|
Nefsin süslü gösterdiği şey olarak sanat

Ele aldığımız konu –nefis ve sanat ilişkisi– itibariyle önce kelime ya da ıstılah olarak nefsin ne’liğini, niteliğini ve sınırlarını bilmemiz/bildirmemiz gerekli olsa da, onu hem devam edegelen varlık tartışmasına bağlı olarak tümüyle keşfedilmemiş, hem de inanış ve kültürlere göre farklı manaları yüklenmiş olması bakımından burada tam anlatmamız mümkün olmayacaktır.

Mezkur konu bağlamında çıkış noktamız olan Tâhâ 20/95-96. ayetlerden bakmayı sürdürdüğümüzde, nefsin “enfisekum: ruhlarınız/canlarınız” , (En’am 6/63) anlamını önceleyerek, nefsi –kalp ve akılla birlikte– ruhtan ayırmasına rağmen, –
Süleyman Uludağ
Hocamızın kelimeleriyle– bu dört kavramı rabbânî ve ilâhî latifeyi ifade etme noktasında birleştiren ve bu bağlamda eş anlamlı sayan İmam
Gazâlî’
nin “Nûranî Beşerî Ruh Mertebeleri” esasında
Mişkât
’ında yaptığı tasnifle, bizi nefs - sanat ilişkisinde doğru bir istikamete yerleştirdiğini görürüz.

Ona göre ruhun beş mertebesi vardır.

1-Beş duyunun getirdiklerini alan
duyusal ruh,
2-Duyuların getirdiklerini tespit eden ve kayıt altına alan
hayalî ruh,
3-Duyuları ve hayali aşan anlamları algılayan
aklî ruh,
4-Salt aklî bilgileri alıp, bunlar arasında birleştirmeler, bağdaştırmalar yapmak suretiyle daha başka (üstün) bilgiler çıkaran
fikrî ruh,
5-Nebîlere ve bir kısım evliyaya özgü olan
kudsî nebevî ruh.

Beşinci mertebeyi “Eğer bazı insanların ayırt edici bir özelliği olan hususlarla ilgili şahit olduğun bir örnek istersen şiir zevkini (şiir tecrübesini) göz önüne getir. Şiir bir duyum ve algılama türüdür. Bazı insanlar bu hususta son derece yüksek zevke sahip olduğu halde, bazıları da uyumlu nâğmelerle gürültüyü birbirinden ayıramayacak derecede bu zevkten mahrumdur.” sözleriyle açan İmam Gazâlî, şu sonuca varır:

“İmdi, bilgi imanın; zevk de (batınî tecrübe) bilginin üstündedir. Müşahede tecrübesi (zevk) buluştur (vicdan); bilgi ise kıyastır. İman ise ehl-i vicdan ya da ehl-i irfana karşı hüznü zan ile birlikte salt bir taklitten ibarettir.” (Turan Koç tercümesi)

Şimdi, Sâmîrî’nin sözlerini tekrar hatırlayalım. O orada, ses çıkarma özelliği de olan buzağı putunu yapması hakkında şu üç gerekçeye tutunur:

1-Başkalarının görmediğini görme yetisi,

2-Putunun, resulün izinden avuçlayıp attığı şey ile canlıymış gibi görünmesini sağlamak,

3-Bunları yaparken nefsinin hoş gösterme / süsleme niteliğine başvurmak.

Başkalarının görmediğini görmek ve dolayısıyla göstermeye arzu duymak, Sâmîrî’nin manalar hakkındaki
fark
ile maddeler hakkındaki
tefriki
birlikte gerçekleştirmesi, kendisinin istidat ya da kabiliyet iddiasına, günümüz algısıyla sanat yapma gayretine denk düşerken, “resulün izinden avuçladığı” şey ise,
Harut ile Marut
kıssasındaki gibi sihir ya da sihirli kelimelerin öğrenilmesine benzer şekilde, bâtından ilham formunda pay almaya denk düşmektedir. Bunun günümüzdeki karşılığı ise
sanatsal yaratıcılık
dediğimiz ya da çoklarının edebiyattan şiir türüyle ifade ettikleri şeydir.

Üçüncü husus ise doğrudan, yapmanın/yaratmanın/sanatın kaynağına işaret etmektir. Öyle ki, Sâmîrî “Nefsim” derken, onun tanrının vergisi olduğunu ve kendisinin tanrı tarafından verilmiş olandan tasarrufta bulunduğunu –onun sayesinde yaptığını, yarattığını– ima ediyor olması da mümkündür.

Zira, “Nefisler bilinmezleri idrak etmek, hazineleri ortaya çıkartmak, remizleri çözmek, kapalılıkları aşmak, içlerin gizlediklerini ve hikmetlerin sırlarını araştırmayı sevmek özelliğinde yaratılmıştır ve bu nedenle kendiliğinden zahire yönelmezler.” (İbnü’l-Arabî, Fütûhat XVI/74)

İmam
Gazâlî
ile Şeyh
Muhyiddin
, kendi zamanlarından, diğer bir söyleyişle
başat bilgi
(vahiy) üzerinden konuştukları için, bizim zamanımızda önemli hale gelen
toptancı seküler bakış
açısından, nefsin süsleme / süslendirme / sanatlandırma niteliğinin, dinler, mezhepler, meşrepler, dünya görüşleri itibariyle farklılaşarak çeşitlendiğini ayrıca söylemeye ihtiyacı duymamışlarıdır.
Söz konusu farkların, Sâmîrî’nin bir
kök-imge
olarak sair zamanlardaki karşılıklarıyla, olumlu ya da olumsuz olarak sanatın icrasını belirlediği ise aşikardır.

Bu manada sanat için “Nefislerin şeyleri kendi inanışlarına, inkarlarına; doğrultmalarına ya da saptırmalarına göre süsledikleri istidadî bir uğraştır.” tanımını yapabiliriz.

Bu da bizi sanatın nefsânîliği planında, onun insanı şerî
vasatının
altına indirip indirmediğiyle ilgili ayrımı konuşmaya götürür.

O halde nasipse sonraki yazımızın başlığını şimdiden verelim:

“İnsanî vasat açısından müstehcen ve politik sanat.”

#Süleyman Uludağ
#İmam Gazâlî
#Şeyh Muhyiddin
3 yıl önce
Nefsin süslü gösterdiği şey olarak sanat
Evvelbahar
Siz hiç “ayben”e para gönderdiniz mi?
Irak: Kurtların sessizliği…
Direniş meşrudur, tükür kardeşim
Columbia’da ‘Filistin’le Dayanışma Çadırları’