Taliban’ın Afganistan’da yönetimi ele geçirmesi ile birlikte bölgede yeni bir denklem oluşmuştur. Küresel ve bölgesel güçler, yeni denklemde yer alabilmek ve söz konusu güç boşluğunu en etkin biçimde doldurabilmek adına farklı stratejiler izlemektedir. Bu aktörler arasında Rusya benimsediği strateji ile ön plana çıkmaktadır. Rusya’nın Afganistan politikasını belirleyen iki temel faktör söz konusudur; bunlardan ilki “Yakın Çevre” kabul edilen Orta Asya ülkelerinin güvenliğinin ve istikrarının korunması, böylelikle terör ve istikrarsızlığın ihraç edilmesinin önüne geçilmesidir. Zira, Orta Asya ülkelerinin güvenliği, Rusya’nın kendi ulusal güvenliğinden ayrı düşünülmemektedir. İkinci olarak, Orta Asya’da bölgesel ve küresel aktörlerin nüfuzlarının dengelenmesi ve hatta mümkünse bütünüyle bertaraf edilmesidir. Afganistan’da ortaya çıkan güç boşluğu ikinci hususu daha da belirgin kılmaktadır. Bu çerçevede, nüfuz rekabeti ve diğer ülkelerin Afganistan üzerinden Orta Asya’da nüfuz alanı kazanmasının engellenmesi, Rusya’nın bölge siyasetinin temel yapı taşını oluşturmaktadır.

Rusya’nın izleyeceği politika; yönü, kapsamı, maliyeti veya süresi ne olursa olsun bu iki temel üzerine kurulu olacaktır. Bu çerçevede, Rusya’nın ABD’nin çekilme kararı sonrasında söz konusu iki temel unsuru ihraz edebilmek maksadıyla oluşturduğu stratejinin siyasi ve askeri olmak üzere iki ayağı olduğunu söylemek mümkündür. Bunlardan ilki, çok taraflı dış politika prensibi minvalinde Taliban ile uzun yıllardır korunan ve özellikle son dönemde artan diplomatik ilişkilerdir. Moskova yönetimi bu politika kapsamında her iki unsurun da başarılabileceğini düşünmektedir. Diğer taraftan, söz konusu dinamiklerin başarıya ulaşması noktasında askeri veçhede de adımlar atılmaktadır. Bu kapsamda alınan aksiyonlar da her iki unsuru destekler niteliktedir. Bu sayede, Afganistan politikasının daha sağlam temellere oturtulması planlanarak; herhangi bir ayağın başarısız olması hâlinde dahi politikasını başarılı bir şekilde gerçekleştirme ihtimali devam ettirilmektedir.

Rusya’nın Orta Asya’nın istikrarına ve nüfuz alanını artırmaya yönelik attığı siyasi adımlara, diğer bir ifadeyle stratejisinin siyasi ayağına bakıldığında, Taliban ve Afgan hükümetleri arasında dengeli bir siyaset izlemesi; Taliban’ı terör örgütü olarak tanıyor olmasına rağmen hiçbir zaman irtibatını koparmaması büyük önem arz etmektedir. Rus yetkililerin ve Afganistan özel temsilcisinin Taliban başta olmak üzere ülkedeki tüm aktörler ile ilişkisi söz konusudur. Her ne kadar kendisine karşı desteklenen mücahitlerden kurulmuş olsalar da ülkede komünizmin ve Sovyet mirasının etkisini yitirmesi ve her iki tarafın da çıkar odaklı ilişki yürütmesi gibi faktörler ideolojik açıdan görüşmeleri baltalayacak bir engel teşkil etmemektedir. Aslında bu yaklaşım Rus dış politikasındaki esneklik ve çok taraflılıkla yakından ilişkilidir.

