Erinç Yeldan

Neo-liberalizmin ürünü Covid-19 ve ne yapmalı?

01 Nisan 2020 Çarşamba

1980’lerden başlayarak “başka alternatif yok” koşullandırmalarıyla sürdürülen yeni-küreselleşme efsanesi, finansal sermayenin ve ulus-ötesi şirketlerin hiper-akışkanlığına ve devlet aygıtının sermaye lehine yeniden biçimlendirilmesine dayanmaktaydı. “Küreselleşme” diye sunulan bu dönüşüm, özü itibarıyla, sermayenin kârlılığını engelleyecek her türlü düzenlemenin kaldırılarak, piyasaların kuralsızlaştırılmasını sağlamayı amaçlamaktaydı.

Bu dönüşüm ile birlikte aslında özünde kamusal ve toplumsal nitelikte olan eğitim, sağlık, su ve doğal kaynakların tedariki gibi tüm sosyal hizmetler giderek ticarileştirildi, piyasanın arz - talep mantığına dayalı birer ticari metaya dönüştürüldü. Daha önemlisi, artık temiz suya, sağlığa erişim, parası olana sunulmaktaydı...

Başka ne bekliyorduk ki?

Küresel ticaretin üçte ikisinin dünyanın en büyük 2 bin oligopolcü şirketin idari kararlarıyla yönlendirildiği; gezegenimizde mal ve hizmet üretiminde çalışan 3.5 milyar insanın yarısının sosyal güvenceden uzak, parçalanmış, güvencesiz istihdam biçimlerinde istihdam edildiği; dünyada en yüksek gelirli yüzde 1’lik nüfusun milli gelirden aldığı payın ortalamasının yüzde 30’a ulaştığı; buna karşın aşağıda yer alan yüzde 50’lik nüfusun aldığı payın ortalama sadece yüzde 12’de kaldığı; 2016 itibarıyla dünyamızda yaratılan servetin yüzde 82’sine dünyanın en zengin yüzde 1’lik nüfus tarafından el konulduğu; daha açık ve özet bir ifadeyle, gelir eşitsizliğinin, fırsat eşitsizliği ile birlikte başat gitmekte olduğu bir küresel düzenden daha başka ne beklenirdi ki?

Covid-19 diye adlandırılan ve kendisiyle birlikte, tüm dünyamızın iktisadi ve sosyal kurumlarını çöküntüye uğratmış bulunan bu pandemik salgın, küresel kapitalist hegemonyanın doğrudan ürünüdür.

Nitekim, Prof. Dr. Oğuz Oyan, bu hafta sonu BirGün gazetesinde kaleme aldığı yazısında bu gerçekleri şöyle özetlemekteydi: “Neo-liberal dogmaları ifrata vararak uygulayan, sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesinde sınır tanımayan, üstelik devletin toplumu örgütleme becerisinin en yetersiz düzeylerde olduğu ülkelerde bu kriz toplumu ve ekonomiyi çok daha sert vurmaktadır.” Koronavirüse dayalı küresel kriz süreci kapitalizmin bizzat kendisidir; Türkiye de bu süreci kendi “yerli ve milli” özellikleriyle derinden yaşamaktadır.

Ne yapmalı?

Bu koşullar altında acilen alınması gerekli tedbirleri bu hafta sonu bir grup akademisyen kamuoyu ile paylaştı. https://sosyalbilimcilerincagrisi.com ağı altında özetlenen öneriler paketinin en önemli unsuru “salgından kaynaklanan ekonomik ve toplumsal krizde merkezi devletin olağandışı bir harcama programı tasarlaması çağrısıdır. Bu program sadece sağlık harcamalarından ve salgın ortamında sade yurttaşlara, emekçilere dönük doğrudan ayni ve nakdi desteklerden oluşmalıdır.

Bu hedef doğrultusunda:

- İşten çıkarmalar koronavirüs salgını süresince yasaklanmalı, işten çıkarmalar ve ücretsiz izinler yerine kısa çalışma ödeneği kullanılmalıdır. Kapanan işletmelerde çalışanların ücretlerini tam veya tama yakın almaları sağlanmalıdır. 

- Koronavirüs salgını süresince bütün işçiler süre koşulu aranmaksızın işsizlik ödeneği ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanmalıdır. Esnek ve yarı zamanlı çalışanlar da bu fondan yararlanabilmelidir. 

- İşsizlik Sigortası Fonu’ndaki paralar sadece işsizlik ödemeleri için kullanılmalı, işsizlik ödeneğinden ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanma süresi ve miktarı artırılmalıdır.

DİSK de bu hafta başında yayımladığı basın bildirisinde işsizlik sigortasının öncelikle işte kalma fonu olarak kullanılması gerektiğini vurgulamaktadır. Bu amaç doğrultusunda “işsizlik ve kısa çalışma ödeneği etkin biçimde uygulanmalıdır. İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları hızla nakit hale getirilmeli ve çalışanların gelir kaybını karşılamak için kullanılmalıdır. DİSK’in çağrısına göre, “Fondaki kaynaklarla 10 ile 15 milyon işçiye üç ay boyunca asgari ücret düzeyinde bir destek rahatlıkla sağlanabilir. İşsizlik Sigortası Fonu işten çıkarma yasağı ile birlikte, işi ve işçinin gelirini koruma fonu olarak kullanılmalıdır.

Bütün bu önlemler arasında belki de en önemlisi gene sosyal bilimcilerin çağrısında yer alan demokrasi özlemidir: “Devlet salgını bahane ederek yurttaşlar üzerindeki gözetim ve denetim ağlarını yaygınlaştırmamalıdır. Virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, daha otoriter ve baskıcı bir devlet aygıtının kalıcılaştırılması için fırsat kabul edilmemelidir.

Nice sağlıklı, barış ve esenlik dolu günlere...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları