"Önlemler için geç kalındı, iki haftalık sokağa çıkma yasağı gerekiyor"

Koronavirüs salgını bir kez daha dünyayı ve Türkiye’yi sarsıyor. Gerçekliğine şüphe ile yaklaşılan günlük vaka sayıları bile, 7.000 seviyesini geçti, günlük ölüm sayıları 160’ın üzerinde. Üstelik ölüm sayılarının gerçekliğine dair de şüpheler var. Sağlık Bakanlığı eleştiriler üzerine günlük toplam vaka sayısını açıkladı ve bu sayının 28 binin üzerinde olduğu görüldü. Koç Üniversitesi Dahili Tıp Bilimleri Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Sibel Sakarya ile geçtiğimiz hafta açıklanan önlemlerin yeterli olup olmayacağını, bu noktaya nasıl geldiğimizi konuştuk.

Salgınla mücadele için alınan son önlemler sizce yeterli mi? Ne tür önlemler almak gerekir?  

Alınan önlemlerin hem kapsamının yeterli olmadığını hem de geç kalındığını düşünüyorum. Damlacık yoluyla ve insanlar arası temasla bulaşan bir solunum yolu enfeksiyonu salgınında, enfeksiyonun sınırlanması/baskılanması için gereken önlemlerin “salgının erken döneminde” alınması gerektiğini zaten biliyoruz. Bunu Covid-19 pandemisinin ilk dalgasında da yaşadık, gördük. Vaktinde alınan kapsamlı önlemler enfeksiyonun sınırlanmasını sağlıyor. Toplumdaki bulaşmanın artmaya başladığını gösteren ilk verilerle birlikte, hızla, enfeksiyonun ve virüsün yayılımının sınırlandırılmasına yönelik önlemler alınması gerekir. Önlem almakta ne kadar gecikilirse, enfeksiyonun yaygınlığının artması nedeni ile alınacak önlemlerin kapsamını da o kadar artırmak, sıkılaştırmak gerekir. Eylül ayı itibari ile olgu sayılarında artış olacağı bekleniyordu. Nitekim öyle oldu; özellikle Ekim ayında virüsün toplumdaki yaygınlığının önemli ölçüde arttığına dair sahadan veriler bildirildi. Sahadan diyorum; çünkü merkezden açıklanan veriler Temmuz ayı sonundan bu yana PCR testi pozitif saptanan olguları değil, sadece bulgusu olan test pozitif olguları yansıtıyor; tüm olguların sayısı hakkında bilgimiz yok. Açıkça görülen bu artışa karşın, önlemlerin alınması kararı Kasım ayının ikinci haftasında olabildi. Zaten geç kalınmış bir karar; alınan önlemler ise bu geç kalışın gerektirdiği kapsama uygun değil; bu önlemlerle bu ölçekteki bir yayılımın sınırlanmasını sağlamak mümkün olmayacaktır; belki bazı küçük düşüşler olabilir ama, bu azalmalar sağlık sisteminin bir süredir taşımakta olduğu çok ağır yükü hafifletmeyecektir. Bu yük sadece sağlık çalışanlarının iş yükü olarak anlaşılmasın; sağlık sisteminin üzerindeki yük demek hem sağlık insan gücü açısından, hem hasta yatağı, hem solunum cihazı vb hizmetin bütün bileşenlerinin yetersiz kalması ve artacak ölüm sayıları demektir. 

Alınacak önlemler, insanlar arası teması azaltmaya yönelik olmalı ve bulaşmanın en çok nasıl ve nerelerde olduğu bilgisine bakılarak belirlenmelidir. Bu bilgiler filyasyon veya temaslı izlem çalışmalardan elde edilir. Türkiye’de bulaşın en çok hane içinde, ev ziyaretlerinde, kutlamalarda, iş yerlerinde, toplu taşıma sırasında olduğuna dair sınırlı bilgilerimiz var; çünkü bunları da öğrenebileceğimiz bir kaynak yok ne yazık ki. Kalabalıkların azaltılması en önemlisi; bu nedenle örneğin restoran, kafe, bar vb yerlerin kapanması ve sadece paket servise geçilmesini doğru buluyorum. Öte yandan büyük marketler, alış veriş merkezleri açık, buralarda da büyük kalabalıklar oluşuyor. İstanbul olguların büyük oranda yığılım gösterdiği yer olarak açıklanıyor; bu nedenle seyahat kısıtlaması da bir önlem olarak düşünülmeliydi. İstanbul ayrıca nüfus yoğunluğu açısından çok riskli bir yer; her yer, her zaman kalabalık. Bunun için de 2 haftalık bir sürede acil durumlar dışında insan hareketliliğini durdurmak üzere sokağa çıkma yasağı uygulanması gerekli görünüyor. Kapatmaların uzun sürede olumsuz etkileri olduğunu biliyoruz ancak salgının bu denli yaygınlaştığı durumda, bu tür önlemler kaçınılmaz olacaktır. 
Prof. Dr. Sibel Sakarya

Nasıl oldu da  birdenbire böyle sayılara ulaştık? Bu, salgının doğasıyla mı ilgili yoksa bazı süreçler doğru yürütülmedi mi? 