Bu politika sayesinde, ABD’nin çekilme planı sürecinde ve Kâbil’in düşüşü sonrası ortaya çıkan denklemde Rusya, ülkedeki konumunu konsolide etmiş ve hatta bu süreçte nüfuzunu tahkim etmiştir. Moskova açısından bakıldığında Taliban’la devam eden görüşmeler ve artan mesai, ABD’nin çekilmesi sonrası bölgede oluşacak güç boşluğunun doldurulması ve istikrarsızlığın ihraç edilmesinin önlenmesi hususunda etkili olmaktadır. Bu noktada Afganistan’da ağustos ayında yaşanan gelişmelerden kısa bir süre önce, Taliban heyetinin 8 Temmuz’da Moskova’ya gerçekleştirdiği ziyaret oldukça önemlidir. Bu görüşmelerde Rus Dışişleri Bakanlığı, Taliban’dan Orta Asya ülkelerinin sınırlarını ihlal etmeyeceklerine dair güvence, uyuşturucu ticaretinin bitirilmesine yönelik taahhüt ve ayrıca Afganistan’daki diplomatik misyonlar için güvenlik garantileri aldıklarını açıklamıştır.

Nitekim, ağustos ayında Rusya’nın Afganistan Özel Temsilcisi Zamir Kabulov da Taliban’dan diplomatik misyonların güvenliği için güvence aldıklarını açıklamıştır. Bu demeç şüphesiz temmuz ayındaki görüşmelerde Moskova’da temelleri atılan anlaşmadan bağımsız düşünülemez. Rusya’nın Kâbil’deki büyükelçilik çalışanlarının, büyükelçilik tehlike altında değil, tahliyeye gerek yok açıklamaları da aynı şekilde bahse konu garantilerle ilişkilidir. Dolayısıyla temmuz ayında verilen garantileri bir anlamda Rusya’nın Taliban karşısında çizdiği kırmızı çizgiler olarak tanımlamak mümkündür.

Bunların yanı sıra Rusya’nın Afganistan Büyükelçisi Dimitri Zirnov, ABD’nin çekilmesinin ardından Kâbil’de Taliban heyeti ile görüşme gerçekleştirmiştir. Büyükelçi Zirnov, söz konusu görüşmelerin diplomatik misyonlarının güvenliğinin sağlanması noktasında yapıcı ve pozitif olduğunu ifade etmiştir. Görüldüğü üzere Taliban-Rusya diyaloğu oldukça yüksek seviyede seyretmektedir. Hatta öyle bir seviyede seyretmektedir ki üst düzey Taliban yetkilileri Rusya’dan Pençşir’deki direnişin kan dökülmeden ortadan kalkması için aracı olmasını istemiştir. Taliban tarafının bu yaklaşımı, Rusya’nın Taliban üzerindeki nüfuzunu artırma gayretinin bir sonucu olarak görülebilir. Dolayısıyla Rusya’nın çok taraflı ve esnek siyaseti, bölgedeki nüfuz boşluğunu doldurma, kırmızı çizgilerini kabul ettirme ve diğer aktörleri dengeleme noktasında ilk aşamada önemli sonuçlar vermektedir.

Fakat Rusya kırmızı çizgilerini Taliban’a kabul ettirmiş ve bu noktada güvenceler, garantiler ve sözler almış olsa da Afganistan ve Orta Asya politikasını yalnızca bu eksende şekillendirmemektedir. Zira Rusya, siyasi nitelikteki girişimlerinin yanı sıra aynı zamanda askeri önlemler de almaktadır. Nitekim Afganistan’a komşu ülkelerden Kırgızistan ve Tacikistan Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü (KGAÖ) üyeleridir. Diğer üyelerin olduğu gibi Rusya’nın da bahse konu örgüt kapsamında bu ülkeler üzerinde sorumluluğu bulunmaktadır. Bir güvenlik örgütü olarak KGAÖ’nün ve bölgenin selameti açısından, Afganistan’daki radikal unsurlar ve istikrarsızlık bir tehdit olarak görülmekte; Orta Asya ülkelerindeki askeri varlığa önem verilmekte ve terör tehdidine karşı önlemler alınmaktadır.

Rusya’nın Tacikistan ve Kırgızistan’da askeri üsleri bulunmaktadır. KGAÖ kapsamında bu üslerin işlevselliği ve kapasitelerinin artırılması planlanmaktadır. Nitekim, ABD’nin Afganistan’dan çekilme planının gündeme gelmesinden sonra geçtiğimiz yıl Rusya bu kapsamda, Kırgızistan’a insansız hava araçları(İHA) ve helikopterler; Tacikistan’daki askeri üssüne ise S-300 hava savunma sistemleri konuşlandırmıştır. Bu iki askeri üs, Rusya’nın Orta Asya’daki gücünü tahkim etmesi ve Afganistan başta olmak üzere bölgeye yayılacak olası bir terör tehdidinin bertaraf edilmesi noktasında önem arz etmektedir.

