NEVŞEHİR TARİHİNDE BİR GEZİNTİ-6

İCAR GETİREN İŞLER

Yöremizde icar getiren işler hakkında biraz da olsa bahsetmek isterim. Bunların başında su değirmenleri gelmektedir. Mal sahibi kendisi bu değirmenleri işletebildiği gibi icara yani kiraya da vere bilmektedir. Çalışanın da, icara verenin de kazandığı bir iş kolu olarak geçmektedir. İşlerin iyi olduğu şuradan da anlaşılmaktadır. Sıra varmış. Halka hizmet veren otuz kusur değirmen olsa da civardan un öğütmek için gelenler talebi artırmaktaymış. Borus çayında buğdayların yıkanması, hayvanların bekleme alanların uygunluğu en önemlisi de değirmencilerin güler yüzlü olması bu sektörün başarısında önemli olduğuna inandırmaktadır. Şaka değil ta Niğde’den buğday getirdikleri kayıtlarımda vardır. Borus Çayının değirmenlerini ayrı bir makalede sizlerle paylaşmak isterim.

Bu konuda sizinle tutmuş olduğum tarihi notlarımı paylaşayım. “ Mumusunda, Sinesonda büyük küplere şaraplar kurulurmuş. Şaraplar oluştuktan sonra çeşitli yollarla süzülüp, İstanbul’da papazlara gönderilirmiş. Ayrıca kurulan bu şaraplar Mersin’den gemilerle başka memleketlereihraç edilirmiş.” A. Hayri Özçiftci Doğum 1936

Nevşehir’de imal edilen sirke tüm Türkiye’de rağbet görürmüş. Yine yaprak sarması yöremizin en ünlü yemekleri arasındadır. Üzüm turşusu zamanımızda unuttuğumuz bir yöresel değerdir. Yine üzümden; Pekmez, kötür, tarhana gibi ürünler kışlık kayıtların en önemlilerinden biri olarak geçmektedir. Her şeyi bitti derken budanan çubukları ekmek yapmak, pekmez kaynatmak, ocaklarda yemek pişirmek için baş yakacak olarak geçmektedir. Yine yöremizde ünlü olan leblebiyle birlikte karıştırılıp yenilen kuru üzüm çocukların en güzel enerji kaynağı ve eğlenceliklerinden olması üzümün yöremizdeki önemini anlatmaya yetmektedir.

Güvercinlikler vardı. Yöremizin hem süsü hem de gelir getiren, icara verile bilen mülkler arasında iyi bir yere sahipti. Yöremizde yüzlerce yıllık bir geçmişi olduğuna inanıyorum. Ayrıca bu konu üzerinde çeşitli makaleler yazılmıştı. Yöremizde yine güvercinlikleri geliştirmek için teşvik projeleri de yapıldığını biliyorum.

Bu kuşlar zahmetsizce yetişirler, kaya damları doğal barınma sağlarken, yırtıcı hayvanlardan da korunmuş olurlar. Doğal olarak biriken gübreleri üzüm bağlarında kullanılmaktaydı. Üzüm ise yöremizin en önemli tarımını oluşturmaktaydı.

Bundan da ötesi içki içenlerin şaraplarını üretmesi, imbiklerden süzerek kendilerine boğma rakı yapmalarını da zahmetsizce sağlamaktaymış.

İsmail Habib Sevük bu konuda bakın ne diyor; “ Bağlar, bağlar… Memleketin geçimi bu bağlara bağlı. Şarktaki karşı tepe, daha şimale doğru Kızıltepe, şehrin garp yamaçları bağlarla dolu. Ne tarafa baksan işlenmedik bir karış yer yok. Şehrin toprağı az ama şehirlinin gayreti çok.Fakat bu yufka toprak bereketli d değil. Ne yapmalı? İstediğin kadar düşün, akla gelir mi?Nevşehir’in bağlarını toprak değil güvercinler yetiştiriyor.

Güvercin, o zeki kuş; Şehirden şehire, kaleden kaleye, kıtalar ve bulutlar aşarak, bir kere gördüğü yeri şaşırmadan bulup, taşıdığı mektubu dos doğru kendi adresine bırakan o kerametli kuş. Cami avluları gibi sürü sürü, süslü süslü, kadife göğüsleri, pırıltılı tüyleri; renk renk endamlarıyla, nazlım nazlımcıvldaşan o insanla insanlaşmış sevimli kuş. Fakat Nevşehir’de güvercin ne postadır ne de süstür. Güvercin burada mahşerdir: Nevşehirliler toprağın bereketsizliğini güvercinlerin bereketiyle yenmiştir.”

