Risale-i Nur’un mesleğinin devamı ve hizmet-i imaniyesinin hakkıyla yerine getirilebilmesi için şahıs yerine şahs-ı manevî yazmak gerektir.
Yazmaktan kastımız her yerde ve her zaman şahıs yerine şahs-ı manevî diyebilmek, şahısçılık söz konusu olduğunda hemen onu izale edip yerine şahs-ı maneviyi yerleştirebilmek, şahsımızdan çok daha ehemmiyetli olan şahs-ı manevinin kıymetini düşürmemek için üzerimize düşeni yapmaktır. “Halil İbrahim’in mektubu, şahsıma verdiği fevkalâde meziyetler için kabul etmemek mesleğimizce lâzım gelirken, iki mânidar tevafuku bana hem kendini kabul ettirdi, hem Lâhikaya girdi.
Fakat şahsıma ait kısmını bazen tayyettim ve bazısının üstünde “Risale-i Nur” kelimesini yazdım; ibaredeki suallerine cevap oldu.”(Emirdağ Lâhikası) Hakikatinde ifade edildiği gibi, gerektiğinde şahsımızı tayyedebilmek veya şahsımız yerine şahs-ı maneviyi yazabilmek gerektir.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri kendi şahsını öven mektupları kabul etmemektedir. Şahsına bakan bir mektubu tevafuk hatırına kabul ettiği halde, kendi ismini bazen kaldırması bazen de yerine Risale-i Nur yazması birçok sualin cevaplanmasına vesile olmuştur. Bu sayede; Risale-i Nur’a bu yönde gelebilecek itirazlar izale edilmiş, şüpheci zihinlerde şahısçılığa bina edilen bir hizmet olmadığı tahakkuk etmiş, her türlü medih ve senaya şahısların değil eserlerin lâyık olduğu fiilen gösterilmiş, şahısların ifadelerine değil mehazlara nazarı celp etmenin ne kadar kıymetli olduğu bizzat ders verilmiştir.
Bediüzzaman Hazretleri’nin yaptığı gibi şahsımız yerine şahs-ı maneviyi koyabilmek birçok müşkülatı ortadan kaldıracak şahs-ı manevimizi zedeleyecek hallere karşı bizleri koruyacaktır. Şahısçılık ise bize yeni müşkülâtlar eklediği gibi şahs-ı manevimizin zararına sonuçlar doğuracaktır. Her müşkülâta galip olacak şahs-ı maneviyi her yere yazdığımız gibi kalbimize de yazmak bizi mesut edecektir.