AMERİKA TOPRAKLARI VE ABD ADLİYESİ

AMERİKA TOPRAKLARI VE ABD ADLİYESİ

Avukatlar cübbe giymiyor. Davacı oturdu, avukatı direkt kürsüye geçerek, yavaş tempoda ve alçak sesle konuşmaya başladı, karşılıklı hakimle kibarca ve birbirlerine itiraz etmeden sadece dinleyerek ve cevap vererek konuştular.

18 Ağustos 2019 - 22:39 - Güncelleme: 18 Ağustos 2019 - 22:58

San Diego, ABD, Amerikan Adliyesi, Balboa, Vahşi Batı

En son güncellendiği tarih: May 20

 

19- SAN DİEGO, A.B.D. 320 42’ Kuzey Enlemi, 1170 09’ Batı Boylamı

5 Şubat 2019 da A.B.D San Diego'ya geldik. Geminin durduğunu kamaradayken hissettik, bir üst kattaki güverteye çıktığımızda kuvvetli bir yağmurun yağdığını gördük ve mecburen içeriye döndük. Hava yeni ağarmaya başlıyor, bugün şehirde yürüyeceğimiz için spor yapmadan kahvaltıya gittik. Yanımızda, 2.Dünya savaşında savaşmış ve şimdi müze haline getirilmiş bir uçak gemisi var. Üzerindeki uçaklar bizim 13.kattaki masamızla aynı göz hizasında. Amerikan polisi Karayiplerdeki ST.Thomas adasındaki gibi gemiye geldi, 7. katta resmi pasaport işlemleri yapıldı, pasaportlar damgalandı ve karaya çıktık.

Yağmur durmak üzere, saat 09.00 suları. Gemimiz şehir merkezinde demirlemiş, yürüyerek gezmeye başladık, yağmur tamamen durdu, bulutlar arasından hafifçe güneş açtı.

AMERİKAN ADLİYESİ

Adliye Sarayının önünden geçiyoruz, meslek aşkıyla içeri girdik, fazla bir kalabalık yok. Çok büyük, çok katlı, temiz ve güzel bir adalet sarayı burası. Katları dolaştık, her köşedeki duvarlara, duvar renginde ancak oyarak, adalet, hukuk ve özgürlükle ilgili veciz cümleler yazılmış.

Bir duruşma salonuna girdik, karşıda orta yükseklikte ve boydan boya uzanan bir kürsü arkasında düz siyah cüppesiyle orta yaşlı, temiz yüzlü, duruşmaya konsantre halde konuşan ve bazen önündeki dosyaya bazen sağındaki bilgisayar ekranına bakan, arada solundaki bir kademe daha alçak ve hafifçe köşeli bir dönüş yapan ancak bitişik bir başka kürsüde dosyalar ve daha büyük bilgisayar ekranı arkasındaki kâtibi ile konuşuyor.

Kürsünün önünde bir başka kâtip sadece steno yazıyor, tüm konuşmalar bu şekilde kayda alınıyor. Duruşma sırasında, daha önce yazılmış eski tutanaklardan bir kısmını, hâkimin talimatı ile stenograf sesli olarak okudu. Duruşma salonu iki kısımdan oluşuyor; ilk girişte sağlı sollu yan yana yaklaşık 7-8 koltuktan oluşan sıralar var ve bunlar arka arkaya dört sıra halinde dizilmiş. Duruşma sırası gelmeyen taraflar ve avukatlar burada oturuyor. Sonra bir metre yükseklikte ahşap bir paravan ve tam ortasında bar kapısı şeklinde iki kanat halinde ileri geri açılıp kapanan kapıcığı var. Bu paravanın girişe göre sağ duvar köşesinde, hafif bir yükselti halinde ayrılmış bölümde bizdeki mübaşir rolünde ancak tabancalı, coplu, kelepçeli ve daha bir sürü güvenlikle ilgili obje gömleği üzerinde ve kemerinde asılı "sheriff" oturuyor.