….. “ Vadileri ayıran yalçın kayalar veya vadiler arasındaki yükselen taş mahrutlar; Bunların böğürlerine insan gire bileceği kadar bir kapı, kapının etrafında ve kayanın cephesinde 15-20 kadar ufak ufak bir sürü pencere. O pencerelerden güvercinler girip çıkıyor. Fakat bunlar ne kafestir, ne kümestir, ne koyuktur, onların içi beş altı odalı bir apartman dairesi gibi dağ koynunda taştan oyma kos koca bir dairedir.”

Evet, bu yazı 17 Haziran 1936 Yılında kaleme alınmıştır. Demek ki o zamanlarda güvercinler pek çokmuş. Yöremiz insanı kayalardan ayrı olarak evlerinin damlarına da güvercinlikler yapıp yetiştirmişlerdir. Tabi bu iş bir zevke ve hatta bir tutkuya dönmüştü. Kale mahallesindeki evler yıkılınca zevk için yetiştirilen güvercinlerde kendiliğinden kayıp olmuştur. Ya değilse; Nar, Çat, Göre Kasabaları başta olmak üzere yöremizde hatırı sayılır güvercin nüfusu olduğunu kaç kez duymuştum.

Vadi gezilerinde ta kadim zamanlardan kalan güvercinlikleri de göre bilirsiniz. Onlarda şimdileri güvercinsizdir. Kadim zamanların bir hatırası olarak yerlerini korumaktadır. Bir inanışa göre yöremizde sansar bulunmuyordu. Toroslardan gelen ağaçların arasına saklanan bu hayvanlar, buradaki güvercin nüfusunun bitirilmesinde rol oynadığı da söylenmektedir. Bu arada avcılarımızı unutmamak gerektiğini de hatırlatmak isterim.

Tarlalarına tahıl benzeri ürünler ekenler güvercinlerin ürünlerine zarar vermemesi için tarlada nöbet tutup, teneke çaldıkları da olurmuş. Bu konuda güzel bir hikâyede derlemiştim.

Günümüzde Nevşehir’de; Serçe, karga, saksağan, ardıç kuşlarının arttığını gözlemlemekteyiz. Son yıllarda çarşımızda ve kırlarda Kumrular da görülmektedir.

Celep gelir iyi gelir getiren, istihdamı destekleyen ve köylümüze yardımcı işlerdendi. Celepler genellikle ağa olarak tanımlanmaktaydı. Bu işin işleyişi ise; Dışardan getirilen hayvanların yöremizde satışı üzerinedir. Ücreti genellikle harman zamanından sonraya olması, köylünün mahsulünden sonra ödemeyi rahat bir şekilde yapacağı anlamına gelmekteydi.

Memiş Küçük 54 kişiyle Kara Köse’ye (Ağrı) celebe gitmesi işin boyutu hakkında bilgi vermektedir. Yöremizdeki tanınmış celeplerden örnek verecek olursak; Kocurlar, Kalfaoğulları, Küçükler gibi ailelerin yanında, Altılığın Ahmet, Kuzu Mehmet, KurrukAhmetin Ahmet bu örneklerden pek azıdır. Celebe eski kervan günlerinden kalan mutemet adamların gönderildiğini de unutmamak gerekmektedir. Bu işin iyi bir icar geliri getirmesi demek ki buradan çıkıyor. Bir deyişle celebe peşin ödenen paralar hayvanlar gelince gelir olarak sahibine dönmekteymiş. Bir nevi sermaye kullanımı oluyor.

Celebe kalabalık gidilmesinin nedeni hayvanların yollardan problemsiz bir şekilde gelinmesinin sağlanmasıdır. Zira yollarda eşkıya çıkabilir, vahşi hayvanlar sürüye zarar vere bilir, sürü dağıla bilir. Bu işi hep vahşi batı filmlerine benzetirim. Celep gurupları hayvanları toplayıp hizaya sokan çobanlardan başka, hastalıklarıyla ilgilenen insanlar varmış. Güvenliği sağlayan silahşorları de unutmamak gerekir.

