Rekabet Kurulu kararları idari yargı denetimine tabidir. 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un 55 inci maddesinde de ifade edildiği üzere Rekabet Kurulu kararlarına karşı idari yargıda dava ikame edilebilmektedir. Kurul kararlarının niteliği gereği iptal davası söz konusu olmaktadır. İptal davaları büyük ölçüde hakkında yaptırım kararı uygulanan teşebbüs yahut şikâyet veya ihbar yoluyla yaptırım talebinde bulunan ancak talebi reddedilen teşebbüsler tarafından açılmaktadır. Diğer yandan şikâyet veya ihbarda bulunan teşebbüs olmayan gerçek kişiler de bulunmaktadır. Kurul tarafından talebi reddedilen bu grubunda iptal davası ikame ettiği görülmektedir. Ancak mahkeme kararlarında bu kişilerin davalarının bir kısmının ehliyet yönünden reddedildiği dikkat çekmektedir. Bu yazıda teşebbüs olmayan gerçek kişiler tarafından Rekabet Kurulu kararlarına karşı açılan iptal davalarında bu kişilerin subjektif dava ehliyeti yönünden inceleme yapılacaktır. Bununla beraber yazıda gerçek kişi ifadesi ile teşebbüs olmayan gerçek kişiler kast edilecektir.

Rekabet ihlalleri karşısında ihbar, meşru bir menfaati bulunan gerçek veya tüzel kişilerin şikâyeti yahut Bakanlığın talebi üzerine veya resen soruşturma başlatılabilir. Bununla beraber şikayet için Kanun’un 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasında gerçek ve tüzel kişi için meşru menfaat şartı belirtilmiştir. Ancak hükümde yer alan meşru menfaat şartının gerçek kişiler yönünden oldukça geniş olduğu ifade edilebilecektir. Nitekim, Kurul’un bir şikâyete dahi gerek duymadan resen harekete geçme yetkisi vardır. Diğer yandan isim vermeden dahi rekabet ihlalleri Kurul’a ihbar edilebilmektedir. Bu hususlar gözetildiğinde rekabet ihlali karşısında gerçek kişinin Kurul’u harekete geçirmesi yönünden oldukça geniş bir imkânı bulunduğu ifade edilecektir. Örneğin, geçen yıl aşırı yükselen soğan fiyatları karşısında Kurul tarafından resen bir ön araştırma yapılmıştır. Rekabet Kurulu kararında incelemenin resen yapıldığını “Çeşitli basın ve yayın organlarında yer alan patates ve soğan fiyatlarına yönelik haberlerden dolayı, bu ürünlerin ticaretiyle iştigal eden teşebbüslerin 18-27/440-210 2/10 rekabet karşıtı davranışlar içerisinde bulunup bulunmadıklarının incelenmesi gereği hasıl olmuştur.” ifadesiyle belirtmiştir.[1] Bu örnekten hareketle gerçek bir kişinin rekabet ihlali taşıması söz konusu olan bir haberi Kurul’a sadece iletmesiyle dahi söz konusu faaliyetlerin Kurul’un incelemesine tabi olabileceği ifade edilecektir. Keza madde de şikâyet için sadece meşru menfaat ifadesi yer almakla beraber ayrıca bir şart belirtilmemiştir. Nihayetinde, gerçek bir kişinin rekabet ihlali karşısında oldukça geniş bir kapsamda Kurul’a şikâyet etme hakkı bulunmaktadır.

Yine başka bir örnekte Necip Aydın adındaki gerçek bir kişi Adıyaman’da faaliyet gösteren akaryakıt bayilerinin aralarında anlaşarak fiyat belirledikleri ve tüketiciye tek fiyat uyguladıkları iddiasıyla Kurul’a şikâyette bulunmuştur. Kararda soruşturmaya sevke ilişkin olarak şikayetçi yönünden meşru bir menfaat değerlendirmesi yapılmaksızın şikâyete konu faaliyetler yönünden değerlendirme yapılarak soruşturma açılmasına karar verildiği belirtilmiştir. Nitekim kararda Anılan başvuruya ve ihbarlara istinaden hazırlanan 30.11.2016 tarihli İlk İnceleme Raporu, Rekabet Kurulunun (Kurul) 06.12.2016 tarihli toplantısında görüşülerek dosya konusu iddialara yönelik olarak 4054 sayılı Kanun çerçevesinde bir soruşturma açılmasına gerek olup olmadığının belirlenmesi amacıyla aynı Kanun’un 40. maddesi uyarınca önaraştırma yapılmasına 16-42/695-M sayıyla karar verilmiştir. [2] ifadeleriyle şikayete konu faaliyetler yönünden değerlendirme yapıldığı açıkça yer almaktadır. Yine benzer bir örnek olarak Fakir Hüseyin Erdoğan ve Sinem Akça adında gerçek kişiler sinema salonlarında yiyecek ve içecek fiyatlarının çok yüksek olduğu iddiasıyla gerekli işlemlerin yapılması için şikâyet ve talepte bulunmuşlardır. Kurul kararında başvurunun incelenerek kararı bağlandığı belirtilmekle beraber gerçek kişi şikayetçiler yönünden meşru bir menfaat değerlendirmesi yer almamaktadır. Karar’da yer alan “Kurum kayıtlarına 08.12.2015 tarih ve 5862 sayı ile giren başvuru üzerine hazırlanan 07.01.2016 tarih ve 2015-5-49/İİ sayılı İlk İnceleme Raporu, 14.01.2016 tarihli Kurul toplantısında görüşülmüş ve 16-02/40-M sayı ile tüm sinema işletmecilerine yönelik olarak önaraştırma yapılmasına karar verilmiştir.”[3] ifadeyle incelemenin yapıldığı belirtilmektedir.

