Türkiye’de toplumun 2000’li yılların başında içine girdiği kültürel ve siyasal plandaki yön ve program farklılaşması, fiziki ve entelektüel sınırlarına dayanarak artık taşınamaz hale gelmiştir. Toplum, ortak yön duygusunu bütünüyle yitirmiştir. Ülke, yeni bir yönün tayin edileceği tarihsel bir hesaplaşma kavşağına, diğer bir ifadeyle sancılı bir yol ayrımına doğru sünüklenmektedir.

Bu bağlamda, 2023 cumhurbaşkanlığı seçimleri, sadece Erdoğan-AKP iktidarı ve islamcı-faşist blok için değil, Türkiye’nin geleceği için de bir “kader” referandumu niteliği kazanmıştır. Dolayısıyla, önümüzdeki seçimler, salt bir “seçim” olmanın ötesine geçen bir anlam kazanmıştır.

Türkiye ya bir önceki çağın (İslam’ın ortaçağının) değerler dünyasına iade edilecek ya da mevcut hibrit rejimi de aşarak yeniden modernite ve aydınlanma yoluna girecektir. İkinci yolun ucu, eşitlikçi ve toplumcu bir düzene kadar açılmaktadır. Birincisi ise, dipsiz bir dinci karanlık ve faşizan bir zulüm rejimidir. Bu nedenle tarihin önümüze koyduğu görev, öncelikle gericiliği ve faşizmi yenilgiye uğratmaktır. Diğer bütün görev ve hedefler bu bağlamda ikincildir.

Dolaysıyla muhalefet alanındaki bütün siyasal güçler, özellikle sol, soruna bu perspektifle bakmak zorundadır. Durum böyle olunca, seçimlerin olağan koşullarda, güvenlik ve sükunet içinde geçeceğini, adil ve demokratik bir ortamda gerçekleşeceğini sanmak saflık olacaktır. Kaldı ki, SADAT adlı “gayrı nizami harp” örgütünün /şirketinin kapısına dayanan CHP gibi iktidar alternatifi bir partinin yönetimi de aynı görüşe sahiptir. Seçim soruçlarına müdahale edilebileceği, çatışmalı bir kaos ortamı yaratılarak halk iradesine el konulmak istenebileceği endişesi, bir vehim olmanın ötesine geçmiştir.

ÇARŞININ KARIŞMA OLASILIĞI

Yeni bir toplum inşa etme misyonuna soyunan Erdoğan-AKP iktidarının, yakaladığı tarihsel fırsatı, bir seçim yenilgisiyle kaybetmek istemeyeceği açıktır. İslamcı hareket “kutlu dava” adını verdiği hedeflerine bütünüyle ulaşmak, yeni rejimin kuruluş sürecini tamamlamak ve geri dönüş eşiğini aşarak kalıcılaştırmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır. Bu nedenle, her olasılığa karşı hazırlık yaptığı, milisler oluşturduğu bilinmektedir. Sedat Peker’in, AKP İstanbul İl Başkan Yardımcısı aracılığıyla, Balat semtinde islamcı militanlara silah dağıtıldığına ilişkin iddiasının büyük ölçüde doğrulandığı anımsanmalıdır.

Diğer taraftan, Türkiye’de muhalefet partilerinin, buna sol ve sosyalist çevreler de dahil, sokakta başlatılacak gerici saldırıyı karşılayacak bir hazırlıkları ve buna uygun güçleri yoktur. Solun, ülke geneline yayılacak bir gerici isyanı bırakın bastırmayı, karşı koyacak bir sosyo-psikolojik hazırlık içinde olmadığı da açıktır. Üstelik, böyle bir sokak hareketi ya da isyan islamcı hareketin iktidarda bulunduğu bir ortamda gerçekleştirilecektir. Bu nedenle, olası bir gerici isyanı kararlılıkla bastıracak bir devlet gücü de ortada yoktur.

Seçimler, bütün iç ve dış iktidar dinamiklerini kaybeden AKP yönetimi için tek meşruiyet kaynağıdır. Dolayısıyla seçimlerden kaçması imkansızdır. Bu nedenle halkın iradesini çalmayı deneyecektir. Ancak, her şeye karşın Cumhuriyet ve anayasal düzen, bir kabuk halinde de olsa varlığını korumaktadır. Yasallık bu bakımdan hala önemini korumaktadır. Ancak, halkın iradesine el koymaya yönelik bir şiddet dalgası sokakta karşılanamaz ve durdurulamaz ise, o “kabuk” halindeki Cumhuriyetin yapacağı pek fazla hiçbir şey de yoktur. Dahası, böyle bir durumda devletin bütünüyle çıplak gericiliğin ermine grime olasılığı ise hayli yüksektir.

