24 Eylül 2017 01:00

Nefret söylemi yarışı

Nefret söylemi yarışı

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Yıllardır dile getirilen ön yargı ve nefret söylemi nefret suçuna dönüşebilir, siyasetçilerin, medyanın çok dikkatli olması gerekir uyarıları kulak ardı edildi, sonunda Hatun Tuğluk’un cenazesine yapılanlar hepimize çok ağır geldi. Sırrı Süreyya Önder’in Mezopotamya Ajansına anlattığına göre “burada Kürt’e yer yok, cemevinden gelen Müslüman mezarlığına gömülemez, Ermeni dölleri diye…” başlayan tacizin devamında traktörün ve iş makinesinin gelmesi, artan kalabalık ve küfürlerle nefret suçuna dönüştü. Cenaze yerinden çıkartılarak Dersim’e götürüldü, hapisteki kızı Aysel Tuğluk define katılamadı. 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ve AKP’li ve MHP’li başka siyasetçilerin nicedir HDP’lileri hedef alan söylemlerinin, hatta Erdoğan’ın HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’a “terörist” demesinin Tuğluk’un annesinin cenazesinin başına gelenle ilgisini olmadığını söylemek mümkün mü? Ya da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun bu saldırganlardan biriyle çekilmiş fotoğrafının, iktidar partisinin ve Diyanet İşleri Başkanının bu saldırıyı bir türlü güçlü bir şekilde kınamamasının bir sonraki saldırıları cesaretlendirmeyeceğine nasıl ikna olabiliriz?

Nefret söylemi bildiğiniz üzere toplumda azınlıkta ya da kendilerini ifade imkanı bulma konusunda daha güçsüz konumdaki toplulukları hedef alıyor, çünkü amacı bu yolla o topluluğu korkutmak, sindirmek. Yalnızca içinde hakaret, küfür, düşmanlık içeren ifadeler değil ona yol açabilecek gizleme ve çarpıtmalar da besleyenleri olarak nefret söylemi şemsiyesi altına giriyor. Yani AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ’ın yaşanan olaydan Aysel Tuğluk ve ailesini sorumlu tutan konuşması kadar Hürriyet gazetesinin ilk gün “Tuğluk’un annesinin cenazesinde gerginlik” başlıklı haberi de aynı değirmene su taşıyor. Oysa toplumda salgın hastalık gibi hızla yayılan ayrımcılıkla, nefret söylemiyle ve onun suça dönüşmüş haliyle mücadelede medyaya çok önemli görevler düşüyor. Gazeteciler hem siyasetçilerin söylemlerini denetleyerek hem de bunun sonuçları konusunda toplumu bilinçlendirerek tamamen ortadan kaldırmasa da nefret söylemini bir nebze önleyebilir. Zira bunun başka bir çözümü de yok, yasal çözümlerin ifade özgürlüğünü kısıtlama riski büyük.

Demirtaş’ın kendisine “terörist” diyen Erdoğan’a karşı açtığı davada Erdoğan’ın avukatları konuşmanın ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu dolayısıyla davanın reddini talep etmişler. Avukatların savunmalarını okuduğumda biraz umutlandım doğrusu Anayasa’nın ifade özgürlüğünü düzenleyen 26. maddesinden, AİHS 10/2’ye kadar yargının ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına nasıl yaklaşması gerektiğini çok somut biçimde anlatmışlar hatta “İfade özgürlüğünün sınırları AİHM ve AYM tarafından özellikle siyaset adamları açısından daha da geniş anlamda değerlendirilmiştir. Bu doğrultuda da siyaset adamlarına yönelen eleştiride kullanılan ifadelerin ağır, şok edici, rahatsız edici olabileceği AYM bireysel başvuru kararları ve AİHM’nin ilke kararları ile sabittir” bile demişler. Ağızlarına sağlık, artık bu dilekçenin üzerine beklentimiz TCK 299 cumhurbaşkanına hakaret davalarının tümünün düşmesi.