Bu örneklerden görüleceği üzere Rekabet Kurulu’na şikâyette bulunan gerçek kişiler yönünden Kanun’un 9 uncu maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “meşru menfaat” şartının oldukça geniş bir açısıyla ele alındığı görülecektir. Bu durum gerek 4054 sayılı Kanun’un gerekse de rekabet hukukunun amaçları ve hedefleri doğrultusunda son derece uygun düşmektedir. Buna karşın kararlara karşı açılan iptal davalarında ise mahkemelerin teşebbüs olmaya gerçek kişiler yönünden çok daha dar bir bakış açısına sahip oldukları görülmektedir. Çeşitli iptal davalarında gerçek kişi yönünden (subjektif) ehliyeti olamayacağından bahisle davaların reddedildiği kararlar görülmektedir. Bu noktada şöyle bir durum ortaya çıkmaktadır. Gerçek kişinin idareyi harekete geçirmesi oldukça kolay iken idarenin yargısal denetimini istemesi çok daha zor olmaktadır. Bu durumun ise idareyi yargısal denetimden uzaklaştırması sebebiyle ciddi bir sorun teşkil edeceği açıktır.

4054 sayılı Kanun’un 55 inci maddesinde yer aldığı üzere Rekabet Kurulu kararlarına karşı idari yargıda dava açılabilmektedir. Maddede “İdari yaptırım kararlarına karşı yetkili idare mahkemesinde dava açılabilir.” hükmü yer almaktadır. Diğer yandan Kurul kararının idari işlem olması sebebiyle de idari yargılamaya konu olacağı açıktır. Bu madde dışında davacı yönünden herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Bu sebeple davacı yönünden inceleme için idare hukukunun genel esaslarına gidilecektir. Öncelikle idari yargıda bir dava açabilmek için davacının ehliyetli olması gerekmektedir. Nitekim, 2577 sayılı İdari Yargılama Kanunu’nun 5 inci maddesinde ehliyet dilekçede ilk incelenecek hususlardan biri olarak yer almaktadır. Diğer yandan iptal davaları bakımından aynı kanunun 2 inci maddesinde yer alan “İdari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları.” hükmü doğrultusunda davacı yönünden bir menfaat ihlali olması gerekmektedir.

2577 sayılı Kanun’da ehliyeti açıklayan bir hüküm bulunmamakla beraber md.31 doğrultusunda Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na yollama yapmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 50 ve 51 inci maddelerinde dava ve taraf ehliyetleri düzenlenmiştir. En kısa haliyle dava ehliyeti; hak ehliyetini, taraf ehliyeti ise fiil ehliyetini ihtiva etmektedir. Bu halde bir iptal davası ikame edebilmek için hak ehliyeti ve fiil ehliyetine sahip olmak gerekmektedir. Ehliyet yönünden bu şartlar idare hukukunda objektif dava ehliyeti, 2577 sayılı Kanun’un ikinci maddesinde yer alan menfaat ihlali şartı ise subjektif dava ehliyeti olarak nitelendirilmektedir. Bu halde iptal davası açabilmek için davacıda objektif ve subjektif dava ehliyeti bulunması gerekmektedir.

Yukarıda yer alan esasları Rekabet Kurulu kararlarına karşı ikame edilen iptal davalarına uyarladığımızda şu hususlar ortaya çıkmaktadır. İptal davası için hak ve fiil ehliyetine sahip olmak ve karardan dolayı menfaatin ihlali gerekmektedir. Hak ve fiil ehliyeti yönünden objektif nitelik taşımaları itibariyle kural olarak tartışmaya açık bir durum bulunmamaktadır. Ancak menfaat ihlali yönünden tam tersi bir durum söz konusu olup oldukça tartışmaya açıktır. Nitekim başta da ifade edilen davaların reddi sorunu da subjektif dava ehliyeti yönünden doğmaktadır.

