BİR ZİYARETİN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ


Ahmet BELADA


Türkiye'de çok ciddi işler yapan/yapmakta olan bir kurumun başkanı kurumumuzu ziyarete geldi. Kendinden çok şey beklediğimiz bu zât açıklamalarıyla bizleri memnun ve mesrur etti.
Birçok hatıra anlattı. Hoş sohbet olan misafirimizle çok güzel muhabbetimiz oldu. Devlet kurumunda çalışan insanlar bir araya gelirde muhabbetin bir ucu bürokrasiye ve bürokratik işleyişe gelmez mi? Nitekim öyle de oldu. Yaşadığı oldukça ilginç bir hatırayı anlattı.
“Bir defasında, bir ülkeye müşavir kadro tahsisi için Dışişleri Bakanlığına bir yazı gönderdim. Sekiz ay sonra ‘o ülkede soydaşlarımız olmadığından böyle bir kadroya ihtiyaç yoktur’ diye cevap geldi. Ben de yazıyı alarak Dışişleri Bakanına gittim. Evrakı kendisine takdim ettim. Baktı ve bunu ‘hangi ….. imzalamış’ dedi. Baktı ki evrakın altındaki imza kendine ait…
‘Lütfen evrakı yeniden tanzim ederek bana gönderin derhal gereğini yapayım’ dedikten sonra, hemen sekreterini aradı ve:  ‘gelecek olan bu evrakı takip et ve hemen bana getir’ dedi.
Ben de yazıyı tazeleyerek tekrar gönderdim. Bir müddet sonra o Bakanlıktan ayrılarak daha başka bir konuma geldi. Yeni gelen Bakanın imzasıyla altı ay sonra hemen aynı içerikle aynı yazı geri geldi. ‘o ülkede soydaşlarımız olmadığından böyle bir kadroya ihtiyaç yoktur’
Yapacak bir şey yok. Günlerden bir gün, Başbakanla beraber Amerika’ya gidiyoruz. Uçağımız önce İrlanda’ya indi. Yaptığımız yakıt ikmalinden sonra uçağa tekrar bindik.  Yalınız oturuyordum. Başbakan yanıma oturdu. Halimi hatırımı sorduktan sonra bir isteğimin, olup olmadığını sordu. Ben de yanımda bulundurduğum o kadro talep dosyasını kendine tevdi ettim. Baktı hemen Dışişleri Bakanını yanına çağırarak: “Uçağımız önce New York’a ardından Washington’a geçecek. Washington’da bu iş tamamlanmış olarak belgenin faksını istiyorum” dedi.
New York’ta uçaktan inince Bakan’ı gözlemlemeye başladım. Aman Allah’ım ne telaş…
Nihayet gerekli görüşme ve toplantıların ardından, geldiğimiz Washington da kalacağımız otelde istirahate çekildik. Gece saat 10.30’da telefonum çaldı. Başbakanın çağırdığını söylediler. Hazırlandım ve Beyefendinin Odasına vardım. İçeri girdiğimde eşi ve çocuklarıyla oturuyordu.  Elindeki kâğıdı mütebessim bir çehreyle bana uzatarak, hayırlı olsun dedi.  Kadro tamam…   
Gene sohbet esnasında konu güncel mesele olan Fethullah Gülen ile Hükümet arasında cereyan eden mevzuya geldi.
Benim de çoktandır dillendirdiğim bir konuya temas ederek dedi ki:  “Hemen hemen iki yüz yıldır her türlü aşağılamaya maruz kalan İslam ve Müslümanlar, son yıllarda herhangi bir aşağılamaya ve hakarete maruz kalmaksızın ve hatta hemen her yerde kendini çok rahat ifade ettiği bir dönem yaşıyorduk. Maruz kaldığımız malum hadise ortaya çıktı. Bundan dolayı çok müteessir oluyorum.”  
Ardından ‘sizler bu konuda neler yaptınız veya yapmayı düşünüyorsunuz?’ diye sordum;    
Cevaben: “Ülkemizin kanaat önderi kişileri ve âlimlerden bazılarını bir araya getirdik. Epeyce müzakerenin ardından teklif edilmek üzere üç konu da fikir birliğine vardık:
1-Fethullah Gülen yaptığı bedduadan dolayı özür dilemeli,
2-Şimdiye kadar yapmakta olduğu ilim, ahlak ve talebe yetiştirmeye devam edeceğini ve siyasete karışmayacağını ifade etmeli,
3-Devlet kurumlarında çalışmakta olan talebelerinin, üstlerine karşı bağlı ve saygılı çalışmaları gerektiğini, aksi davrananların ise bizim bağlılarımız olmadığını ifade etmeli...
Bu mütalaamızı önce Sayın Cumhurbaşkanına bilahare de Sayın Başbakanımıza ilettik. Her ikisi de çalışmalarımıza muvafakat edip bizi desteklediklerini söylediler.
Biz de bu görüşlerimizi Fethullah Gülen’e iletmesi için onun Türkiye temsilcilerine ilettik.
Maalesef olumlu geri dönüş olmadığı gibi ardından aleyhimde yazılar çıkmaya başladı...”
Biliyor musunuz? Bunu duyunca üzülmekle beraber biraz da rahatladım. Zira bu konuda her hangi bir girişimde bulunan var mı diye merak edip duruyordum. (49/9)
Böylece cevabımı aldım.
NOT: Sabır ve sebatla ihya etmeye çalıştığımız Ramazan ayımız ve orucumuz hayırlı, idrak edeceğimiz bayramımız da mübarek olsun.