YAZARLAR

Sahi, biz bu maçları niye izliyoruz?

Futbolun büyük patronları FIFA ve UEFA'nın en büyük amacı, gezegende 365 gün boyunca futbol topunu döndürmek. Çünkü bu yuvarlak mucizenin enerjisiyle hareket eden çark, aklın hayalin almayacağı büyüklükte bir paranın dolaşımına imkan tanıyor.

Acaba başlıktaki soruyu, "Neden bu kadar fazla maça maruz kalıyoruz?" diye mi değiştirseydik? Benim gibi herhangi bir ekranda yeşil saha gördüğünde takılıp kalanlardan mısınız? Ekrandaki maçın kötü olduğuna karar verene kadar ya da izlememi gerektirecek bilinmezliği ortadan kalksa bile -mesela dakika seksen ve bir takım 4 farkla önde gibi- en az bir 10 - 15 dakika bakmadan edemiyorum. Evet, bir futbol maçının, onu izlerken sadece maçın gerçekliğine kapılıp dünyadaki tüm dertleri unutturan, bana iyi gelen bir yanı var. Ancak futbol dünyası bu kadar masumane duygularla işlemiyor.

2019 yılında futbol ligleri tatile girdikten hemen sonra milli maç haftası başladı. Bu aralıkta 2020 Avrupa Futbol Şampiyonası eleme maçları oynandı. Aynı tarihlerde UEFA Uluslar Ligi'nde yarı final ve final maçları oynandı. Bunların hemen ardında U20 Dünya Kupası başladı. Derken Kadınlar Dünya Kupası start aldı. Ardından Copa America, Gold Cup ve Afrika Uluslar Kupası başladı. Önümüzdeki hafta ise hem kadınlar hem de erkeklerde U19 Avrupa Şampiyonaları başlayacak.

Bu sıkışık takvimde 7 Temmuz günü 3 büyük turnuvada da final maçı oynandı. Önce Kadınlar Dünya Kupası'nda ABD ile Hollanda, sonrasında Brezilya ile Peru, Copa America'nın finalinde mücadele ettiler. Gün, Gold Cup finalinde oynanan Meksika-ABD maçıyla sona erdi. Ve hemen ardından Avrupa kupalarında eleme turları başladı. Durmak yok...

HER GÜNE EN AZ BİR MAÇ

Futbolun büyük patronları FIFA ve UEFA'nın en büyük amacı, gezegende 365 gün boyunca futbol topunu döndürmek. Çünkü bu yuvarlak mucizenin enerjisiyle hareket eden çark, aklın hayalin almayacağı büyüklükte bir paranın dolaşımına imkan tanıyor. Artık duruma aşina olduk; ama futbol takviminin normal seyri, çok uzun yıllardır, cumartesi ve pazar günleri yapılan lig maçları ve turnuvanın ismi ne olursa olsun çarşamba günleri yapılan kupa mücadeleleri şeklindeydi.

Sonra cuma akşamlarına maç konulmaya başlandı, derken buna pazartesiler eklendi, ardından Şampiyonlar Ligi iki güne yayıldı (salı ve çarşamba), kalan tek boş gün perşembe ise Avrupa Ligi maçlarına sahne oldu. Yani, aralıksız yedi gün maç demekti bu. Peki, amaç çok sayıda karşılaşmayı mümkün olan en fazla sürede görünür kılıp futbol sevgisini mi büyütmek?

YAYINLARDAN ELDE EDİLEN MUAZZAM GELİRLER

Maalesef hayır. İlk ve en öncelikli sebep yayın gelirleri. Çünkü oynanan her maç bir yayın platformuna satılacak içerik demek. Devre arası, maç önü ve sonrasıyla birlikte iki buçuk, üç saati bulan bir dilimi kaplayan bu içerik, özellikle televizyon kanallarının da işine gelmekte. Düşünsenize, o saati doldurmak için yaptırılan bir diziye nazaran bir futbol maçı çok daha ucuza gelebiliyor. Zahmetsizliğini saymıyorum bile! Aynı anda dünyanın farklı noktalarındaki coğrafyalarda yaşayan insanlara futbol maçları aracılığıyla bir dolu reklam iletmek. Özellikle Amerikan televizyon yayıncılığının 1980'lerden sonra yaptığı atılımla sporu, 1994 Dünya Kupası özelinde de futbolu keşfetmesiyle birlikte işler akıl almaz bir hızda büyüdü.

Şimdilerde ise futbol içerikleri her türlü platformda sıklıkla karşımıza çıkıyor. Sadece bu içerikler değil tartışma programları, yorumlar, sosyal medya atışmaları ve daha nicesiyle büyük bir ağ oluşturuyor.