Subjektif dava ehliyetini içeren menfaat ihlaline yönelik 4054 sayılı Kanun’da ve 2577 sayılı Kanun’da bir tanımlama bulunmamaktadır. Bu itibarla menfaat ihlali kavramı doktrin ve yargı kararlarıyla somutlaştırılmaktadır. Menfaat kelimesi Büyük Türkçe Sözlük’te çıkar olarak tanımlanmaktadır. Çıkar kelimesi ise dolaylı bir biçimde elde edilen kazanç, menfaat, yarar olarak tanımlanmaktadır. Bu bakımdan menfaatin bir çıkarı ihtiva ettiği ifade edilecektir. İptal davası için gereken menfaatinde alelade bir menfaat olduğu belirtilmektedir.[4] Bununla beraber doktrinde Onar, Güran, Özay ve Demirkol; menfaati davacı ile dava konusu işlem arasındaki “ciddi ve makul bir alaka” olarak görmektedir.[5] Bu haliyle menfaatin oldukça geniş bir şekilde görüldüğü ifade edilecektir. Bu sebeple menfaat kavramının çok geniş yorumlanması halinde idarenin sürekli dava tehdidi altında kalacağı görüşü bulunmakla beraber bu görüşe karşı idarenin işlemlerinde hukuka ve kanuna uygun olma zorunluluğunu hissettirmesi bakımından aleyhe değil lehe bir durum teşkil ettiği ifade edilecektir.[6] Yapılan tartışmalar neticesinde menfaat kavramı yargı kararları ve doktrin görüşleriyle meşru, kişisel ve güncel unsurları ile somutlaştırılmaktadır. Bu halde iptal davası açan gerçek kişinin meşru, kişisel ve güncel bir menfaati olması gerekmektedir.

Bu halde gerçek kişinin, Kurul kararına karşı iptal davası açabilmesi için meşru, kişisel ve güncel bir menfaati bulunması gerekmektedir. Bu unsurlardan meşru ve güncel hususlarının kolaylıkla sağlanabileceği ifade edilecektir. Nitekim, iptal davasına konu karar hukuksal bir idari işlemden kaynaklanmaktadır, süre bakımından ise iptal davası açma süresi söz konusu olduğundan güncellik hususu da kendiliğinden gerçekleşmektedir. Bu noktada kişisel olma unsuru tartışmaya açık kalmaktadır.

Menfaatin kişisel unsurunu Onar, dava konusu idari işlemin doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak davacıya etki etmesi olarak nitelendirmiştir. Bu noktada menfaatin kişiselliğinden kastedilenin, ortada iptal davasına konu edilen bir idari işlemle bozulmuş, doğmasına engel olunmuş bir hukuki durumun bulunması ve davacının da bu hukuki durumun tarafı veya yararlananı olmak istemesi olduğu da söylenebilir.[7] Bu noktada Kurul kararından gerçek kişiye bir etki bulunması gerektiği ifade edilecektir. Dolayısıyla rekabet ihlalinden gerçek bir kişinin etkilenip etkilenmeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir.

4054 sayılı Kanun’un Amaç başlıklı 1 inci maddesi “Bu Kanunun amacı, mal ve hizmet piyasalarındaki rekabeti engelleyici, bozucu veya kısıtlayıcı anlaşma, karar ve uygulamaları ve piyasaya hâkim olan teşebbüslerin bu hâkimiyetlerini kötüye kullanmalarını önlemek, bunun için gerekli düzenleme ve denetlemeleri yaparak rekabetin korunmasını sağlamaktır.” hükmünü ihtiva etmektedir. Bu hükümde esas amacın rekabetin sağlanması olduğu belirtilmekle beraber gerçek kişilere yönelik açık bir ifade yer almamaktadır. Ancak rekabetin bozulması halinde sadece teşebbüslerin değil pazarda yer alan tüm tarafların etkileneceği, bu haliyle pazardaki nihai kullanıcı olan tüketicinin de etkileneceği bir gerçektir. Diğer yandan Kanun’un 5 inci maddesinde teşebbüslerin muafiyetten yararlanabilmesi için gereken şartlardan birisi “tüketicinin yarar sağlaması” olduğu belirtilmiştir. Bu halde muafiyet kurumunda tüketici açıkça belirtilmiştir. Yine hâkim durumun kötüye kullanılmasında Kanun’un 6 ncı maddesinin 2/e bendinde yer alan “Tüketicinin zararına olarak üretimin, pazarlamanın ya da teknik gelişmenin kısıtlanması.” hükmüyle tüketiciye etki eden bir rekabet ihlalinden bahsedilmiştir. Son olarak tüm rekabet ihlalleri halinde tüketicinin de zararını talep edebildiği Kanun’un 56 ve 59 uncu maddelerinde 3 kat tazminat davası olarak nitelenen tazminat davası düzenlenmiştir. Bu dava özel hukuk davası olup herhangi bir rekabet ihlalinde ikame edilebilmektedir. Bu davadan hareketle sadece muafiyet veya hâkim durum ihlallerinde değil tüm rekabet ihlallerinde gerçek kişinin etkilenebileceği ifade etmek gerecektir. Keza 3 kat tazminat davasının temel şartı da 4054 sayılı Kanun’u ihlal eden fiil ve işlemlerle rakip teşebbüslere, diğer piyasa katılanlarına (tek satıcı, acente, toptancı, perakendeci vs) ve tüketicilere zarar verilmesidir.[8] Bu noktada rekabete aykırı davranışlardan gerçek kişinin de etkileneceğini açıkça ifade etmek gerekecektir. O halde Kurul kararına karşı iptal davası ikamesi için gereken menfaat ihlali şartının kişisellik unsuru yönünde de bulunabileceği görülmektedir. Dolayısıyla, gerçek kişinin Kurul kararına karşı iptal davası ikamesinde subjektif ehliyet yönünden menfaat ihlalinin güncel, meşru ve kişisel unsurlara sahip olabileceği ifade edilecektir.

