YAZARLAR

Sarı Yelekliler nereye koşuyor?

Bugünün verisi; ‘Sarı Yelekliler’ ya da ‘cepleri delikler’ trafoyu sabote ederek neo-liberalizmin büyülü sirkine gölge düşürdü ve sistemdeki arızaları gösterdi. Yarının verisini kestirmek güç. Bir umut belki bu durum yeni bir tarih yazmak için fırsata dönüşür. 

Fransa’da Gilets Jaunes (Sarı Yelekliler) hareketi günlük döner kavşak nöbetlerine ve blokajlara ilaveten haftalık cumartesi gösterileriyle beşinci haftasını geride bıraktı. Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un ‘teskin paketi’ ve soğuk havanın etkisiyle katılım yarıdan yarıya düştü. Yine de Strasbourg’taki terör saldırısı nedeniyle birkaç gün soğusa da Sarı Yelekliler medya, siyaset ve halkın gündemindeki yerini koruyor.

15 Aralık’ta Paris’te toplanma yerlerinden biri olan Opera binasının önünde bir grup ısınma hareketleri yapıyordu. Sarı yelekleri üzerinde Macron’un fotoğrafı ve ‘Dêgage’ (Defol!) yazılı çıkartmalar vardı. Ellerinde de ‘Vatandaşların Referandum İnisiyatifi’nin (RIC-Référendum d’Initative Citoyenne) belli konularda halk oylamasına imkân verecek yasal düzenleme isteyen bildiriler.

Tekrar tekrar sorduğumuz soru: Akaryakıta zammın geri çekilmesi, asgari ücrete 100 euro zam ve emekli maaşlarından vergi artışından vazgeçilmesi gibi vaatler neden gösterileri bitirmeye yetmedi?

Banliyöde yaşadığını ve kreşte çalıştığını söyleyen bir kadın eylemci şu yanıtı verdi:

“1700 euro maaş alıyorum. 900 euro kira ödüyorum. Vergiler, sigortalar, faturalar, yol masrafıyla bana bir şey kalmıyor. 100 euro hiçbir şey değil. Macron bizimle dalga geçiyor. Şimdi ben sorayım: Eylemler neden bitsin? Macron gitmeli ve halk oylaması düzenlenmeli. Siyaset halkı temsil etmiyor. Karar mekanizmalarında söz sahibi olmak istiyoruz.”

Bir başkası, “Macron’un vaadi 3 milyon kişiyi ilgilendiriyor. Üstelik yetersiz. Bu ülkede 15 milyon çalışan var, onlarla ilgili hiçbir şey söylemiyor” dedi.

Biraz ötede Champs-Êlysêes’ye girmeye çalışan üç kafadar 100 euro banknot basılmış ‘Ulusal Banka’ yazılı pankartla yürüyordu. Bir taraftan da dar gelirlerinin vergi yükünü artıran hükümete, devletin kasasında olması gereken ama büyük şirketlere ve zenginlere bırakılan 80-120 milyar euronun hesabını soran bildiri dağıtıyorlardı. Bildiride bütçe nereye gidiyor kalem kalem sıralanmış. Devletin zenginden feragat ettiği vergi geliri bütçenin birinci kalemi olan eğitime ayrılan payın kabaca 2 katı.

“Neden devam ediyorsunuz?” sorusuna yanıt verenlerin genelde ilk cümlesi: “Eşitlik istiyoruz.”

Akaryakıtla tetiklenen gösterilerde baskın talep ekonomik olsa da beklentiler siyasal boyutlar kazanarak genişliyor. Sarı Yelekliler artık ‘sistem hatası’ veren bir sinyal. Haliyle artık geçerli soru: “Bu iş nereye gidecek?”

SARI YELEKLİLER’İN AÇTIĞI YOL

Altınca haftayı Noel karşılıyor. Macron’un beklediği en büyük Noel Baba hediyesi döner kavşaklardaki ateşin sönmesi olacaktır.

Fakat bu sarsıntı dipten vuruyor. Sokaklar ne kadar tenhalaşırsa tenhalaşsın bir kere Gilets Jaunes’la cin şişeden çıktı.

En azından bu hareket iki şey için ‘kral çıplak’ dedi: “Çalışan kesimler ve orta sınıfın aleyhine işleyen neo-liberalizm iflas etmiştir” ve “Temsili demokraside kriz var.”

Fransız medyası, “Hadi oradan” demeden RIC’ün sanal ortamda 700 bin kişinin imzasını taşıyan ‘doğrudan demokrasi’ önermesinin Fransa ölçeğindeki bir ülkede olabilirliğini tartışmaya başladı. İsviçre pratiği ile RIC’in önerileri arasında kıyaslamalar yapılıyor.