Rusya’nın Orta Asya bölgesinden sorumlu Merkezi Askeri Bölge Komutanlığı, Tacikistan ve Kırgızistan’daki üslerin katılımıyla bölgede düzenli olarak askeri tatbikatlar düzenlemektedir. Bu tatbikatlara zaman zaman Özbekistan da iştirak etmektedir. ABD’nin bölgeden çıkışını hızlandırdığı ve Taliban’ın saha kazanımlarını artırdığı tarihlere paralel olarak Rusya, Afganistan’ın sınır bölgesinde önce Özbekistan ile ortak tatbikat gerçekleştirmiş, ardından yine sınır bölgesinde Rusya-Tacikistan-Özbekistan ortak tatbikat düzenlemiştir. Buradan hareketle Rusya’nın, sınır güvenliğinin sağlanması ve terörün yakın çevresine ihraç edilmemesi için ikili ilişkilerini ve örgütsel inisiyatiflerini sonuna kadar kullandığı görülmektedir.

Rusya Genelkurmay Başkanı Valeri Gerasimov, Orta Asya ülkelerindeki üslerine silah, teknik ve teçhizat takviyelerinin artacağını, Tacikistan ve Kırgızistan’daki askeri üslerinin KGAÖ’nün güvenliğini tesis etme noktasında büyük rol üstlendiklerini de ifade etmiştir. Rusya’nın Afganistan’a mücavir bölgede artan askeri tahkimatı, ulusal ve bölgesel güvenliğin yanı sıra Afganistan üzerinden oluşan güç boşluğunu doldurma noktasında da önemli bir adımdır. Diğer bölgesel ve küresel güçlerin Afganistan kaynaklı güç boşluğunu doldurma girişimleri göz önünde bulundurulduğunda, Rusya’nın siyasi/diplomatik girişimlerine askeri boyutu ekleyerek diğer aktörlerden daha avantajlı hâle gelmeye çalıştığı görülmektedir. Bu noktada Rusya’nın gerek KGAÖ nezdinde gerek Orta Asya’daki üslerinin güçlendirilmesi için attığı adımlar ve bölgede düzenlediği ortak tatbikatlarla yalnızca siyasi veya ekonomik veçhede hareket eden rakiplerine göre daha fazla enstrümana sahip olduğu söylenebilir.

Tüm bunlara ek olarak, ilerleyen dönemde Wagner paralı askerlerinin bölgede faaliyet göstermesi de şaşırtıcı olmayacaktır. Zira, Rusya benzer politikalar yürüttüğü diğer sahalarda Wagner unsurlarını aktif bir şekilde kullanmış ve kullanmaya da devam etmektedir. Bu noktada, söz konusu paralı askerler son dönemde Rus dış politikasının önemli bir aracı olarak işlev görmektedir. Libya ve Ukrayna başta olmak üzere diğer emsaller düşünüldüğünde hem bölgede güvenliğin sağlanması hem askeri ve siyasi nüfuzun beraberce tahkim edilmesi hem de Libya sahasına benzer olarak bölgedeki doğal zenginliklerin çıkartılarak işlenmesi noktasında Wagner’in Afganistan’a girme ihtimali beklenti dâhilindedir. Sözün özü, böyle bir senaryo gerçekleştiği takdirde Rusya bir taşla birkaç kuş vurmuş olacaktır.

Özetle, Rusya kendi topraklarında ve “Yakın Çevre” addettiği eski Sovyet coğrafyasında radikal grupların güç kazanarak istikrarsızlık oluşturması fikrine, en az renkli devrimlerin yayılması fikri kadar karşıdır ve tehdit algılamaktadır. ABD’nin Afganistan’dan çekilme kararının bu yönde etkiler ortaya çıkarmasına ve yeni aktörlerin bölgede nüfuz alanı kazanarak Rusya’ya rakip olmasına karşı strateji benimsenmektedir. Bu ihtimallerin önlenmesi ve güç boşluğunun efektif bir şekilde doldurularak rakiplere alan açılmaması adına Moskova yönetimi hem Taliban’la diyaloğunu üst seviyede tutmakta hem de bölgedeki askeri tahkimatını bireysel inisiyatifler ve KGAÖ aracılığıyla artırmaktadır.