Biz salona girince gözünle bizi yanına kibarca davet etti ve dosya numaramızı sordu, Gülsüm sadece görmek için girdiğimizi söyleyince ciddi bir gülümseme ile koltuklara oturabileceğimizi söyledi. Hakim bir dosya numarası ve isimler sesledi, kimse hareketlenmeyince, gelmemişler dedi, saati zapta geçirdi ve diğer dosyayı eline aldı ve tekrar aynı şekilde seslendi, bu kez genç ve Asyalı melez tipli bir avukat, yanımızdan kalktı, bar kapısını iterek, duruşma kısmına geçti.

Burada tam ortada ayakta konuşmaya göre ayarlanmış ve üzerine dosyaları rahatça koyacağınız bir kürsü ve sağında ve solunda üçer koltuklu geniş ve uzunca ve üzerlerinde davacı ve davalı yazan masalar var. Davacı taraf bizim gibi kürsüye bakışa göre sol tarafta. Avukat, selam verdi, hâkim selamını aldı, oturabileceğini işaret etti, beklenen bir evrakın gelmediğini ve bu nedenle duruşmayı erteleyeceğini söyledi, avukat bu durumu olumlayan bir şeyler söyledi, yeni duruşma günü verildi ve hâkim yeni bir dosyanın taraflarını okudu.

Bu kez iyi giyimli, orta yaşlı ancak saçları beyazlamış, uzun boylu, iki beyaz erkek kalktı; davacı ve avukatı. Avukatlar cübbe giymiyor. Davacı oturdu, avukatı direkt kürsüye geçerek, yavaş tempoda ve alçak sesle konuşmaya başladı, karşılıklı hakimle kibarca ve birbirlerine itiraz etmeden sadece dinleyerek ve cevap vererek konuştular. Biraz sonra bir başka beyaz erkek geç kalmanın verdiği telaşla salona girdi, duruşma kısmına alındı. Davalı kısmına oturdu, yapılan işlemleri hâkim kendisine tekrarladı, ayağa kalkıp konuşma kürsüsüne geçmesini istedi, kürsüdeki ilk katip bir elini kaldırarak yemin etmesini istedi, davalı elini kaldırarak yemine etti ve konuşmaya başladı.

Davacı ve avukatına karşın daha heyecanlı ve bitirim bir tip görünümdeki bu kişi kısa kollu gömlek ve spor bir pantolon giymişti ve davacı ile aynı yaşlarda. Bunların eski ortak oldukları, ciddi olarak yumruk yumruğa kavga ettikleri, davalının ayrıca tehdit ettiği, her zaman karşılaşma ihtimalleri olduğu bu nedenle davacının eşinin veya ailesinin tehlikede olduğunun konuşulduğunu anladık.

Davalı, konuşmasının başında önceden de özür dilediğini, şimdi de davacıdan özür dilediğini (bu sözü davacıya dönerek ayrıca söyledi) ve daha birçok şeyler anlattı. Avukatının kendisine anlattığı şeyleri tekrarladığını söyledi. Davacı çok sakin ve poker suratla dinledi. Avukatı notlar aldı. Daha sonra, davalı oturdu, avukat ayağa kalktı ve bu kez bu ikisi karşılıklı ve soru cevap şeklinde konuştular. Daha sonra hakim genel bir özet yaptı, bir karar verdi, bir yıl sonra tekrar duruşma olacağını ve kararı gözden geçireceğini söyledi, "sizlerce uygun mudur" diye sordu, itiraz etmediler.

Davalı, geldiği gibi hızlıca çekip gitti. Davacı ve avukatı yine sakin ve yavaş hareketlerle dışarı çıktılar. Biz de onların arkasında ayrıldık, dışarıda yalnız başına gördüğümüz avukata kendimizi tanıttık ve bilgi vermesini rica ettik, ancak o pek konuşmaya istekli olmadan sadece, bir hukuk ve iş davası olduğunu söyledi, bu sırada müvekkili lavabodan çıktı ve yanımıza geldi biz de üstelemedik ve yanlarından ayrıldık.