Yükselen isyanla yelkenlerini şişirmeye can atan Ulusal Birlik’in (RN) lideri Marine Le Pen, “Demokrasimizin kilidini açar” diyerek destek verdi. Le Pen’e göre plebisit için 500 bin imza yeterli. Radikal solda Boyun Eğmeyen Fransa’nın lideri Jean-Luc Mélenchon da halk oylamasından yana. Mevcut yasal düzenleme halk oylamasına gitmek için milletvekili ile senatörlerin beşte biri (185) ve seçmenlerin yüzde 10’unun (4.5 milyon) imzasını gerektiriyor. Bu düzenleme zaten plebisiti imkânsız kılmak için yapılmış. Bu konu epey zamandır gündemde. Ifop ve Contribuables Associés’in 2011’deki anketine göre halkın yüzde 72’si halk oylaması sistemine destek verirken yüzde 12’si karşı çıkıyordu. Sarı Yelekliler’de bu oranın çok daha yüksek olduğu anlaşılıyor.

‘Doğrudan demokrasi’, yerelleşme eğilimini güçlendirirken doğal bir sonuç olarak AB projesini zayıflatabilir. Sonuçta AB’ye içerden gelen eleştiriler, ulusal haklar ve egemenliğin Brüksel’deki kurumlara devredilmesi üzerinde dönüp duruyor. O yüzden Brexit’ten sonra AB projesini kurtarmaya kafa yoranlar, Avrupa Parlamentosu’nun bütçe ve yürütme üzerinde etkili gerçek bir parlamentoya nasıl dönüştürülebileceğini tartışıyor.

Doğrudan demokrasi talebini besleyen temel unsur temsil organlarına inancın aşınması. Sadece parlamenter sistem değil siyasi partiler, sendikalar, meslek örgütlerine karşı yaygın güvensizlik Sarı Yelekliler’i karakterize ediyor. General Charles de Gaulle istikrarsızlık ve parlamenter sistemdeki verimsizliği bitirmek için yetkileri cumhurbaşkanına bırakan Beşinci Cumhuriyet’i ilan etmişti. Bugün sokaktan yükselen itiraz bu sistemi hedef alıyor.

Sistem alarmının diğer tarafında ekonomik model var. Avrupa genelinde merkez sol partiler yıllardır neo-liberal politikaların ikamesinde sağdaki fütursuzluğu aratmadılar. Fransa’da hem merkez sağ (Cumhuriyetçi Parti) hem merkez sol (Sosyalist Parti) birlikte battı. Bunlar Euro’nun iki yüzü. Macron’un şahsında tecessüm eden yeteneğine, rekabetçiliğine, azmine ve şeytanlığına güvenenin yürüyebildiği neo-liberal kulvar sonunda ‘Aşağı Fransa’dan kırmızı kart gördü. Macron geçen yıl küresel CEO’ları Versailles Sarayı’nda ağırlayıp ‘cezbeden Fransa’ vaat etmişti. Bu vaadin alt ve orta sınıflara düşen payı acımasızdı: Çalışanların haklarına budama, işten çıkarmaları kolaylaştırma, tazminat haklarını geri alma, büyüklere kıyak vergi paketleri, servet vergisine son verme, temel hizmetleri kısma, stratejik tesisleri özelleştirme vs. Bunlarla neo-liberalleri sarhoş ederken ‘Aşağı Fransa’yı da uyandırmış oldu.

AŞIRI SAĞIN PUPA YELKEN OLMASI

Şimdi neo-liberalizmin S.O.S verdiği yerde yerelliğe tutunan aşırı sağın yükselmesi çok temel bir kaygı. Alternatif hissi yaratamayan solun en büyük açmazı da burada.

‘Aşağı Fransa’ özü itibariyle daha gelenekçi, daha Fransız, daha ‘beyaz’ ve evrensel değerlerle ilgisi ise işine geldiği kadar. AB ile soğukluk da bu frekansta başlıyor. Solun diğer büyük açmazı da burada. Göçmenler, yabancılar, entegrasyon, çevresel dönüşüm gibi popülist kaygıları kızıştıran sorunlarda halk oylamasının doğru bir yol olup olmadığı hep tartışma konusu olageldi.

Sol, aşırı sağla aynı dalga boyuna düşerken AB değerleriyle ilgili temel bir sınava giriyor. Elit solun Sarı Yelekliler ile ilgili başından koyduğu rezervin işaret ettiği nokta burasıydı. Benim Paris’te konuştuğum Sarı Yelekliler aşırı sağın bu dalgada yelkenlerini şişireceği öngörüsünü paylaşmıyor. Elbette taşranın havası biraz farklı.

