YAZARLAR

S-400’lerin gelmesini canlı izlemenin dayanılmaz tuhaflığı

S-400’lerin gelişini canlı yayınlarla karşılıyoruz, kabil olsa getiren uçakların önüne kırmızı halı sereceğiz. Savunma ya da saldırı amaçlı füzelere neden daha çok ihtiyaç duyan bir ülke haline geldiğimizi kimse sorgulamıyor elbette.

Sokakta cinayete tanıklık etse "Şahit yazarlar aman" deyip kaçan, komşusunda kan gövdeyi götürse "Karı-koca kavgasıdır, mahreme bulaşmayalım" zihniyetindeki insanların yaşadığı Türkiye, komşusu Suriye’de, harekat üzerine harekat planlıyor. Güneydoğuya aralıksız askeri sevkiyatlar yapılıyor. Tam da böyle bir atmosferde muhtemelen dünya tarihinde bir ilk yaşandı ve füze getiren uçakların inişini hep birlikte canlı yayında izledik. Manasızca inen uçağa bakıp, ne olduğunu tam anlamazken, hayatları boyunca belki de ellerine bir Kırıkkale tüfeği dahi almamış "strateji uzmanları" ve politikacılar, bizlere aslında ilkokul kitaplarında öğretilen "ülkemizin dört bir tarafının düşmanlarla kuşatıldığını, jeostratejik açıdan ne kadar önemli olduğumuzun" gazını S-400’ler üzerinden verdiler. Bursalı börekçinin sevinçten Rusya’ya börek yollaması, konunun genel anlamda nasıl algılandığı üzerine harikulade bir örnek olarak karşımızda.

Avrasyacı ve ulusalcı kanat da zil takıp oynuyor haliyle. “Aslolan devlet bekası” söyleminde herkes buluşuyor, Kılıçdaroğlu da tam desteğini veriyor. Meğerse bizim “birlik ve beraberlikten” sonra en çok S-400’lere ihtiyacımız varmış. Pekiyi, bir gazeteci, bir akademisyen ya da sıradan bir vatandaş neden savunma amaçlı da olsa, bir füzenin gelmesinden bu derece derin bir haz duyar? Bu basit soruya yanıt vermek yerine, “Bırakın bu naifliği ve hümanistliği” diyerek böyle düşünenleri adeta salaklıkla suçlamak daha makbul. Oysa ki gelecekte, hatta şimdi; siber savaşların, konvansiyonel savaşların önüne geçeceğini, suyun ve organik tarımın en büyük silah olacağını, insansız hava araçlarının savaşların seyrini belirleyeceğini bilmek için falanca “STK”nın güvenlik uzmanı olmaya değil, dünyanın nereye doğru evrildiğini anlatan birkaç kitabı okumanız yeterli.

Sadece teknik bilgilerle, karmaşık jargonlarla konuşan bu “uzmanların” atomu parçalıyorlarmışçasına hava atmalarından geçilmiyor. Geçtiğimiz yıllarda şöyle bir haberi not almışım: "TSK angajman kuralları gereği Azez'deki YPG güçlerini fırtına obüsleriyle vurdu." Bu taraklarda bezi olmayan birine bu cümleyi okusanız size muhtemelen şu sorularla dönecektir: "Hımm TSK'yı bildim ama angajmanı çıkaramadım, Azez nerede? YPG ne ola ki? Obüsü yanlış yazmışlar, otobüs olacaktı."

Ne kadar çok teknik kavram ve cümle kullanırsanız ana bağlamdan da o kadar koparsınız, çatışmalarda sanki insan ölmezmiş izlenimi yaratırsınız, başka deyişle gerçeklerden de yırtarsınız. Bu durum, bir maden faciası sonrası patronların basın toplantısında, insanların bir kelimesini anlamadıkları teknik detaylara boğarken de, bir askeri operasyon için de geçerlidir. Teknofetişizm, detaylar, gereksiz bilgi bombardımanı, afilli yorumlar, hayatımıza ne kadar çok girerse güvenlik meselelerinin aslında en önemli aktörü olması gereken insan ögesi de hayatımızdan o kadar çıkıyor, bir teferruata ya da istatistiğe dönüşüyor. Beka gibi soyut kavramlar çok daha önem arzeder hale geliyor.

Füzelerle 1991’deki Körfez Savaşı sırasında tanışmış, CNN her gün gözümüze canlı canlı Patriot ve SCUD füzelerini sokmayı başarmıştı. Onlar füze değil de ateş saçan sevgi böcekleriydi adeta. Şimdilerde S-400’lerin gelişini canlı yayınlarla karşılıyoruz, kabil olsa getiren uçakların önüne kırmızı halı sereceğiz. Savunma ya da saldırı amaçlı füzelere neden daha çok ihtiyaç duyan bir ülke haline geldiğimizi kimse sorgulamıyor elbette. Önemli derecede bir kitle de bu füzelerle mutlu oluyor, “varsın maaşıma %5 zam gelsin, mühim olan S-400 geldi ya, gözüm açık gitmez gari.” Eğitimin genelinde ya da PISA’daki halimizin nedenlerini, belki de güvenlik doktrinleri için ayırdığımız bütçenin anormalliğinde aramak lazım.

Doğu Akdeniz’deki enerji savaşlarının tam ortasında olmanın, uluslararası hukuktaki karşılığı var mı yok mu bilmemize gerek yok. 'Yunan dölü'ne mi bırakacağız yani ortalığı? AB haddini bilsin, ABD yaptırımları da bize vız gelir tırıs gider zaten… Ruslarla şu aralar pek sevişiyoruz ama yarın ne olur bilinmez, onlar da hemen havaya girmesinler. Dış politikamız yine döndü dolaştı, çocukluğumuzun o ünlü tekerlemesine geldi. Polonya'nın da olması nedeniyle İkinci Dünya Savaşı'nda ortaya çıktığını varsaydığım "1 ki 3'ler yaşaaasın Türkler, 4-5-6 Polooonya battı”dan oluşan, ağaç yaşken eğilir ideolojik tekerlemesi, bu yeni kaotik konjonktürde sokak aralarında nasıl şekillenecek acaba?, "Türk'ün Türk'ten başka dostu olmayacağı" için "1-ki-3’ler"in değişmeyeceği kesin.... Devamında "4-5-6 Kürtler battı" güçlü bir olasılık. 7-8-9 için Amerika ve Rusya konjonktüre bağlı olarak ciddi rekabet halinde... 10-11-12'de her ne kadar kafiyeli olmasa da "Suriye tilki" muhtemel favori durumda. 13-14-15'e de artık Allah ne verdiyse size kalmış, isterseniz AB’yi, isterseniz de Ekvador'u koyun, malumunuz birkaç sene önce onlara da nota vermişliğimiz var.


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.