Bir de ceza davasına girmeyi düşündük ancak sonra vazgeçtik ve dışarı, şehri gezmeye çıktık. Bu sırada, girdiğimiz duruşmanın istinaf mahkemesi olduğunu, ilk kademe mahkemelerin bir iç köprü ile geçilen yan taraftaki binalar kompleksinde olduğunu anladık. Tesadüfen öğleden sonra eski ve tarihi San Diego'yu gezerken, 1850'lerdeki adliyeyi de gezdik. Tek katlı ve toplam 50 m2lik ahşap bir kulübeden ibaretti. Girişteki sol kısımda bir metre yükseklikte ahşap bir paravanla bölünmüş küçük bir odada hâkim masası ve makam koltuğu ile masa önünde iki misafir koltuğu. Ayrı bir duruşma salonu yok. Hâkimin ismi masanın üstünde yazılı ve resmi duvarda. Sağ tarafta bir boşluk, ileride sağlı sollu iki küçük odacık, sağdakinde basit bir masa önünde oturan bir şerif heykel/maketi, bu şerifin gerçek resmi ve silahları duvarda asılı. Heykel/maket bayağı güzel benzetilmiş sahibine. Dışarıda, binadan iki metre uzakta seyyar bir tuvalet biçiminde ancak tamamen demir çubuklardan oluşan ve kocaman kilitli kapısı ile nezarethane.

Eski ve yeni Amerikan adalet sarayları. Bina anlamında, 150-200 yılda bayağı mesafe kaydetmişler. Bizdeki gibi.

Ancak, Amerikan Hürriyet Bildirgesini ve o günden bu yana uygulanmasını düşününce, (özellikle ırk ayrımı gibi çok ciddi sapmalar hariç) özgürlük fikrinin ve hukukun üstünlüğü idealinin bu topraklarda ciddi bir ağırlığı olduğunu görüyoruz. Bizdeki gibi, değil.

San Diego şehir merkezi; geniş, cetvelle çizilmiş gibi düz giden ve birbirlerini 90 derecelik açılarla kesen caddelerden ve cadde kenarlarındaki cam ve çelikten oluşan devasa binalardan oluşuyor. Caddelerin isimleri, denize paralel olanları birbirine takip eden rakamlardan ve bunları diklemesine kesenler ise harflerden oluşuyor. Temiz, geniş ve havalı sokaklardan geçiyoruz.

Araç ve insan açısından son derece sakin ve tenha bir şehir. Ancak, neredeyse her bir sokak başında, çöp toplayan ve sokakta yattığı belli olan insanlar var ve sayıları çok fazla. Bu kişilerin şehirliler ve belediye tarafından görmezden gelindiğini sezinliyoruz. Büyük binaların giriş katları her milletten etnik lokantalarla dolu. İtalyan, Çin, Hint, Meksika vs. İki tane de Türk kebap salonu gördük. Sultan isimlisi çok büyük, şık ve kalabalık. İyi iş yaptığı belli oluyor. Duvarlarında birbirinden güzel tanıdık kebap, pide, kahvaltı tabağı ve baklava resimleri. Diğeri ise ne yazık ki kapanmış ve tabelasının yanına kiralık ilanları asılmış.

Caddelerin sonunda, şehrin beysbol takımının büyük stadyumuna geldik. Üç tarafı bayağı dik ve yüksek tribünlerle kapalı iken, bizden yana olan kısmında tribün yok ve bizim olduğumuz seviyede bir genişçe bir açıklık var. Buradan tüm saha ve tribünler rahatça görülüyor, sokaktayız ama sanki stadın içindeymiş gibiyiz.

Kulüp tarihinin en önemli iki sporcusunun heykellerini iki ayrı noktaya dikmişler. Birinin atıcı, diğerinin vurucu olduğunu anlıyoruz. İsimleri, tarihleri ve başarıları yazılmış. Heykellerin arka taraflarına ise bu iki sporcunun tarihe geçen birer cümlesi kazılmış; başarılı ve bu başarıyı alçakgönüllülükle sindirmiş insanlar gibi, her ikisi de ; çalışmaya, ter akıtmaya ve fedakarlığa vurgu yapmışlar cümlelerinde.