Yukarda bahsettiğim gibi ücretler harmandan sonra toplanmaya başlanırmış. Celepler köyün ağasının yanına varır, akşamları köy odasında kalırmış. Celeplerin atlarına köylüler ahırlarda bakar, ertesi gün başka köylere tahsile giderlermiş. Benim kanaatime göre celepler güçlü ve gözü kara insanlarmış.

Aynı çerçiler gibi gezici kalaycı esnaflarımızda vardı. Köylerde, kasabalarda ve diğer şehirlerde gezerdi. Malzemeleri; Saf çubuk kalay, nışadır körük ve çeşitli bez ve keçeler bu esnafın malzemelerini oluştururdu. Emeğe dayalı bir işti. Hatta alacakları kalayları da tanıdık esnaftan veresiye alır, çeşitli yerlere giderdi. Genellikle küçük sermayeli esnaf olarak geçmektedir.

Piyasa talebi oldukça fazlaydı. Zira insanlarımız bakır kaplar kullanırdı. Maşrapasından tabağına, pekmez ileanın dan kazanlarına kadar bakır kullanılırdı. Bakır kaplar tarihe karışınca bu meslekte bitmiştir.

Bakırcıların kendi aralarında kullandıkları garip bir lisan vardı. Kimse anlamazdı. Bakırcı lisanı olarak bilinen bu lisan şoförlerimiz tarafından da yaygın olarak kullanılırdı. Burada amaç, toplum anlamadan bazı bilgilerin hedef kişiye aktarılmasıdır. Birkaç örnek verelim: Nayillemardı; Orada olup haberi bilmemesi gereken kimse, Tımıslamak; Uyumak, gençlenme; Söyleme, cığır;Kadın , dığa; Tanıdık, Zanmak; Duymak gibi kelimelerdir. Tabi benim bunları bilmemdeki en büyük neden, ailemde şoförlerin bulunmasıdır.

1940’lı yıllarda Nevşehir’i hem gezelim hem de insanlarımızın sanatları, zanaatları, iş yerleri ve yapısı hakkında derlediğim bilgileri sizlerle paylaşmaya devam edelim.

12 Adet yakın Camisi olduğu kayıtlarımdadır. Bir adet Aş evi, bir imaret hanesi, bir beylik hanı, bir hamamı, bir türbesi bulunuyordu. Bunların haricinde 2 Adet Rumlardan kalma kilisesi, 2 Adet taş köprüsü ve karanlık çarşısı vardı denmektedir. Karanlık Çarşı, Kapalı Çarşı demektir. Bu günkü Şıh Efendi Camisinin yanından başlayıp devam edermiş. Burası günümüzde bulunmamaktadır. Hatta o çarşıyı hatırlayan kimsenin olduğunu da sanmıyorum.

Yakın köyler ile birlikte Nevşehir’de 35 Adet su değirmeni bulunmaktaymış. Su gücü ile çalışan Bezir haneler de bir zamanlar Nevşehir’de bulunmaktaymış. Nar ve Göre Kasabasında birer örneklerinin muhafaza edildiğini duymuştum. Bilindiği gibi bezir yağı keten tohumundan üretilmektedir. Geçmiş günlerde bezir aydınlık demekmiş. Bezir çıraları bu günkü lambaların yerine kullanılmaktadır. Bir zamanlar yöremizde ketenin de tarımı yapıldığı sonucuna ister istemez varmaktayız. Yağı ve lifi oldukça kıymetli olan bu bitki, daha uygun kumaşların ve dokumaların çıkmasıyla önemini yitirmiştir. Gaz yağının yaygınlaşması beziri, elektriğin çıkması da gaz yağının önemini ötelediğini görüyoruz.

Buğday dinkleri, bulgur dövme sokuları daha geçen günlere kadar birçok mahallede bulunur, kullanmak isteyen kimseler kullanırdı. Bulgur sokuları kara kepez taşından veya yöremizde cingi taş olarak anılan bazalttan oyularak yapılırdı. Sahipsiz ve işlevsiz kalan bu taşları turistik tesislerin toplayıp aksesuar olarak kullandığını da duymuştum. Demek ki insanlarımız kışlık kaydını yaparken bu malzemeler kullanılıyordu.

Kum, taş, kireç gibi toplu taşımaları eşekçiler yaparmış. Ethem Ağa’yı hatırlarım. 15-20 eşeği vardı. İnşaatlara kum getirdiğini bilirim. Araçların bulunmadığı günlerde iş yapmışlar. Yine tarladan o kadar çuval buğdaya sefer yapamayanlar da bu kişilerden yardım alırlarmış.