Mahkemelerin ise gerçek kişilerin Rekabet Kurulu kararlarına karşı iptal davası bakımından çok daha dar bir anlayış içerisinde oldukları görülecektir. Bu bakış rekabet hukukundan öte idare hukuku bakımından, çok da yerinde olmayan bir anlayıştır. Nitekim, Rekabet Kurulu kararları idari işlemdir ve bu idari işlemi yargısal denetimden uzaklaştırmak hukuk devleti ilkesiyle çok da bağdaşmamaktadır. Nitekim, Anayasa’nın 125 inci maddesinde ifade edildiği üzere idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. Haliyle ehliyet yönünden çok dar bir yorumda bulunarak gerçek kişilerin dava ikamesini engellemek Anayasa’ya da uygun olmayan bir yaklaşım olacaktır. Gerçek kişi ehliyetinin davanın esasına etki etmeyen sadece davanın dinlenmesi için gereken bir husus olması da gözetildiğinde idari işlemi yargı nezdine taşıyan kişiyi engellemek yerine idari işlemi hukuk ve kanun yönünden incelemek hukuka ve Anayasa’ya çok daha uygun olacaktır.

Buradan itibaren örnek mahkeme kararları ile idari yargının Rekabet Kurulu kararlarına karşı gerçek kişileri ehliyet yönünden nasıl değerlendirdiği incelenecektir. İlk örnek olarak, Rekabet Kurulunun 16.10.1998 tarih ve 87/693- 138 sayılı kararı ile TEDAŞ Türkiye Elektrik Dağıtım A.Ş.'ye ait 17 görev bölgesindeki elektrik dağıtım tesislerinin işletme haklarının ilgili firmalara devrine şartlı olarak izin verilmesine karar verilmiş olması üzerine BEDAŞ’da sözleşmeli personel olan davacı Gürsel Ümit Sezer tarafından söz konusu Kurul Kararı ile şartlı izin verilmesine dayanak olduğu iddia edilen 12.8.1997 tarih ve 23078 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Rekabet Kurulu'ndan İzin Alınması Gereken Birleşme ve Devralmalar Hakkında Tebliğ'in (Tebliğ No:1997/1) 6. maddesinin iptali istemiyle dava açılmıştır. Danıştay, Yargı kararları ile iptal davalarının idari işlemlerle kişisel, güncel, meşru menfaati ihlal edilenler tarafından açılacağı kabul edilmektedir diyerek genel esasını ifade ettikten sonra Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanlığı ile görevli şirketler arasında imzalanacak olan imtiyaz sözleşmelerinde yer alan bazı hususlara ilişkin öneriler içeren Kurul kararının ve bunun dayanağı olduğu iddia olunan Tebliği'n davacının güncel, kişisel ve aktüel bir menfaatini ihlal ettiğinden bahsetmeye olanak bulunmamaktadır.[9] diyerek tam olarak neden kişisel, meşru ve güncel menfaatin olmadığını izah etmeden (subjektif) ehliyet yönünden davayı reddetmiştir. Kararda tetkik hâkim ise subjektif dava ehliyeti şartının sağlandığını ve aksi yönde görüşün iptal davalarının amacına aykırı olduğunu şu ifadelerle açıklamıştır: “Subjektif ehliyet koşulunun; idari işlemlerin hukuka uygunluğunun, iptal davası formunda denetlenme alanını genişletecek şekilde yorumlanması gerekmektedir. Aksi halin kabulü ise; dava konusu uyuşmazlıkta olduğu gibi, hukuka aykırı olduğu iddia edilen işlemlerin hiçbir şekilde yargı mercilerinin önüne getirilememesi sonucunu doğurur ki, bunun da iptal davalarının amacıyla bağdaştırılma olanağı bulunmamaktadır. Belirtilen nedenle, ehliyetli şahıs tarafından açılmış bulunan davanın esasının incelenmesi gerektiği düşünülmektedir.” Tetkik hâkim tarafından ifade edilen görüş gerçekten hem iptal davasının amacının gerçekleştirilebilmesi hem de hukuk devleti ilkesi yönünden çok büyük önem taşımaktadır. Bununla beraber davacı tarafından bu karar temyiz edilmiş ancak temyiz incelemesi sonucunda da temyiz talebinin reddine karar verilerek daire kararı onanmıştır.[10] Karara muhalif olan üç üye ise davacının, diğer idari davasına atıfta bulunarak bu dava için de ehliyetinin bulunduğunu belirterek kararın bozulması gerektiği yönünde karşı görüş bildirmişlerdir.