BALBOA

Buradan, bu şehrin sahip olduğu belki de ülke hatta dünya üzerindeki en güzel ve büyük parklardan biri olan Balboa Parkına yürümeye başlıyoruz. Yolun ortasında birden yağmur başlıyor, yakınlardaki benzin istasyonuna girip biraz bekleyince yağmur duruyor ve biz tekrar bu kez hafif bir yamaçta yürümeye devam ediyoruz. Park uçsuz bucaksız, girişi çıkışı belli değil, otobüsler içinde çalışıyor ve insanlar araçları ile gelip ara ara gördüğümüz çok büyük otoparklara arabalarını bırakıyorlar.

Şubat başı olmasına rağmen, erik ve kiraz ağaçları çiçek açmış, daha önceden budanmış güller yeni yeni yapraklanmış ancak henüz çiçekleri tomurcuklanmamış. Bildik gül bahçesinden sonra kaktüs bahçesi de çok güzel ve ancak bize daha yabancı ve orijinal geldi. Tepeler ve vadiler arasında okaliptüs ağaçları çoğunlukta. Manolyalar, palmiyeler ve Hindistan cevizleri sıra sıra devam ediyor.

Tematik alanlar için çok şık ve büyük saray benzeri binalar yapılmış. Sera şeklinde tropik bir bahçeyi, sanat atölyelerinden oluşan bir meydanı, nilüfer havuzlu ya da fıskiyeli havuzlu değişik bahçeleri gezdik. Müzeler ve tiyatro binaları ile çocuklar ve gençlere ayrılmış aktivite ve gösteri binaları sıra sıra.

Merkezi meydanda heykeller ve başka başka şık saray benzeri binalar. Bir tek manolya ağacının onlarca metre yükseldiğini ve çepeçevre dallarının en az 50 metre çaplı bir daire oluşturduğunu gördük.

Gülsüm her zaman yaptığı gibi bu muazzam ağacın gövdesine sarıldı ve ona güzel sözler söyledi. Gelişimize göre tam ters taraftan, çok yüksek bir köprü üstünden geçerek bu güzel parktan ayrıldık.

Zenginlerin oturduğu güzel ve müstakil evlerden oluşan bir semtte yürüdük, kocaman bir Sinagog önünden geçtik, kapalı olduğu için içeri giremedik. Elimizde, ölçekli olmayan turistik hop on hop off otobüs güzergahı resimli kroki haritasına kanarak, "eski San Diego'ya" yürüyerek gidebiliriz gibi son derece yanlış olduğunu sonradan anladığımız bir kararla yürümeye başladık. Çok geniş, hızlı araç trafiğine sahip, otoyol kenarlarında ve binecek bir tek araç bile bulamadan söylene söylene bir saat aralıksız yürüdükten sonra nihayet tarihi şehre geldik.

VAHŞİ BATI

Burası apayrı ve birazda mizansen olarak düzenlenmiş, Amerikan western filmlerinden fırlamış bir kovboy kasabası. Tahtadan tek katlı veya iki katlı evler, bir otel ve barı, okul, ahır ve hanlar. Meydanda fıçılar, posta arabası ve atları bağladıkları bina girişlerindeki tahtalar. Eski binalar içinde modern zamanımıza ait hediyelik eşya mağazaları, kafeler ve restoranlar. Ara ara Kızılderili heykelleri, eski giyimli mağaza çalışanları. Biraz önce anlattığım mahkeme binası.

Bir restoranda oturup, bir şeyler içip yiyerek yorgunluk atıyoruz. Dönüş için otobüs veya tren arıyoruz. İkisi aynı meydanda, önce otobüs derken trende karar kılıyoruz, makineden biletleri alıp, görevlinin yönlendirmesi ile trenimizi bekliyoruz; daha 12 dakikası var gelmeye. Bu arada Nikaragua'da birlikte gezdiğimiz Fransız David yanımıza geliyor; o da yürüyerek buraya gelmiş ve çok yorulduğunu anlatıyor. Hemen gemiye döneceğinden bahsediyor, biz "Küçük İtalya'ya" gideceğimizi söyleyince, bitmeyen enerjimizden dolayı bizi tebrik ediyor.