Demirtaş “terörist” ifadesine karşı her seçmen için 1 kuruş üzerinden 60 bin 584 lira 89 kuruş talep ediyor. Erdoğan’ın avukatları “terörist”in eleştiri olduğunda ısrarlılar daha ötesi bunun “Toplumda hakim olan görüşün devletin başı tarafından dile getirilmesinden ibaret olduğu”nu söylüyorlar. Sorunu yaratan kısım bu, birincisi bir görüşün toplumda hakim olduğuna kim karar veriyor? İkincisi hangi toplumda? En azından tazminatı belirleyen HDP seçmeninin yer aldığı toplumda olmadığı açık. Hadi diyelim ki öyle, zaten bu, dile getirilenin nefret söylemi olduğunun yani hakim görüşün karşısında yer alanın hedef gösterildiğinin itirafı değil mi? Tekrar edelim “devletin başı” (Bu terimler nasıl türüyor acaba?) bir siyasi parti eş başkanına “terörist” derse yarın bundan cesaret alan bir güruh “Buraya terörist cenazesi gömdürmeyiz” diye saldırmaz mı? Bu cesareti verenler yasal olarak olmasa bile siyasi olarak sorumlu tutulmaz mı?

Masada nefret, çatışma ve savaş dışında seçenekler de var

İktidarı eleştirirken salgının bir kolu CHP’ye ve ardından ulusalcı basına sıçradı. Böyledir nefret söylemi, kutusundan çıktığında toplumun eğitimli-eğitimsiz tüm kesimlerinde belirtilerini gösterir ve tek bir grupla da sınırlı kalmaz. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da geçtiğimiz hafta Giresun’da fındık üreticilerinin düzenlediği mitingde konuşurken Suriyeli göçmenleri kastederek “Onlar birinci sınıf vatandaş oldu. Karadeniz’dekiler ikinci sınıf vatandaş. Geldiklerinde söyleyin bunu. Bunun hesabını Karadenizli sormak zorunda. Bunun hesabını soracak mısınız?” diye sordu. Savaştan kaçmış, çoğu korkunç koşullarda sömürülen Suriyelileri üç-beş oy uğruna hedef göstermeye değer mi? Fındık üreticilerinin yaşadığı sorunlar ya da Suriyeli göçmenlerin gelmesiyle ekonomik ve sosyal yaşamdaki sıkıntılar ırkçı, milliyetçi duygular kaşınmadan dile getirilemez mi?

Bunu sorgulayabilecek medya maalesef çok az kaldı. Bazıları tarafından en muhalif kabul edilen gazeteler, iktidarın öfkesinden paylarını alsalar bile, devlet zihniyetiyle uyumunu gerek Suriyeliler gerekse Kürtler konusuna el artırarak kanıtlamaya çalışıyor, tıpkı Sözcü gazetesinin 21 Eylül’de attığı “Nah Kurarsın” manşeti gibi. Kürtlere bakınca nicedir yalnızca güvenlik sorunu gören iktidar medyası ile muhalefetin medyası 25 Eylül’de Irak Kürdistanı referandumuna bakışta ve Kürtleri hedef alan nefret söyleminde buluşuyor. 

Yarın yapılacak olan referandum savaş sever medyanın iştahını epey kabarttı. “Son uyarılar”, “sert yaptırımlar”, “masadaki seçenekler” manşetlerde gözlerimize sokuluyor. İşte tam da böyle zamanlarda ihtiyaç duyduğumuz doğrulara, savaş dışında çözümlerin mümkün olduğunu gösteren haberciliğe erişimimiz kısıtlı. Ülkenin en iyi gazetecilerinin bir kısmı parmaklıklar ardında. Erdoğan “Ben gazeteciyim” diyene inanmayın demiş. Doğrudur ancak kendisi kimin gazeteci olduğuna karar verecek yetkili merci değil, buna gazeteciler karar verir. Ayrıca biz de bazen bazılarının gazeteci olduğuna inanmıyoruz, gazeteciliğin öyle yapılmaması gerektiğini bildiğimizden ancak yine de herkesin ifade özgürlüğünü ve herkes için basın özgürlüğünü savunuyoruz. Tavsiyemiz siz de öyle yapın, gazetecileri serbest bırakın. Aralarında öyleleri var ki nefretin gözleri bürüdüğü, savaş tamtamlarının kulakları sağır ettiği bugünlerde hakikate olan inançlarına, mesleklerindeki titizliklerine her zamankinden çok ihtiyacımız var. Hani Kennedy 1961 Domuzlar Körfezi çıkarması sonrası The Times Yayın Yönetmeni Turner Catfedge’e “Keşke operasyon hakkında daha fazla yazsaydınız, belki de bizi bu muazzam hatadan kurtarırdınız” demiş ya, o misal, iyi habercilik yarın en çok size lazım olacak.

Not: Yarın yani 25 Eylül’de Cumhuriyet davası var, 13.30’da Çağlayan’daki İstanbul Adliyesinde buluşuyoruz değil mi?

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...