Başka bir örnek 12 banka kararına ilişkindir. Davacı Oğuzkan Güzel tarafından, 12 banka kararında eksik para cezası uygulandığı iddiasıyla Rekabet Kurulu'nun 08.03.2013 tarih ve 13-13/198-100 sayılı kararının iptali istemiyle dava açılmıştır. İdare Mahkemesi “iptal davasının subjektif ehliyet koşulu olan "menfaat ihlali" doktrin ve içtihatlarda dava konusu işlemle davacı arasında kurulan kişisel, meşru, güncel bir menfaat ilişkisi olarak tamamlanmaktadır. Sözü edilen menfaat ilişkisinin varlığı ve sınırları her olayda uyuşmazlığın niteliğine göre yargı yerince belirlenmektedir.” şeklinde genel esaslarını ifade ettikten sonra “davacının, düşük para cezası uygulandığı iddiasıyla dava konusunu oluşturan, Türkiye’de faaliyet gösteren 12 bankanın mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetleri alanında 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesini ihlal ettiklerinden bahisle para cezası verilmesine ilişkin Rekabet Kurulu kararının iptalini istemekte, kişisel, meşru ve güncel menfaatinin bulunmadığı sonucuna varıldığından, davacının anılan Rekabet Kurulu karanın iptali istemiyle dava açma ehliyeti bulunmamaktadır.[11] gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Mahkeme gerekçesinde davacının menfaat ihlali bulunmadığını belirtmekle beraber neden menfaat ihlali bulunmadığına yönelik açık bir değerlendirmede bulunmamıştır. Bu haliyle kararda menfaat ihlalinin neden olmadığı hususunun oldukça belirsiz kaldığı ifade edilecektir. Söz konusu yerel mahkeme kararı temyiz edilmiş, karar Danıştay tarafından onanmıştır.[12] Onama kararında karşı bir üye karşı oy kullanarak davacının menfaat ilişkisi bulunduğunu ifade etmiştir. Daire Üyesi “… davacının, soruşturmaya konu 12 banka arasında yer alan 5 bankada çeşitli hesapları ve kredi kartlan bulunduğu, bankalardan finansal hizmetler aldığı, 2008 yılı içerisinde konut kredisi kullandığı, soruşturmaya konu dönem içerisinde kullandığı konut kredisi işlemlerinde, kartel oluşumu nedeniyle fazladan faiz ödediği iddialarına yer verildiği görülmekte olup, bu iddialar karşısında, dava konusu işlem ile menfaat ilişkisinin olduğunun kabulü gerektiği, bu kapsamda işin esasının incelenmesi gerekmekte iken, davanın ehliyet yönünden reddine dair temyize konu Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle, aksi yönde oluşan karara katılmıyorum.” gerekçesiyle onama kararına katılmamıştır. Karşı görüş incelendiğinde gerçekten de davacının, dava konusu karar ile menfaat ilişkisinin bulunduğu görülmektedir. Ancak buna rağmen Daire tarafından neden menfaat ilişkisi bulunduğuna yönelik itiraz değerlendirilmeden karar onanmıştır.