Eylemlerde öne çıkan simgelerden hareketle Sarı Yelekliler fazla Fransız bulunuyor. Gösterilerde Fransa bayrağı ve ulusal marş La Marseillaise’in öne çıkması, RIC’ün Macron’a reddiyesini Versailles Sarayı’nın yakınında Fransız Devrimi’nin sembolik noktalarından biri olan Jeu de Paume Salonu’nun önünde okuması ve cumartesi 5 kadın eylemcinin cumhuriyetin sembolü Marianne pozuyla Champs-Elysées'de polisin karşısına dikilmesiyle tamamlanan simgesellik bu tür halk hareketinde doğal bir karşılık. Bunlar meşruiyete gönderme yapan referanslar. Bundan otomatik olarak Sarı Yelekliler’in faşizan damarları şişirdiği sonucu çıkmaz. Fakat ‘ulusal’ partiküllerle yüklü havayı en iyi emen de aşırı sağ.

Ifop’un mayısta düzenlenecek Avrupa Parlamentosu seçimleri öncesinde yaptığı anket biraz fikir veriyor. Buna göre Le Pen’in Ulusal Birlik’ine (RN) destek yüzde 24’e çıkıyor. Macron’un partisi Cumhuriyet Yürüyüşü yüzde 18’le ikinci, Cumhuriyetçi Parti yüzde 11 oyla üçüncü, Mélenchon’un Boyun Eğmeyen Fransa’sı (FI) yüzde 9 ile dördüncü, Yeşiller (EELV) yüzde 8.5 ile beşinci ve geçen dönem iktidarda olan Sosyalist Parti (PS) yüzde 4.5 ile altıncı sırada.

RN ile birlikte AB karşıtı cephenin oyu yüzde 33’ü buluyor. Solun toplam oyu bunun üç puan altında.

Kestirilemeyen şey ‘Sarı’ dalga bu süreci ne yönde etkiler? Kendisi bir alternatife dönüşebilir mi? Yoksa günün sonunda büyük ödülü aşırı sağ mı kapmış olacak?

Şu an Sarı Yelekliler’de hakim olan refleks genel bir değişim dinamiğini tetiklemeye dönük. Sistemle iç içe geçmiş partiler ve sendikalara prim vermedikleri gibi kendi aralarından bir lider seçmeyi reddediyorlar. Hükümetin satın alabileceği ya da manüple edebileceği bir temsil organı da istemiyorlar. Katılım ve ortaklığı öne çıkartıyorlar. Lidersizlik ya da klasik anlamda örgütsüzlük güçsüzlük emaresi sayılsa da burada hükümeti şaşırtan ve aciz bırakan karşılarında pazarlık edecekleri bir liderliğin olmaması. Sarı Yelekliler basitçe diyor ki “Bizim adımıza konuşacak temsilciler istemiyoruz. Hükümet karşısında temsilciler istiyor; bizi çerçevelemek ve gömmek için! Düşünüyoruz, tartışıyoruz, organize oluyoruz. Halk için halkın gücü. Temsilci ya da sözcü seçersek bu bizi pasif kılar.”

Sarı Yelekliler’in Belçika ve Hollanda gibi ülkelerde de karşılık bulması sorunun Avrupa çapında tartışılmasını gerektiriyor.

Bugünün verisi; ‘Sarı Yelekliler’ ya da ‘cepleri delikler’ trafoyu sabote ederek neo-liberalizmin büyülü sirkine gölge düşürdü ve sistemdeki arızaları gösterdi. Yarının verisini kestirmek güç. Bir umut belki bu durum yeni bir tarih yazmak için fırsata dönüşür. Bunun aşırı sağa terk edilemeyecek kadar değerli bir ivme olduğunu düşünen endişeli kesimler az değil. Ne kadar iyimser olabiliriz, bu iş nereye gider, bilmiyoruz. ‘Amma’, ‘lakin’, ‘fakat’, ‘velakin’ diye şerhlerin çok düşüleceği ve gelgitlerin çok olacağı bir süreç.

Araya Noel’in girmesiyle sönümlense bile tik tak yeniden tetiklenecek bir dinamizm ve potansiyel hâlâ duruyor. Buna uygun uzun soluklu bir tartışma kaçınılmaz. Bu sadece Avrupa’nın meselesi de değil. Benzer semptomlar dünyanın her yerinde görülüyor.


Fehim Taştekin Kimdir?

İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.