Gemimizin olduğu yer ile "Küçük İtalya" aynı istasyon civarında imiş o nedenle aynı yerde iniyoruz. Fakat burada pek gezilecek yer yok gibi. Yanımızda yürüyen ve Filipin asıllı olduğunu öğrendiğimiz Amerikalıya sorunca o da "burada bir şey yok ki" diyor. Bir iki sokak yürüyünce binaların altındaki İtalyan Lokantaları dışında İtalya'ya ait bir şey olmadığını görünce biz de gemiye doğru gitmek için sahile iniyoruz.

Çok geniş ve güzel bir kordon boyu ve akşamüzeri olduğundan ışıklar yanmaya başlıyor. İki çok büyük yelkenli yat kıyıya bağlanmış ve ışıl ışıl. Kararan havanın soğuması ve ara ara atıştıran yağmur nedeniyle Colorado adasına gitmekten vazgeçiyoruz ve 20 km yürümenin verdiği yorgunlukla gemiye biniyoruz.

 

ABD Sularında, Köpüklerden Resimler

A.B.D. SULARINDA

Gemimizin rotası şimdi kuzeye, modern zamanların en güçlü devletine çevrildi. Meksika'dan ayrıldığımızda hava kararırken aynı anda sıcaklık hissedilir şekilde düştü. Akdeniz'den çıktıktan sonra devamlı güneye doğru yol aldık ve Avrupa'nın kışını arkamızda bırakıp sup tropikal yazı yaşadık. Denizlerde yüzdük, açık havada havuza girdik. Gündüz ve gece aynı güzel havada bir şort ve tişörtle dolaştık. Panama Kanalından geçtiğimizden bu yana kuzeye doğru yol alıyoruz ve nihayet bugün yaz bitti. Kış olmasa da serinleyen hava nedeniyle herkes pantolon ve ince hırkalar giydi. Açık güvertede değil içerideki salonlarda oturmaya başladı. Bugün sabah uyandığımızda ise yağmurlu bir havayla karşılaştık. Bugün açık denizde gideceğiz, yarın sabah ise San Diego'da uyanacağız. Yağmurun bugün ve bu akşam yağması ve karada güneşi görmek şu anki en büyük arzumuz.

Sabah güneşin doğmasından yarım saat önce kalkıp spor salonuna gidiyoruz. Spor salonu, geminin en önünde olduğu için arka kısımdaki kamaramızdan çıktığımızda neredeyse gemiyi kıçından başına kadar yürüyoruz. Kamaraların olduğu koridorlar, açık büfe bölümü, kapalı havuz bölüm, açık havuz bölümü, SPA bölümü (ki burada kuaför salonu ile çok güzel kokulu ve geminin en nezih ve şık salonları var) ve nihayet spor salonu. Kış geri gelmiş bir günde. Hava tamamen yağmur bulutları ile kaplı. Hafif bir yağmur açık havuz bölümünde bizi ıslattı. Etrafta neredeyse kimse yok derken, spor salonunun dolu olduğunuz görüyoruz. Yürüme bantları ve bisikletler kapılmış. Uzay yürüyüşü dediğim bir alette 20 dakikalık çalışmadan sonra, yürüme bantlarının biriyle devam ediyorum bir yirmi dakika daha, en sonunda kol, omuz ve göğüsle ilgili bir başka aletle çalışmayı bitiriyorum. Çalışma boyunca, bazen makinelerin önündeki yabancı dildeki televizyonları seyrediyorum bazen önümde ve yanlarımdaki yeni aydınlanmaya başlayan denizi. Venezuela’da kriz devam ediyor, Avustralya'da sel baskını olmuş. Televizyon seçenekler içinde "TRT Türk" gösterilmiş ama kendisi yok, orayı seçince her seferinde Alman Liginden bir futbol maçı çıkıyor.