Yine güncel bir kararda davacının davası ehliyet yönünden reddedilmiştir. Davacı Resul Maraşlıoğlu tarafından Migros’un Tesco Kipa’ya ait hisselerin %95.495'ini devralmasına yönelik işlemine izin veren Rekabet Kurulu'nun 09.02.2017 tarihli ve 17-06-56-22 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu iddiasıyla iptal davası ikame edilmiştir. İdare Mahkemesi tarafından “Kamu kurum ve kuruluşlarının eylem ve işlemlerinin hukuka uygunluğunun yargısal denetim yoluyla sağlanmasının en etkin araçlarından biri iptal davalarıdır. İptal davalarında, genel (objektif) ehliyet koşulu yanında uyuşmazlık türlerine göre değişen (sübjektif) ehliyet şartına da sahip bulunmak gerekmektedir. "Menfaat ihlali" olarak tanımlanan subjektif ehliyet koşulunun kişiye bağlı subjektif hak ihlallerinin giderilmesinin yanı sıra, idari işlemlerin hukuka uygunluğunun denetlenebilmesi kapsamında da belirlenmesi gerekmektedir. Davacı ile iptali istenilen idari işlem arasında kurulabilecek bir ilişki veya ilgi, menfaat ihlali koşulunun varlığı için yeterlidir. Bu itibarla yargısal kararlarda menfaat ihlali koşulu, davacının idari işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisinin kurulması gerektiği şeklinde tanımlanmıştır. … Öte yandan; iptal davalarıyla güdülen amaç, idari işlemlerin hukuka uygunluğunun yargı yoluyla denetlenmesidir. Ancak yargısal denetim amacıyla her idari işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idari işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunması koşuluna ihtiyaç duyulmuş ve her olay ve davada, yargı merciine başvurarak dava açan kişinin menfaatinin, iptali istenen işlemle ne ölçüde ihlal edildiği veya ihlal edilip edilmediğinin takdiri de bu merciilere bırakılmıştır.[13]şeklinde genel esaslarını belirtmiştir. Bu kapsamda öncelikle iptal davası için menfaat ihlali bulunması gerektiğini ardından menfaat ihlali bağlantısının geniş yorumlanmaması gerektiği ifade edilmiştir. Bu bakımdan yukarıda ifade ettiğimiz idari işlemin yargısal denetimden uzaklaştırılacağı yönündeki görüşü tekrar vurgulamak yerinde olacaktır. Aynı zamanda yargı erkinin yürütme erkini denetleme görevi söz konusu iken yargının yürütmeyi denetimden uzaklaştıracak görüşlere öncelik tanımasının da hukuk devleti ilkesine ve Anayasal olarak uygun olmadığını ifade etmek yerinde olacaktır. Devamında davacı ise menfaat ilişkisine yönelik olarak, kendisinin Ankara'daki bazı marketlerden alışveriş yaptığı ve dava konusu işlem ile alışveriş yaptığı marketlerin Migros Ticaret A.Ş'nin tekeline girdiği, bu sebeple tüketici olan bir vatandaş sıfatıyla sıkıntılı bir hale geleceğini beyanında bulunmuştur. Yerel Mahkeme yaptığı değerlendirme sonucunda Türkiye'deki bir tüketici sıfatına haiz vatandaş olmanın, dava konusu işlem ile davacı arasında meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisinin kurulmasına imkân sağlamadığı açık olup, aksi durumun dava açma ehliyetine ilişkin yasal düzenlemenin amacına aykırı olacağı anlaşıldığından davacının bu davayı açmaya ehliyetli olmadığı sonucuna varılmıştır.” şeklindeki gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Bunun üzerine Davacı tarafından istinaf yoluna gidilmiş, Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesince istinaf başvurusu reddedilmiştir.[14] İstinaf başvurusunun reddi üzerine Davacı taraf temyiz başvurusunda bulunmuş, temyiz incelemesi sonucunda kararın usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek temyiz istemi reddedilmekle karar onanmıştır.[15] Bununla beraber karara Başkan ve bir üye karşı oy kullanmıştır. Karşıoy gerekçesinde yer alan “… dava konusu devralma işlemine izin verilmesine ilişkin kararda etkilenen olarak belirlenen pazarlar da göz önüne alınarak incelendiğinde, parekende sektörün ön plana çıktığı, bu durumda dava konusu işlemin tüketicileri etkileyebileceği, davacının, ‘işlem nedeniyle tek bir şirket üzerinden hizmet almak zorunda kaldığı, farklı ürün seçenekleri, farklı kalitede ürünlere erişme, rekabetçi fiyat imkanlanndan yararlanma hakkının etkilendiği iddiaları da dikkate alınarak dava konusu işlem ile makul bir menfaat ilgisinin, dolayısıyla dava açma ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerektiğinden, …” görüşüyle onama kararına katılmayarak davacının menfaat ilişkisinin bulunduğu ifade etmişlerdir.

Gerçekten de tüketici sıfatını haiz davacının hemen her gün ilişkide bulunduğu bir teşebbüsle menfaat ilişkisinin bulunduğu aşikardır. Yalnız Yerel Mahkeme kararına dikkat edilirse esas meselenin menfaat ilişkinin olup olmamasından ziyade herkese dava açma imkânı sunulması halinde idarenin sıkıntıya düşeceği vurgulanarak ehliyet yönünden reddine karar verildiği görülmektedir. İdarenin davalar ile karşı karşıya kalması halinde idari istikrarsızlık teşkil edeceğini ifade etmek güçtür. Zira dava başta da aktarıldığı üzere idareyi hukuka ve kanuna uygun davranmaya zorlayan bir faktör olacaktır. Diğer yandan bu kapsamda birçok kişinin dava açması halinde tek tek davalar olmayacak İYUK md.38 doğrultusunda bağlantılı dava kurumundan faydalanılabilecektir. Bu itibarla davaları istikrarsızlığa sebep olan kurumlar değil idareyi hukuka ve kanuna uygun olmaya iten meşru bir faktör olarak görmek gerekmektedir. Dolayısıyla bu yöndeki gerekçeye katılma imkânı yoktur.