Salgının doğası ve bu doğaya uygun olmayan sürelerin işlemesi nedeni ile olgu sayıları yeniden artmaya başladı. Bu yine, öngörülen bir süreçti aslında. Öncelikle Nisan-Mayıs aylarında yaşanan kapanmanın ardından Haziran ayında çok hızlı bir açılma süreci gerçekleşti. Bu açılmanın çok hızlı olduğunun en önemli göstergesi de bizde birinci dalganın hiçbir zaman sıfır noktasına erişememesidir. Salgın eğrimiz Nisan ayında tepe noktasına eriştikten sonra, alınan önlemlerle birlikte olgu sayıları azalmaya başladı; ancak hızlı açılma nedeni ile kısa bir süre günde 500 gibi olgu sayılarında kalıp yeniden yukarıya doğru hareketlenmeye başladı. Salgının doğasında olan budur; toplumda duyarlı kişi sayısı hala çok olduğu sürece, önlemleri azaltırsanız olgu sayıları atmaya, bulaş hızlanmaya başlar. Eylül ayında hem tatilden kentlere dönüş olması, hem ardından havaların soğuması ve kapalı ortamlarda daha çok zaman geçirilmesi, hem de önlemlere uyumun Haziran’dan beri gevşemiş olması nedeni bulaş yeniden başladı ve olgular artışa geçti. 

Çin aşısının dağıtılacağı söyleniyor. Aşı için en erken 2021 tahminleri yapılıyordu. Aşı için biraz erken mi, nasıl yaklaşmalıyız aşı konusuna?

Covid-10 pandemisi, aşı geliştirme çalışmaları açısından devrim niteliğinde bir sürece tanıklık etmemize yol açtı. Olağan koşullarda 10 yıl gibi bir sürede tamamlanan aşı çalışmaları, durumun aciliyeti nedeni ile aynı aşamaların bir yıllık bir süreçte tamamlanmasına yol açtı. Ve ilk kez denenecek tekniklerle daha hızlı süreçlerle aşılar geliştirildi. Böyle açıklandığında aşı geliştirme süreci ile ilgili şüpheler olabilir ama, olması gereken tüm aşamaların atlanmadan yapıldığını, sadece bunun normalin hızlandırılmış bir versiyonu olduğunu söylemeliyiz.  
Halen ABD, Almanya, İngiltere ve Rusya'da geliştirilen dört aşının, on binlerce kişiyle yürütülen üçüncü ve son faz denemelerinde olduklarını ve elde edilen erken bulguların virüse karşı en az % 70-95 oranında koruma sağladığını biliyoruz. Çinli Sinovac tarafından geliştirilen aşının klinik denemeleri Türkiye'de de yapılıyor. İlk iki faza ilişkin sonuçlar yayımlandı. Faz 3 e ait sonuçları ise henüz tamamlanmadı ve duyurulmadı. Ancak koruyucu antikor sağladığına ilişkin açıklamalar yapıldı. Bu aşının 2-8 derece sıcaklıkta üç yıl boyunca muhafaza edilebilmesi diğer aşılara göre bir avantajı; ama dediğim gibi klinik sonuçları henüz açıklanmadı. Türkiye’nin bu aşıdan il etapta 10 milyon doz aldığını veya almak üzere anlaşma yaptığını biliyoruz. Ancak klinik çalışmalar tamamlanmadan ve etkinliği gösterilmeden aşı kullanıma sunulmayacaktır. Öte yandan Çin’de üçüncü faz klinik testler tamamlanmadan halka aşı yapılmasına izin verilmesi ile ilgili eleştiriler sürmekte. 

*Agos'un notu: Haber görselinde yer alan 'İstanbul Kırılganlık Haritası' yayınlandı. Analiz edilen 25 göstergenin yüzdesel oranları sonucunda kırılganlığın en yüksek olduğu ilçeler Sultanbeyli, Sultangazi ve Eyüp olurken; kırılganlığın en düşük olduğu ilçeler ise Beşiktaş, Büyükçekmece ve Adalar oldu. Çalışmanın tamamı için : İstanbul'un Kırılganlık haritası Yayınlandı 

Kategoriler

Güncel