RÜZGÂR GİBİ GEÇTİ

Zaman su gibi akıp gidiyor. Rüzgâr gibi geçen yirminci yüzyılın ardından daha şimdiden yeni yüzyılımızı da tüketmeye başladık. Zaman akışını sürdürürken bizde geride bıraktığımız 20. yüzyılda değişen dünya düzenine ve ülke olarak nerede olduğumuza bakan bir değerlendirme ile devam edelim. Öncelikle rüzgar gibi geçti dediğimiz bu yüzyılda insanlığın hafızasında derin ve kalıcı izler bırakan bir çok bilimsel ve teknolojik gelişmelerin yaşandığını biliyoruz. İnsanoğlu uzaya çıkmış, uydular göndermiş, Aya ayakbasmış, Güneş Sisteminin dışına uzay araçları göndermiştir. Tıpta birçok mesafe kat edilmiş, fizikte sınırlar zorlanmış, ulaşım ve iletişim araçları gelişmiştir.Mühendislikte ve mimaride birçok güzel projelere imza atılmıştır.

Yine bu yüzyıl, dünyanın ABD gerçeğiyle tanıştığı, iki tane dünya savaşın yaşandığı bir yüzyıl oldu. Ve sadece bu iki dünya savaşı arasında ölenlerin sayısının 100 milyonu geçtiği tespit edildi. Özellikle Hiroshima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarıyla ve milyonlarca Yahudi’ye yapılan soykırımla birlikte de dünya, barışın değerini daha iyi anlarken, bilimin ve teknolojinin kötü amaçlar için kullanılması durumunda nasılda kötü sonuçlar doğurabileceği gerçeği öğrenilmiş oluyordu.
1950’li yıllardan sonra dünya çift kutuplu döneme girdi. Bir tarafta liberal ekonomisiyle ABD ve müttefikleri NATO ülkeleri, diğer tarafta ise sosyalist ideolojinin lideri Sovyetler Birliği ve müttefikleri. Dünya bir taraftan ABD ve Sovyetler Birliği arasındaki soğuk savaşı ve rekabeti izlerken, diğer taraftan da Ortadoğu bölgesindeki İsrail - Filistin, İran - Irak benzeri savaşlarla   boğuşmaktaydı.  Bu arada Sovyetler Birliği dağılarak sosyalizm kalelerini bir bir kaybetmesiyle   ABD dünyada tek büyük güç olarak kalıyordu.

Yüzyılın başında ve ortasında kanlı bıçaklı olan Avrupa Ülkeleri, birinci ve ikinci Dünya Savaşı ile milyonlarca insanını kaybederken, yüzyılın ikinci yarısında adeta u dönüşü yapıp, birbirleriyle dostane ilişkilerini geliştirip, birlik ve beraberliğin önemini, ihtiyacını ve sağlayacağı faydaları geçte olsa kavrayarak, önce Avrupa Topluluğu, daha sonrada Avrupa Birliği adı altında birleşmeleri gerçekleştirdi.

Asya Bölgesinde ise Çin, sosyalist yönetim anlayışını benimsemesine rağmen, son yıllarda dünyadaki küreselleşme ve liberalleşme rüzgarlarına daha fazla direnemeyerek ekonomisini serbestleştirme ve dünyaya entegre olma yolunu seçmiştir.

Güney Amerika ise 20. yüzyılda adı genelde darbelerle ve baskıcı rejimlerle anılan bir bölge olarak kalmışken, Afrika Bölgesi  ne yazık ki fakirlikten bir türlü kurtulamayıp hastalıklarla ve iç çatışmalarla adından söz ettirdi.

Ülkemiz Türkiye dede  bu yüzyılda çok büyük ve köklü değişmeler oldu.Yüzyılın başında 2. Meşrutiyeti kabul eden Osmanlı, Birinci Dünya Savaşından galip çıkmasına rağmen müttefikleri yenildiği için yenik sayıldı ve bir bir kalelerini kaybederek yerini,büyük önder ATATÜRK' ün ve aziz Türk Milletinin bin bir güçlükle kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne bıraktı.

Daha sonraki süreçte İkinci Dünya Savaşına katılmayarak '' Yurtta Sulh Cihanda Sulh '' politikasına sıkı sıkıya bağlı kalan ülkemiz,1923-50 CHP, 1950-60 DP, 1965-71 AP, 1983-91 ANAP gibi güçlü iktidarlarla yönetilmesine rağmen, zaman zaman  yaşadığı askeri darbelerle de sarsılma süreçleri yaşadı.

Tüm bunlardan sonra yeni yüzyılımızda Türkiye, kültür ve gelenekleriyle doğulu, hayalleriyle batılı , medeniyetler ve büyük güçler arasında  köprü görevi ve dengeleyici unsur olma işlevini yerine getirmek durumundadıır.  Bunu da başarmanın yolu Türk Dünyası' nın desteğini almaktan, İslam Dünyası'na sırt çevirmemekten ve batı ile dostane ilişkilerine devam etmekten geçecektir.     

Selam ve Sevgiler.
YORUM EKLE