Okyanus, suyu ve göğü ile şekilden şekle geçiyor an ve an. Bir kere, ufuk çizgisi yok gibi. Adeta, evlerdeki duvarla tavanın birleştiği yerlere yapılan kartonpiyer bantlar gibi belli belirsiz bir sis bandı bu ikisinin birleşme çizgisini kapatıyor önümde. Sol yanımda yağmur var daha karışık ve karanlık. Sağ yanım ise biraz daha aydınlık ve sakin, güneş de oradan doğacak birazdan, çünkü orası doğu ve biz kıta boyunca kuzeye gidiyoruz. Ancak görüntüler sabit kalmıyor ve yer değişiyor, bizim camlara yağmur taneleri gelirken, kartonpiyerimsi sis bandı sol tarafımıza geçti. Sağ tarafta bulutların seyrekleştiği yerlerde belli belirsiz hafif mavilikler seçiliyor. Sonra önümüz tekrar değişiyor, ufuk çizgisi sisler içinde kalıyor ve biz hızla ona doğru gidiyoruz, yaklaştığımızda ise birden yok oluyor ve bu kez ufuk çizgisi seçiliyor. Sis ise sağ tarafımızdaki ufku kaplıyor. Güneş doğmuş ama biz onu göremiyoruz önündeki yağmur bulutlarından, sadece sağ arka tarafımıza doğru denizdeki gümüş pırıltılarını seçiyoruz. Bir saati aşan bir süre sonra odamıza dönüyoruz artık kahvaltı vakti.

Kahvaltı sonrası keyif çaylarını içerken okyanusu seyrediyorum, saat henüz 09'a geliyor. Okyanus düz gibi görünüyor ama bu aldatıcı çünkü çok geniş aralıklarla kabaran bir denizde gidiyoruz. Klasik diyebileceğimiz, yükselen ve kırılan ve çarpışan bir dalga düzeni yok. Çok yaşlı ve yükseltisi az tepeler ve aralarındaki keskin olmayan vadiler gibi deniz sanki hep birlikte yükseliyor ve alçalıyor. Bu nedenle gemideki salınmayı fark ediyor ama denizdeki dalgalanmayı hemen gözleyemediğiniz için, bu salınmaya uyum sağlayamıyor ve adeta gafil avlanarak başınızın dönmesini, ayaklarınızın dolaşmasını ve midenizin kalkmasını, habersiz misafirler gibi şaşırarak karşılıyorsunuz. Gemimiz, bu geniş ve uzun aralıklı yumuşak dalgalara bata çıka ilerliyor. Deniz hala siyaha yakın bir gri lacivert renkte. Gökyüzü ise daha beyaza yakın ancak gri renkli ve yeknesak bir manzara oluşturan yağmur bulutları ile kaplı.

KÖPÜKLERDEN RESİMLER

Kahvaltı salonu 13.katta, sıfırdan ve tabandan tavana monte edilmiş pervazsız camlar kesintisin bir görüntü sağlıyor ve geminin neredeyse an alttaki denizle birleşen yanlarını dahi görebiliyorsunuz. Geminin burnu her suya girip çıktığında beyaz köpükler dairemsi bir şekilde etrafa dağılıyor, sonra yaklaşık onar metre gibi çaplı tam daireler şeklinde geminin güvertesini takip ediyor ve en arkada gemiden ayrılıyor. Bu köpüklü ve çalkantılı daireler çok ilginç görüntüler oluşturuyor. Bunların güverteye yakın yerleri birbiri içine geçmiş vaziyette iken gemiden yaklaşık 7-8 metre uzaklaştıklarında birbirinden ayrılıyor ve aralarındaki son üç-dört metrede bir "V" harfi oluşuyor ve her bir kendi bağımsız dairesini oluşturuyor.

