenin kapatıldığı, internete erişimin bir çok sitede engellendiği, basın açıklamaları dahil toplumsal itiraz yollarının tıkandığı OHAL sürecinde sağlıkta  piyasalaşmayı, neoliberal yıkım sürecini halkla paylaşmak oldukça zor. Halkla birebir temas sağlayan toplantılar bu dönemin en önemli araçları. Bu vesile ile ORÇEV tarafından Ordu’da geçen hafta sonu düzenlenen “Şehir HASTANELERİ” paneline ben de konuşmacı olarak katılmış oldum. Ne acı ki Ordu’da şehir hastanesi milyonlarca liralık yatırımla kurulmuş botanik bahçesi üzerine inşa edilmek isteniyor.

Özel sektöre halkın sağlığını bir rant aracı olarak sunan şehir hastaneleri ülkemize özgü değil. Misal İngiltere, bu konuda hatalarının bedelini ödüyor. Ordu’da panelde diğer konuşmacı Dr. Ebru Basa’nın da aktardığı üzere “İngiltere’de parlamento, yolsuzluk, hatalı muhasebeleştirme, kamu maliyesi açısından ciddi risk oluşturması, kamu yararına aykırı uygulamalar konusunda yoğun şikayetlerin olduğu KÖO (Kamu Özel Ortaklığı) uygulamasına yönelik olarak bir araştırma komitesi kurulmasını kararlaştırmıştı 2011 yılında.” Yine İngiltere’de “Greenwich’te 2001’de ilk KÖO hastanesi olarak yapılan Queen Elizabeth’in 2005 yılında teknik olarak iflas ettiği açıklanmıştı.”

Ülkemizde ise açılalı daha bir yıl olmayan kimi şehir hastanelerinde hekimler üç aydır maaşlarının bir kısmını alamıyor. Bu hastanelerin iflas etmesi bir anlamda sosyal güvenlik sisteminin sekteye uğraması ve halktan inanılmaz yükseklikte katkı payları alınması anlamına geliyor. Bunun ipuçlarını yine geçtiğimiz ay İngiltere seçimlerinde görmüş olduk. İktidardaki Muhafazakâr Parti evde bakım hizmetlerinin maliyetini karşılamak için özellikle bunama tanısı almış olan yaşlılar öldüklerinde mirasçılarından yüksek vergiler alınacağını deklere etti. Halk bu uygulamaya “Bunama vergisi” diyerek oyları ile Muhafazakâr Parti’yi cezalandırdı.

Diyeceğim İngiltere ve Türkiye benzer sağlık politikaları tercih ediyor son yıllarda. Halk başına gelebilecekleri İngiltere’ye kulak vererek belki daha iyi anlayabilir.

Neoliberalizm tüm dünyada halkları ve sağlıklarını tehdit ediyor. Tehdit dünya genelinde olduğu için mücadelenin de bu kapsamda büyük bir kapsayıcılıkta olması gerekiyor.

Bu konuda çokça tartışmaya, konuşmaya ihtiyacımız var.

Sağlıcakla kalın.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa