Müşküle Muhtarı Fevzi Kavuk'u uğurlarken...

Nâzım’ın mahpuslukta örgütlediği İsmail Başaran’ın döndüğü köyünde, Nâzım şiirleriyle, özellikle de “Şeyh Bedreddin Destanı”yla sosyalizm mücadelesine örgütlediği gençlerden biri de işte bizim Fevzi Ağabeyimiz, Fevzi Kavuk... Ve Müşküle Köyü... Ünlü Nâzım’ın çınarını Nâzım’ın ardından diken köy. Yakılan çınarı bu sefer üç ayrı ve bilinmeyen noktada diken köy...

Çağrı Kınıkoğlu

[2002 yılında NHKM bünyesinde yapılan Nâzımla Buluşma çalışmasına emek verenlerden birisi Çağrı Kınıkoğlu... Çalışma Müşküle köyünü, dün kaybettiğimiz TİP'li muhtarı Fevzi Kavuk'u ve Nâzım'ın çınarlarını anlatıyordu. Kınıkoğlu, Fevzi Kavuk'un ardından yazdı...]

Giden, o biten bir şarkı değildir...

Haberlere göre, Fevzi Kavuk ağabeyimizi yitirmişiz…

Mümkün mü? Nâzım’ın şiiri ölür mü? Bu topraklarda çınar ağacının soyu kurur mu?

İyi ama Fevzi Kavuk kim? Nâzım’la ilgisi ne? Çınar da nereden çıktı?

Nâzım’ın 1938 Donanma Davası ile işaretlenen uzun mahpusluğunda dağarcığını paylaştığı, yetiştirdiği, örgütlediği kişilerden birisi, Bursa Cezaevi’ne bir cinayet nedeniyle düşen, İznik Gölü’nün güney kıyısındaki Katırlı Dağları’nın bir yamacına kurulu Müşküle Köyü’nden İsmail Başaran. Hani anlatıyor ya Nâzım: “… / Bu göl İznik gölüdür / Yanında İznik kasabası. / İznik kasabasında / kırık bir yürek gibidir demircilerin örsü / Çocuklar açtır. / Kurutulmuş balığa benzer kadınların memesi. / Ve delikanlılar türkü söylemez./…” O delikanlılardan biri… Nâzım’ın “Ben İçeri Düştüğümden Beri…” şiirindeki “katillikten yatan Osman” gibi… Ancak İsmail Başaran, şiirdeki Osman gibi tahliye olup da bir süre sonra başka bir suçtan içeri girmiyor. Nâzım’la birlikteliği, onu bir sosyalist yapıyor. Öyle ki, daha sonra kendi oğlunu vuran kişiyi dahi, “kısasa kısas” deyip vurmuyor, gerilikle, yoksullukla mücadele etmeyi ve örgütlenmeyi seçiyor.

İsmail Başaran’ın cinayetten yatıp çıktıktan ve köyüne geri geldikten sonra, Nâzım şiirleriyle, özellikle de “Şeyh Bedreddin Destanı”yla sosyalizm mücadelesine örgütlediği gençlerden biri de işte bizim Fevzi Ağabeyimiz, Fevzi Kavuk. 27 Mayıs 1960’tan sonra askerin “ısrarıyla” Müşküle Köyü’ne muhtar olan, 1963 seçimlerinde, bu defa yakın zamanda kurulmuş Türkiye İşçi Partisi’nden aday olarak Adalet Partili adayı büyük bir farkla geçip, 1980’de, 12 Eylül’de tutulup Bursa Cezaevi’ne konulana kadar, tüm seçimlerde muhtarlığı alan; 1965 Genel Seçimleri’nde TİP’in Bursa’da da aday gösterebilmesi için canla başla çalışıp bunu başaran Fevzi Kavuk ve 1982 Anayasa oylamasında yüzde doksan oranında “Hayır” çıkarmayı beceren çalışmayı örgütleyenlerden Fevzi Kavuk…