Bir başka örnekde davacı Aydın Çelen tarafından, Duru Bulgur Gıda’nın, satışını yaptığı ürünlerin, yeniden satış fiyatlarını belirleyip belirlemediğine yönelik soruşturma açılmasına gerek olmadığı yönünde verilen 08/03/2018 tarih ve 18-07/112-59 sayılı Rekabet Kurulu Kararı’nın iptali istemiyle dava açılmıştır. İdare Mahkemesi yukarıda yer verilen Resul Maraşlıoğlu kararındaki esas ve gerekçelere yer vermiştir. Davacı tarafından ise karar ile olan menfaat ilişkisine yönelik “Ankara'da ikamet eden ve Duru ürünlerini tüketen bir tüketici olarak, Duru'nun dava konusu işlemde bahsi geçen ürünlerinin Ankara da dahil olmak üzere Türkiye'nin değişik illerinde tüketiciye satış fiyatlarını yükseltmeye yönelik eylemleri neticesinde menfaatim ihlal edilmiştir." şeklinde beyan verilmiştir. Yerel Mahkeme yaptığı değerlendirme sonucunda “Türkiye'deki bir tüketici sıfatını haiz vatandaş olmanın, dava konusu işlem ile davacı arasında meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisinin kurulmasına imkân sağlamadığı açık olup, aksi durumun dava açma ehliyetine ilişkin yasal düzenlemenin amacına aykırı olacağı anlaşıldığından, davacının bu davayı açmaya ehliyetli olmadığı[16] sebebiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karara muhalif üye tarafından “.. söz konusu ihlalin sonucu olarak, tüketicinin satın aldığı ürünün fiyatının, olması gerekenden daha yüksek bir seviyeye çıkarılmış olması ihtimaline binaen, yeniden satış fiyatının belirlenmesi ihlalinin, tüketiciyi doğrudan ilgilendiren bir ihlal türü olduğu ve anılan firmanın faaliyet gösterdiği pazarlar kapsamında yer alan ürün ve hizmetlerin Türkiye genelinde sunulan ürün ve hizmetler olması nedeniyle firma hakkında soruşturma açılması halinde, coğrafi pazarın "Türkiye" olarak genişleme ihtimali göz önüne alındığında, kendisi de bir tüketici olan ve dava konusu işlemden menfaati etkilenebilecek olan davacının, iş bu davayı açmaya ehliyetli olduğunun kabulü gerektiği …” gerekçesiyle davacı tüketici ile davaya konu işlem arasında menfaat ilişkisi bulunduğu belirtilmiştir.

Buraya kadar yer verilen mahkeme kararlarında mahkemeler menfaat ilişkisi bulunmadığından bahisle gerçek kişilerin ikame ettiği iptal davalarını reddetmişlerdir. Bu kararlara karşın dava ehliyeti itirazını reddederek iptal talebinin esastan incelendiği kararlar da bulunmaktadır. Örneğin, Danıştay bir kararında Veysi Mungan tarafından Roche Müstahzarları hakkında yapılan şikâyetin reddine karar verilen Rekabet Kurulu'nun 30.10.2006 tarih ve 08-61/996-388 sayılı önaraştırma kararının iptali istemiyle açılan davada, davacının ehliyeti bulunmadığına yönelik itirazı yerinde görmeyerek davayı esastan incelemiş ve kararın iptaline karar vermiştir[17]. Kararda dava ehliyeti yönünden menfaat ilişkisine yönelik ayrı bir değerlendirme yapılmamıştır.

Yine benzer başka bir kararda LPG'li araç kullanıcısı olan davacı Musa Başaran tarafından Aygaz’ın bayilerinin yeniden satış fiyatını belirlediği iddiasına yönelik olarak soruşturma açılmasına gerek görülmeyen 13.03.2013 tarih ve 13-14/204-105 sayılı Rekabet Kurulu kararının iptali istemiyle dava açılmış ve davalı tarafından davacının ehliyetinin bulunmadığı iddiası Yerel Mahkeme tarafından yerinde görülmeyerek esasa geçilmiş ve Kurul kararının iptaline karar verilmiştir.[18] Kararda davacının ehliyeti yönünden ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır. Yerel mahkemenin davayı kabul etmesi üzerine davalı idare tarafından temyiz[19] ve karar düzeltme[20] istemleri reddedilerek karar kesinleşmiştir. Bu iki örnekten görüleceği gerçek kişilerin ikame ettiği iptal davalarında ehliyet yönünden menfaat ilişkisinin bulunduğuna yönelik kararlar da bulunmaktadır.

