|
Sarkaç (2)
Türkiye'nin zâten inişli çıkışlı olan AB mâcerâsı 2010 senesinden îtibâren sönümlenmeye başladı. Bu durum, Türkiye'nin “Batı”nın diğer kanadı olan Atlantik Batısı ile olan krizli ilişkilerini de belirginleştirdi. Zâten 1964 ve 1974 Kıbrıs Olaylarında bu çatlak görülmüştü. Buna, Tezkere Olayı ve başta Kürtçülüğün; gerek Avrupa gerek ABD tarafından desteklendiğinin âşikâr bir hâle gelmesi olmak üzere, sonraki krizli olaylar da eklemlendi. Türkiye giderek ağırlığını arttırıcı bir şekilde, Batının dayatmaları dışında, kendi ulusal çıkarları doğrultusunda görece özerk bir bölge ve dünyâ siyâseti izlemeye başladı.

Bu tablonun derinlerinde, özellikle ABD'deki Demokrat iktidarlarla AB siyâsetleri arasındaki “de facto” bir yakınlaşmanın rol oynadığını düşünüyorum. Bu yakınlaşma, özellikle de küresel-finansal ve militarist çevrelerin desteklediği bir oluşumdu. Manzarayı şöyle de değerlendirebiliriz: Finansal-militarist odaklarca desteklenen; NATO, ana akım AB siyâsetleri ve ABD'li Demokrat iktidar çevreleri arasında, başta Ortadoğu olmak üzere dünyânın kırılgan coğrafyalarını darmadağın etmeye dayalı operasyonlar başlatıldı. Şu da görülmelidir ki, bu aslında merkeze Rusya'yı ve Çin'i koyan ortak bir düşmanlaştırmanın bir fonksiyonuydu. Kaydedilmesi gereken diğer bir husus; bu tablonun külliyen ulus-devletlerle izâhının zorluğudur. Burada; bambaşka bir akıl yürütmeyle; yer yer ulus-devlet formasyonun “dışında” ve “üzerinde” yer alan yapıların belirleyici rolü ortaya çıkmaktadır. Tablo o kadar akıl karıştırıcıdır ki; bildik eski düşmanları birbirine yakınlaştırmakta-ABD ve İran gibi- bildik dostlukların arasında da -Körfez memleketleri, İsrâil ve Türkiye gibi- gerginlikler doğurmaktaydı.

Aslında mesele, “sermâye”, “ulus” ve “devlet” formasyonları arasında, II. Genel Savaş sonrası sağlanmış “genel denge”nin aşınması ve aşılmasıydı. Bu, “sermâye”nin kendisini “ulus” ve “devlet” ile kayıtlı hissetmediği alanlarda devâsa boyutlarda yeni kârlılık alanları elde etmiş olmasıyla alâkalıydı. Sermâye, bu fırsatların tahrikiyle merkez-kaç bir dinamik yakaladı. Kendi rasyoları üzerinden özgül tercihlerini geliştirdi.

Aslında bu fazlaca sürdürülebilir bir süreç değildi. Ulus ve devlet yapıları ağır bir tahribâta uğradı. Güzellemeleri ideolojik düzeyde “açık toplum”, “özgürleşme” , “kültürel çoğulculuk” ve “etkinlik artışı” gibi araçlarla yapılsa da, pratikte zenofobi, homofobi, kan davâları, iç savaşlar, yaygın işsizlik olarak tecrübe edildi. 2000'li senelerden başlayarak, ağır yapısal ve çevrimsel krizler olarak geri döndü.

Türkiye bu krizli ortamda bizzât eski müttefikleri tarafından dışlandı, yalnızlaştırıldı ve yıpratıldı. Nihâyet, kendisi gibi sıkıştırılan Rusya ile yakınlaştı. Gelinen aşama çok kritik gözüküyor. Merkez veyâ çekirdek güçler arasında sıkı bir hesaplaşma başladı. Özellikle de Trump dönemi bu hesaplaşmanın en can alıcı aşamasını oluşturuyor. Trump'ın ekonomik aklı neo-merkantilist bir meydan okumayı ifâde ediyor. Bu; “sermâye”, “devlet” ve “ulus” arasındaki bağları yeniden tesis etmeye adanan bir akıl. Bu sebeple yukarıda işâret ettiğimiz de facto ittifakların üzerine gidiyor. Ekonomik düzeyde finansal ve militarist sermâye arasındaki bağı çözüyor. Finansal çevreleri yeniden merkeze gelmeye zorluyor. Militarist çevrelerle-hattâ en şâhin olanlarıyla- bağlarını güçlendirerek yeni tasarımlar geliştirmeye çalışıyor. Bunun açılımının; hiç değilse şimdilik, Rusya'yı by pass eden bir tarafı olmasını sağlamaya çalışıyor. ABD-Birleşik Krallık ittifâkı üzerinden şekillenen makro plânın başlıca iki ayağı olduğunu düşünüyorum. İlki, Rusya-Çin arasındaki bağları zayıflatmaya matuf gözüküyor. İkinci olarak; Rusya'nın Ortadoğu'da yalnızlaştırılması; Türkiye ve İran ile kurduğu yakınlıkların bozularak enterne edilmesi hedefleniyor.

Diğer taraftan yeniden “Anglo-Amerikan” Batı ile “Kıt'a Avrupalı” Batı arasındaki eski çelişkileri yakalıyor ve bunu mümkün mertebe derinleştirmeye çalışıyor. NATO'yu ise eski formuna sokma gayreti içinde. İsrâil ve Körfez memleketleriyle ilişkilerini iyileştirmeye niyetli.

De facto ittifâkın, devletlere veyâ daha genel manâda “establishment”a sızan unsurlarıyla Trump arasındaki mücâdele, açıktan ve gizliden devâm ediyor. Bunun neticelenmesi daha bir kaç ayı alacak gözüküyor.

Atlantik Batı, elbette Türkiye'yi kazanmak ve tıpkı eskiden olduğu gibi NATO'nun standartlarına kazandırmak isteyecek. Bunun turfanda olarak ilk ürünü ortaya çıktı: Türkiye ve İran arasında tırmanan gerilim. Gidişât sarkac hareketinin kendisini tamamlaması gibi gözüküyor. Ama dikkât! Türkiye'nin eski, bildik NATO üyesi bir ülke olarak hemen fabrika ayarlarına dönmesi artık mümkün gözükmüyor. Sütten ağzımız yeterince yandı. Atacağımız hiçbir adım; Rusya-Çin ve Rusya-Atlantik Batısı arasındaki ilişkilerin vasatında sağlaması yapılmadan atılmamalıdır.
#ABD
#NATO
#Rusya
#Militarizm
7 yıl önce
Sarkaç (2)
Mülâhaza etmek
Siyasetçileri bürokratlara kurban etmek
Musallada bir sosyolog daha… Vehbi Başer’in ardından
Taşkent’in öbür yüzü
‘Korkuluk’…