Fevzi Ağabeyimiz ile 2002 yılı baharında tanışmıştık; Nâzım’ın yüzüncü doğum yılı için hazırlamaya soyunduğumuz bir video üzerine çalışırken. Nasıl bir eksen ve konu üzerinden işleyeceğimizi düşünüp taşınırken, bir zamanlar dostumuz oyuncu Halil Ergün anlatmıştı bize bu hikâyeyi: Bursa’nın Müşküle Köyü’nü, köyde Nâzım için dikilen çınarı, ardından yaşananları… Bir heyecanla soluğu Müşküle’de almıştık. Dönemin TİP yöneticilerinden Yalçın Cerit yoldaşımız ne yapıp edip bulmuştu nasıl ulaşacağımızı… O sayede, “Nâzım’la Buluşma” adını verdiğimiz video için, Fevzi Ağabey’den dinlemiştik, İsmail Başaran’ın hikâyesini, Nâzım’ın ilk ölüm yıldönümünde, onun “Vasiyet” şiirinden ilhamla 1964’te Müşküle’ye dikilen çınarı, sosyalist aydınların çınar başında düzenledikleri Nâzım anmalarını, 1 Mayıs kutlamalarını, 1978’de çınarın dikildiği arazinin sahibinin baskılara dayanamayıp “zeytinleri gölgelediği” gerekçesiyle ağacı kesmesini, ağacın yeniden sürgün vermesini, bu yeni sürgünün 12 Eylül 1980’den hemen sonra bir kez daha kesilmesini, bu defa kesilmekle yetinilmeyip kökünün de yakılmasını, sonra kimseye bildirilmeden üç ayrı noktaya tekrar birer çınar dikilmesini…

Fevzi Kavuk’un öldüğünü söylüyor haberler…

“Şeyh Bedreddin Destanı” öldü demek gibi bir şey bu… “Memleketimden İnsan Manzaraları” öldü demek gibi bir şey… Çınar ağacının kökü kurudu, demek gibi bir şey…

Olacak şey mi?

Memleketin ne çok yerinde dikili o çınarlar:

Sürgün verdi daima ve daima verecek…

NÂZIM'IN MAHPUSLUĞU

Hatırlayalım; kısa bir tarihsel özetle başlayarak:

Sermaye sınıfının geleneği olarak düzmece bir davayla, tarihe 1938 Donanma Davası olarak geçmiştir, bir kez daha mahkûmiyetle karşılaşmıştı Nâzım Hikmet. Önce Ankara’ya, sonra Çankırı’ya ve ardından da Bursa’ya getirilmişti “ceza”sını çekmek üzere.

Türkiye tarihinin önemli kesitlerinden biri bu bahsi geçen dönem. 1923’te kurulan genç cumhuriyetin oturma yılları; kurumlaşma yılları. İleri ile geri olanın, sıçrama ile yerinden kalkamamanın, cüret ile ürkekliğin iç içe geçtiği yıllar. Aydınlatma iddiasındaki bir genç cumhuriyetin, halkın aydınlanmasından duyduğu ürküntünün ve çekincenin cisimleştiği yıllar. Mustafa Kemal’in artık sağlık sorunları da baş gösterdiğinden, mevcut iktidar içindeki siyasi gerilimlerin de yoğunlaştığı yıllar.

Nâzım, büyük şair. Nâzım, sevdalımız, komünist. Değil mi ki “sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir kitle” iddiasına karşı, gerçekten sınıfsız bir toplum ve dünya arzuluyordu bu komünist şair, bunun için mücadele ediyor ve üretiyordu, sınıfsal bir “ceza”ya muhatap olacaktı elbette; 1938 Donanma Davası buydu… On iki yılını almışlardı Nâzım’ın; yani, aldıklarını sanmışlardı:

Nâzım bu… Ne yapıp edip mücadelesine devam etmeye kararlı bir komünist: Cezaevini okula çevirmekle yetinmeyip, örgütlenmek için de değerlendirecekti. Öyle bir örgütlenme arzusu ki, geride “Kemal Tahir’e Mektuplar” gibi çok değerli bir esere dönüşecek dersleri, Orhan Kemal gibi büyük bir edebiyatçının yetişmesi gibi çabaları da nakşediyor tarihimize. Kemal Tahir’in 1940-1941’de tuttuğu ve sonrasında yayınlanan ‘Cezaevi Notları’ndan da görüyoruz ki, Nâzım, o koşullarda dahi felsefeden sanata, siyasal gelişmelerden Sovyetler Birliği’nin konumuna, 2. Dünya Savaşı’na kadar pek çok alanda birikimini canlı ve “nida ve soru işaretlerinden kurtulmuş” vaziyette paylaşmaktadır etrafındakilerle: sınıf mücadelesi ekseninde.