Gözümü tekrar güverteye bitişik kısımlarındaki köpüklü bölgeye çeviriyorum; köpüklü daireler burada danteller gibi birbirinden ayrılıyor ve kendi beyaz köpüklü ve çok açık mavi renkleri ile asıl denizin koyu siyah lacivert kısımlarını bir V harfi biçiminde aralarına alıyor. Bu dantellerin kendi iç dalgalanması çok hoş. Çünkü, aşağıdan yukarı üç katlı renge ve kenardan açığa üç aşamalı dalgalanmaya sahip. Derinlerdeki koyu karanlığı belli belirsiz görüyoruz çünkü hemen onun üste yakın kısımlarını çok açık maviliklerden oluşan perdeler veya tüller örtüyor. Bu açık mavilik buz mavisi ile türkuaz arasında bir renge sahip ve özellikle iç patlamalı dalgalanmalar birer süt beyazı renkli desenler oluşturuyor. En üstte ise beyaz köpükler oynaşıyor. Böyle üç ayrı renk, katman katman önünüzden gelip geçiyor. Bu dantelanın özellikle en üstteki beyaz köpüklerinin dalgalanması ise genel denizle hiç ilgili değil ve sanki o, ayrı bir dünyaya aitmiş gibi kendi huyuna göre takılıyor. Güverteye bitişik en dar bantta en üstteki beyaz köpükler küçük kulaçlarla gemiden kaçarken, dantelanın en dış ucundaki aynı beyaz köpükler bu kez açık denizden kaçarak gemiye doğru koşuşturuyor. Orta bölümdeki en geniş bantta ise aşağıdan yukarıya ve her yerden kaynayan kaynak suları gibi, kenarlara bir dalgalanma yapmadan devamlı olarak dipten yüze çıkıyor ve küçük daireler halinde etrafına saçılıyor.

Öğleden sonra değişik görsel bir malzememiz oldu: Çin takvimine göre 4 Ocak günü domuz yılının başlangıcı, yani yılbaşı imiş. Çinli bir aile kendilerine ayrılan bir salonda, gelenlerin isimlerini kırmızı kağıtlara Çin alfabesine göre yazarak hediye ediyorlar. Her ikimiz isimlerimizi yazdık, yaşlı erkek Çinli, yanındaki genç kadın Çinlinin, Latin harflerini okuyup ona Çin alfabesine göre tekrarlamasını dinliyor sonra kargıdan kalemini ve mürekkebe batırarak eski usulle önündeki kırmız kâğıda büyük büyük yazıyor. Gülsüm kelimesindeki bir hece Çince "çok güzel ve taze hava" anlamına geliyormuş, bunu bize anlattılar. Sonra, yine yılbaşı olduğu için tek bir kâğıda "iyi şanslar" anlamına gelen bir sözcük daha yazıp onu da bize verdi. Ayrıca 7-8 yaşlarındaki küçük kız öğretmenimiz, kağıtları katlayıp keserek camlara yapıştırılan çiçek motifleri yapmasını öğretti. Ben bir tane Gülsüm iki tane çiçek yaptık. Fotoğraflar çekildi ve saygılı selamlaşmalarla yanlarından ayrıldık.

Aynı kattaki bir başka salonda çay ve tatlı, pasta ve kurabiye saati. Çok şık döşenmiş salonda, porselen demlik ve fincanlarda istediğiniz tür çay demlenip geliyor, tabaklarınıza istediğiniz tatlı atıştırmalıklar eşliğinde servis ediliyor. Rejim kararı bir kez daha unutuluyor; yaş pasta, içi kremalı ek, çikolatalı kek, iki ayrı acıbadem kurabiyesi ile geminin standart çaylarından daha özel ve güzel çaylarımızı içiyoruz. Bu arada, bir gitarist daha çok İspanyol dans şarkıları ile tango parçaları çalıp söylüyor, sahnede beş altı çift, bilinçli figürlerle kâh dönerek, kah ayaklarını bir at ya da boğa gibi çevirerek veya kaldırarak sonra da birbirlerine yapışarak ya da ayrılarak dans ediyorlar.Artık akşam olmak üzere. Tekrar akşam yemeği mi? Yemeyelim diyoruz ama menü bugün Amerikan yemeklerinden oluşuyormuş, odaya bırakılan günlük gazetemiz öyle diyor. Amerikalıların kalın, büyük ve kanlı bifteğine kim hayır diyebilir?

 (Yarın: Los Angeles, ABD, Amerikan Filmi, Sosyete, Trafik Dünyası-Dünyanın Trafiği, Şovcu Yunuslar-Cesur Bal)

YORUMLAR

  • 0 Yorum
Henüz Yorum Eklenmemiştir.İlk yorum yapan siz olun..
İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR x
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
MANİSA LALESİNİ KOPARANA 387 BİN LİRA CEZA
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU
İZMİR ÜÇÜNCÜ, BİNGÖL SONUNCU