Ziya Paşa ne güzel söylemiş:
“Nush ile uslanmayanın hakkı tektir
Tektir ile uslanmayanın hakkı kötektir”
Dünyayı kana bulayıp mimsiz medeniyet tellallığı yapan zalim Avrupa’nın şımarık çocukları, yine midesindeki pisliği kusarak mideleri bulandırmaya çalışıyor.
Son olaylar ile İslam’a ve Müslümanlara asırlık kinini kusmaya çalışanlar mazisi ile yüzleşmelidir.
Şüphesiz yapılanlar tasvip edilemez. Ama her gün yüzlerle ifade edilecek miktarda Müslüman kanı akıtılırken onlar için kılı bile kıpırdamayanların hali ile ilgili kime ait olduğunu hatırlayamadığım notlarım arasındaki değerlendirmeyi paylaşmak istedim.
İslam’daki cihadı kasıtlı olarak dillerine dolayıp çarpıtanların, onu İslam’ın kan dökme, sömürme aracı olarak görenlerin (ki, bunu yapanlar batılılardır, onların)  haline bir bakalım:
“İslam Alemini, tam bir asır Haçlı seferleriyle yakıp yıkan onlardır. Fransa’da insanları fırınlarda yakanlar onlardır. Fransız devriminde binlerce insanı idam edenler onlardır. Nagazaki ve Hiroşima’da seksen bin insanı birden öldüren, onun kat katını sakat bırakanlar yine onlardır. Bir bahaneyle Irak’a, Bosna’ya, Çeçenistan’a saldıran onlardır.
Halbuki, İslam’ın savaş kuralları vardır. Başta mecbur kalınmadıkça, keyif olsun diye savaşılmaz. Müdafada bulunmak, bir mazluma yardım etmek, irşad hürriyetini kısıtlayanları bertaraf etmek ve sulhü temin etmek gibi gayelerle savaşa mecbur kalınırsa, o zaman da sadece savaşanlarla savaşılır, savaşmayanlara yani silah kullanmayanlara, kadınlara, çocuklara, mabetlere, ağaçlara dokunulmaz.
Evvela; İslâm bir millet veya ferdin, kendi varlığını tehdid eden, onu yok etmeye, öldürmeye çalışan mukabil güce karşı, nefis müdafaasını, karşı koymayı meşru kılar.
 Biri sizin varlığınızı, malınızı, canınızı, dininizi, ırzınızı tehdit ediyorsa, onunla göğüs göğüse gelir, bu işin kavgasını verir ve kendisiyle hesaplaşırsınız.
Allah Rasûlü tam 14 asır evvel kuvvet kullanmayı da bir disiplin olarak kabul etmiş ve Müslüman’ın, Müslüman’ca yaşayabilmesi için, hikmetin yanında kuvvetin, irşadın yanında caydırıcı gücün bulunması zaruretine de parmak basmış ve onurlu, haysiyetli yaşama yollarını göstermiştir.
 Evet, kuvvetli olacak, kuvveti hakkın emrine verecek.. Sözünüzü dinletecek ve kesilmesi gerekli olan sesleri keseceksiniz ki, yeryüzünde, dünya muvazenesinin temsilcisi olabilesiniz.
Dünyada mazlumlar, mağdurlar vardır. Evet, soydaşlarımıza, dindaşlarımıza bağrımızı açıyor ve civanmertliğimizle bir kısım problemleri çözmeye çalışıyoruz; ama bununla, bilmem ki, problemin kaçta kaçını hallediyoruz?
Bugün dünyada öyle bir İslâm devleti olmalı ki, kaşını çattığı veya az öfkelendiği zaman başkaları hizaya gelmeli ve hadlerini bilmelidirler. İşte böyle büyük bir caydırıcı gücü sürekli elde tutmak, mazlumun, mağdurun imdadına koşmak ve ihkak-ı hak etmek (Hak sahibine hakk‎ını vermek) için güç lazımdır.
Biz, dünya muvazenesinde bize düşen vazifeyi temsil ettiğimiz günlerde, İngilizler, zulmen Hindistan’ı işgale yeltendiğinde: “Donanma-yı Hümâyûn, şimdi Hind Denizine açılıyor” dediğimizde, İngilizler tıpkı çapulcular gibi hemen kaçıyorlardı.”
Artık bir hakan çıkmalı ve şu densiz Avrupalıya:
Haddini bil yoksa …Demeli.
Hiç evirip çevirmeden ifade edeceğim:
Milyonlarca Müslüman kanının üzerinde oturanların teröre lanet adı altında maske takıp Avrupa’nın göbeğinde yürümeleri onların ellerindeki kanı temizlemeyecektir. Masumların katlini seyreyleyip kan lekelerini su ile yıkayarak vicdanlarını pakladıklarını sananlar unutmasın ki; ölüm hak, ahret hakikat ve hesap mukadderdir.