Masa başında, yani seçim kurulları üzerinden halkın iradesinin çalınması girişimi karşısında da yine sokakta ve eylemli olarak demokratik bir direniş geliştirmek zorunludur. Aksi halde kaybetmek, yeni bir “Atı alanın Ülküdar’ı geçme” vakası ile karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır.

NİCELİKSEL DEĞİL, NİTELİKSEL ROL

Merkez sağdaki cumhuriyetçi çevrelerin halkın iradesine el koymaya yönelik bir fiili müdahale girişimi karşısında yapacakları pek fazla şey yoktur. Gericiliği ve faşist hareketi sokakta durdurabilecek tek güç ise sol ve yurtsever hareketlerdir. Sol, cumhuriyetçi toplum kesimlerini içerebildiği ölçüde de başarılı olacaktır. Çünkü, gericiliğe karşı en büyük ilerici direniş potansiyelini cumhuriyetçi /laik toplum kesimleri ve siyasal gruplar oluşturmaktadır.

Solun yeniden kitlelerle buluşmasının yolu da buradan geçmetedir. Bunun için yapılacak ilk iş ise, gerici, liberal ve etnik milliyetçi tarih tezlerini çöpe atmak, sosyaist hareketin ikinci kurucu kuşağının gerçekleştirdiği 68-70 atılımının referans alanlarına dönmektir. Kendi ilerici ve devrimci tarihiyle buluşmak ve barışmaktır.

Bu anlamda, sosyalist ve devrimci solun önümüzdeki seçimlerde oynayacağı rol, niceliksel değil nitelikseldir. Cumhuriyetçilerin veya sadece cumhuriyetçi solun tek başına yapamayacağı bir iştir bu. Ancak, devrimci ve sosyalist solun öncülük etmesiyle geliştirilecek bir direniş ve karşı hemle hattı oluşturulması halinde gericilik ve faşim sokakta durdurulup yenilgiye uğratılabilir. Yeniden büyük, toplumun kaderinde söz sahibi olacak ve etkin bir siyasal güç haline gelmenin yolu da buradan geçmektedir.

AKP-MHP blokunun, diğer bir ifadeyle gerici-faşizan hareketin yenilgiye uğratılması, elinde tuttuğu kamu gücüe karşın zor değildir. İslamcı ve faşist hareketin toplumsal desteğini kaybettiği açıktır. Adil ve demokratik bir ortamda yapılacak seçimleri kaybedecekleri kesindir. Bu nedenle, seçimlerden kaçmaya çalışıyorlar. Dahası, halkın iradesine zorla ya da hile ile el koyma yollarını arıyorlar.

NESNEL VE ÖZNEL ŞARTLAR

Gerici-faşizan blokun yenilgiye uğratılmasının bütün nesnel koşulları hazırdır. İktidar partisinin temsil ve teklif ettiği gelecek projesi, ideolojik ve siyasal bakımdan da yenilgiye uğramıştır. AKP iktidarının yürüttüğü neo-liberal ekonomi politikalar çökmüş, daha önemlisi, uzun bir bekleyişten sonra da olsa, halk tarafından reddedilmiştir. Toplumun yeni gerici-dinci bir anlayış temelinde bütünüyle dönüştürülmesi girişimi başarısızlığa uğramıştır. Toplumun yarısından fazlası bu girişime karşı aktif şekilde direnmiştir.

İslamcı siyaset sınıfı, ulema, yükselen muhafazakâr sermaye, emperyalizm ve liberal entelijensiyadan oluşan yeni iktidar bloku bütünüyle çözülmüştür. Uzunca bir süredir yaşanan bu çözülmenin, bir siyasal koalisyon özelliği taşıyan AKP'nin örgütsel yapısını sarsması da kaçınılmazdır. Nitekim, Deva ve Gelecek Partilerinin çıkışı bunun işaretidir.

Ancak, parti örgütlerinde başlayan çözülmeye karşın, AKP henüz yıkılmamıştır. Bu parti, eğik düzlemde bir iniş sürecine girmiş olsa bile, gücünü belli ölçülerde korumaktadır. Yeni bir toplum inşa etmek iddiasının taşıyıcısı olan bütün siyasal örgütlerin ortak özelliğidir; çözülme, zamana yayılır, başlangıçta sancılı ve yavaş bir seyir izler.

Özetle, kazanmak için bütün nesnel şartlar hazırdır. Hazır olmayan öznel koşullardır. Bu nedenle ülkenin demokratik güçleri için zafer “determinist değil, volontarist” olacaktır. Ancak, belirtmeye gerek yok ki, seçimleri kazanınca ne toplumun sorunları çözülecek ne de hayat bayram olacaktır. Sadece ülke gericiliğe ve faşizme teslim edilmeyecek, toplumun ilerici ve demokratik güçleri suyun üzerinde kalmayı başaracaktır. O da az şey değildir. Urutulmamalıdır ki, gericiliğin ve faşizmin yenilgiye uğratılması, sadece ülkenin değil, solun da önünü açacaktır.