Tüm bu hususlardan hareketle, Rekabet Kurulu kararlarına karşı teşebbüs olmayan gerçek kişiler tarafından iptal davaları ikame edilebilmektedir. Davanın dinlenebilmesi için davacının objektif ehliyet şartının yanından subjektif ehliyet şartını taşıması gerekmektedir. Bu kapsamda davacının Kurul kararı ile arasında güncel, meşru ve kişisel bir menfaat ilişkisi olmalıdır. Bu sebeple Kurul kararının gerçek kişiyi bir şekilde etkilemesi gerekmektedir. 4054 sayılı Kanun incelendiğinde bazı durumlarda tüketicinin etkilendiği açıkça ifade edilmiştir, yine 3 kat tazminat davasının varlığı da gerçek kişinin etkilendiğinin bir diğer yansımasıdır diğer yandan rekabet ihlallerinden dolayı piyasanın nihai kullanıcısı olan tüketicinin etkilenme durumunun oldukça yüksek olduğu bu itibarla menfaat ilişkisinin de pek çok durumda bulunabileceği ifade edilecektir. Ancak Yargı kararlarında oldukça dar bir yorumda bulunularak teşebbüs olmayan gerçek kişinin Kurul kararından bir menfaat ilişkisi bulunmadığı ayrıca herkesin dava edebilme imkânı olması halinde idarenin istikrarsızlığının doğabileceği ifade edilmektedir. Bu yorumdan hareketle iptal davaları ehliyet yönünden reddedilmektedir. Buna karşın davaların kabul edildiği kararlarda bulunmaktadır. Ancak dar bir bakış açısıyla ehliyet yönünden davanın reddinin idari işlemin yargı denetiminden uzaklaştırdığı ve bununda hukuk devleti ilkesine ve anayasaya uygun olamayacağını ifade etmek gerekecektir. Bu itibarla gerçek kişinin davaya konu ettiği Rekabet Kurulu kararı ile arasında menfaat ilişkisinin bulunma ihtimalinin yüksek olduğu ayrıca bir şekilde yargı önüne getirilen idari işlemin yargı denetiminden uzaklaştırmadan denetlenmesini sağlamanın hukuk devleti ve Anayasal sisteme daha uygun olduğu ifade edilecektir.

Av. Oğuzhan Taçkın

-----------------------------------------

[1] Rekabet Kurulu 08.08.2018 tarih ve 18-27/440-210 sayılı kararı

[2] Rekabet Kurulu 29.03.2018 tarih ve 18-09/180-85 sayılı kararı

[3] Rekabet Kurulu 23.06.2016 tarih ve 16-21/371-173 sayılı kararı

[4]Ragıp Sarıca, İdari Kaza, İstanbul Hukuk Fakültesi Yayını, İstanbul, 1949

[5] Jülide Gül Erdem, İptal Davasında Menfaat İhlali Koşulu, Memleket Siyaset Yönetim (MSY), Cilt 12, Sayı 27, Haziran 2017, s.111

[6] Aynı yönde, “Kendini dava tehdidi altında gören idare, hukuka uygun davranarak mahkeme tarafından iptal edilebilecek hukuksuz kararlardan kaçınma yolunu seçebilir ve seçmelidir de.” Erdem, sf. 109

[7] Jülide Gül Erdem, İptal Davasında Menfaat İhlali Koşulu, Memleket Siyaset Yönetim (MSY), Cilt 12, Sayı 27, Haziran 2017, s.113

[8]Metin Topçuoğlu, Rekabet Hukukunda Üç Kat Tazminat, Sorumluk ve Tazminat Hukuku Sempozyumu, 2009

[9] Danıştay 10.D 25.05.1999 tarih ve E. 1998/7180 K. 1999/2637 sayılı kararı

[10]Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu 03.12.1999 tarih ve E. 1999/921 K. 1999/1201 sayılı kararı

[11] Ankara 12. İdare Mahkemesi 30.09.2013 tarih ve E. 2013/1279 K. 2013/1656 sayılı kararı

[12] Danıştay 13.D 19.02.2015 tarih ve E.2013/3693 K.2015/676

[13] Ankara 7. İdare Mahkemesi 29.03.2018 tarih ve E. 2018/73 K. 2018/652 sayılı kararı

[14] Ankara Bölge İdare Mahkemesi 29.11.2018 tarih ve E.2018/769 K.2018/1737 sayılı kararı

[15] Danıştay 13.D 04.04.2019 tarih ve E. 2019/669 K. 2019/1107 sayılı kararı

[16] Ankara 13. İdare Mahkemesi 20.12.2018 tarih ve E. 2018/1875 K. 2018/2595 sayılı kararı

[17] Danıştay 13.D 26.01.2015 tarih ve E. 2009/1825 K. 2015/15 sayılı kararı

[18] Ankara 16. İdare Mahkemesi 14.05.2015 tarih ve E. 2013/1478 K. 2015/655 sayılı kararı

[19] Danıştay 13.D 23.12.2015 tarih ve E.2015/4129 K. 2015/4686 sayılı kararı

[20] Danıştay 13.D 19.02.2019 tarih ve E. 2016/2440 K. 2019/467 sayılı kararı