HEYECANLI DEĞİL KARANLIK BİR YAPI: BAHİS

Ancak en önemli sebep, bahis. Evet, ne kadar çok maç, o kadar çok kupon ve o kuponlar için ödenecek bedel demek. Bahis, futbolun en karanlık çarklarından biri. Öyle keyfine 3 liralık kupon yapınca bu pek düşünülmüyor ama ardında fazlasıyla karmaşık bir ilişkiler ağı mevcut. Maçların etik dışı müdahalelerle manipülasyonundan tutun, kara para aklayan mafya organizmalarına... Sanıldığı kadar eğlenceli değil.

Zaten bana hep ilginç gelmiştir, futbolun sadece saha içinde oynanmadığı düşünülen bir ülkede bu kadar fazla bahis oynanması. Şarkıda da dediği gibi, "umudunu cüzdanında taşıyanlar"dan olmamalı. "Norveç 3. liginde az gol oluyor", "Fransa 2. liginde çok berberlik olur", "Liverpool'un maçları üst biter" gibi cümlelerle "güzel oyunu" sadece rakamlara indirgemek, 90 dakika boyunca akan ve o akıntının içerisindeki anlık sıçramalarla hikâyesini yazan maçlara tahammül edememek, 3 dakikalık görüntülere, "canlı skor" ekranlarına futbolu hapsetmek de illegal olmasa da oyun içerisindeki insanilikten insanı hızla uzaklaştıran şeyler...

SIRADAN BİR İNSANIN GİRDİĞİ EKONOMİK SARMAL

Tabii, ne kadar fazla maç, o kadar fazla etkinlik ve satılacak bilet demek. Maç öncesi alkol tüketimi, deplasmana gidenlerin ulaşım, yakıt ve yemeğe harcadığı paralar, stadyum içi ya da taraftar mağazası satın alımları, maç sonu acıkan karınların doyurulması, binlerce insanın hareketinin yarattığı ekonomik bir canlılık. Bunlara bir de devasa uluslararası turnuvalarda harcanan turizm masraflarını ekleyin. Sonra, sınırlı sayıdaki bilete ulaşma imkanı olmayan milyonlarca insana satılacak "yayıncı kuruluş" abonelikleri. Stadyuma giremeyen ama yalnız da maç izleyemeyenlerin "ligtv burada" -hâlâ- logolu kafe ve barlarda bir araya gelmesi. Muazzam işler bunlar. Üstelik bu büyük kitle bunu gönüllü yaptığı için işin ekonomik boyutuna çoğu zaman kafa yormuyor.

Kafa yorulmayan bir diğer önemli husus da yaşam biçimi. Yani futbolun, onu sevenlerinin tüm boş zamanlarını ve hatta daha fazlasını talep etmesi, sızması, neredeyse gasp etmesi. Futboldan ve onun gerektirdiği tüketimden yoksun kalmamamız, herkesin büyüklüğü ne olursa olsun ekonomik ve sosyal bir faaliyette bulunması. Sosyal hayatta da futbolun merkeze konması, sabah akşam maçlardan, oyunculardan, transferlerden konuşulması...

Bu nefes almaya dahi alan bırakmayan ortamda aşırı doz futboldan yatağa düşmek işten değil. Ancak neyse ki burada da taraftarlık devreye giriyor. Futbolu futbol olduğu için, yani oyunun verdiği haz, oyunun içerisindeki drama ve sanat için değil de sadece tuttuğu takım için takip eden biri, yukarıdaki dünyanın dışında kalıyor otomatikmen. Onun için varsa yoksa takımı, gerisi hikâye!

TOP PEŞİNDE KOŞMAK, KOLTUKTA OTURMAKTAN HER ZAMAN İYİDİR

Dolayısıyla, uzun vadede bakacak olursak futbol dünyasının talep ettiği oyunu kendi varlık nedeniyle sevenler değil, takımı için her şeyini veren müritler. Dünya politikasındaki kutuplaşmanın, neoliberal politikaların, kültür enstüstrisinin çoktandır el attığı ve hatta beslendiği, obeziteye tutulmuş hastalıklı bir bedene dönüştü futbol.

Bu halden kurtulmak içinse bulunan herhangi bir yeşillikte, sokak arasında varsa top oynayan çocukların arasına kravatı gevşetip, gömlekten bir iki düğme açarak karışmak. Çünkü ekrandan izlenen en heyecan verici maç bile bire bir, kan ter koşarak içinde olunan herhangi bir oyundan daha cezbedici değil hâlâ...

Ne demiş üstat Eduardo Galeano, “Bir çocuğa mutluluğu kelimelerle anlatamayız, en iyisi ona oynaması için bir futbol topu vermektir”...

'Yılın transferi' Muriç: Kayıp mı olacak, yükselişe devam mı edecek?'Yılın transferi' Muriç: Kayıp mı olacak, yükselişe devam mı edecek?