"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Neden Bediüzzaman ve Risale-i Nur -4

Ahmet DEMİRDÖĞMEZ
17 Temmuz 2018, Salı
RİSALE-İ NUR’UN FARKI:

Risale-i Nur’un sair tefsir ve eserlerden üstünlüğü ve farkı ortadadır. Bunu idrak eden ehl-i ilim ve irfan sahibi zatlar tasdik etmişlerdir. Evvelâ şunu belirtmek isteriz ki, “İlim iki kısımdır: Bir nevi ilim var ki, bir defa bilinse ve bir-iki defa düşünülse kâfi gelir. Diğer bir kısmı, ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulûm-u imaniye bu kısımdandır. Elinizdeki Sözler ekseriyet itibariyle inşâallah o cümledendir.” (Barla Lâhikası) Hem, “Risale-i Nur, tarikat değil hakikattir; âyat-ı Kur’âniyeden tereşşuh eden bir nurdur. Ne şarkın ulûmundan ve ne de garbın fünunundan alınmış değil, Kur’ân-ı Mu’cizülbeyan’ın bu zamana mahsus bir i’caz-ı manevisidir; menfaat-i şahsiye yoktur.” (Kastamonu Lâhikası) diyen Üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin bu husustaki çok manidar tesbitlerini ve cevabını yine Kastamonu Lâhika mektuplarında görmekteyiz. Şöyle ki:

“Evliya divanlarını ve ulemanın kitablarını çok mütalâa eden bir kısım zâtlar taraflarından soruldu: Risale-i Nur’un verdiği zevk ve şevk ve iman ve iz’an onlardan çok kuvvetli olmasının sebebi nedir?

Elcevab: Eski mübarek zâtların ekser divanları ve ulemanın bir kısım risaleleri imanın ve marifetin neticelerinden ve meyvelerinden ve feyizlerinden bahsederler. Onların zamanlarında imanın esasatına ve köklerine hücum yoktu ve erkân-ı iman sarsılmıyordu. Şimdi ise köklerine ve erkânına şiddetli ve cemaatli bir surette taarruz var. O divanlar ve risalelerin çoğu has mü’minlere ve ferdlere hitab ederler, bu zamanın dehşetli taarruzunu def’ edemiyorlar. Risalet-ün Nur ise, Kur’ân’ın bir manevî mu’cizesi olarak imanın esasatını kurtarıyor ve mevcud imandan istifade cihetine değil, belki çok deliller ve parlak bürhanlar ile imanın isbatına ve tahkikine ve muhafazasına ve şübehattan kurtarmasına hizmet ettiğinden; herkese bu zamanda ekmek gibi, ilâç gibi lüzumu var olduğunu dikkatle bakanlar hükmediyorlar. O divanlar derler ki: “Veli ol, gör; makamata çık, bak; nurları, feyizleri al.

Risalet-ün Nur ise der: “Her kim olursan ol; bak, gör, yalnız gözünü aç, hakikatı müşahede et, saadet-i ebediyenin anahtarı olan imanını kurtar.” Hem Risalet-ün Nur, en evvel tercümanının nefsini iknaa çalışır, sonra başkalara bakar. Elbette nefs-i emmaresini tam ikna’ eden ve vesvesesini tamamen izale eden bir ders, gayet kuvvetli ve hâlistir ki, bu zamanda cemaat şekline girmiş dehşetli bir şahs-ı manevî-i dalâlet karşısında tek başıyla galibane mukabele eder.

Hem Risalet-ün Nur, sair ulemanın eserleri gibi, yalnız aklın ayağı ve nazarıyla ders vermez ve evliya misillü yalnız kalbin keşf ü zevkiyle hareket etmiyor; belki akıl ve kalbin ittihad ve imtizacı ve ruh ve sair letaifin teavünü ayağıyla hareket ederek evc-i a’lâya uçar; taarruz eden felsefenin değil ayağı, belki gözü yetişmediği yerlere çıkar; hakaik-i imaniyeyi kör gözüne de gösterir.” (Kastamonu Lâhikası)

Bu sebeple, Risâle-i Nur, taklidî îmânı, tahkîkî îmâna çevirip-îmânı kuvvetlendirip-iki cihânın saadetini kazandırıp, hüsn-ü hâtimeyi netice verir. En büyük dinsiz feylesofları da ilzam etmiştir. Risâle-i Nur’un bir husûsiyeti de şudur ki: Diğer mütekellimîne muhâlif olarak, ehl-i dalâletin menfîliklerini zikretmeden, yalnız müsbeti ders vererek, yara yapmaksızın tedâvi etmesidir. Bu îtibarla bu zamanda Risâle-i Nur, vehim ve vesveseleri mahvediyor, akla gelen suâlleri, istifhamları, nefsi ilzam, kalbi iknâ ederek cevaplandırıyor. “Risâle-i Nur, hem aklı, hem kalbi tenvir eder, nurlandırır, hem nefsi musahhar eder.” (Tarihçe-i Hayat) Başka bir hususiyeti de, kırk senelik manevî yolu kırk dakikaya indirmesidir. Bu hususta üstad Bediüzzaman Hazretleri’nin ifadeleri çok dikkate şayandır: “Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise Cenâb-ı Hakk’ın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaika çıkılacak bir yol bulunsa; o yola karşı lâkayd kalmak, elbette kâr-ı akıl değil... İşte otuz üç aded Sözler, böyle Kur’anî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar. Madem hakikat budur; esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasib bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi’ bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım.” (Mektubat) “Yazılan Sözler tasavvur değil tasdiktir; teslim değil, imandır; marifet değil, şehadettir, şuhuddur; taklid değil tahkiktir; iltizam değil, iz’andır; tasavvuf değil hakikattır; dâvâ değil, dâvâ içinde bürhandır. Şu sırrın hikmeti budur ki: Eski zamanda, esasat-ı imaniye mahfuzdu, teslim kavî idi. Teferruatta, âriflerin marifetleri delilsiz de olsa, beyanatları makbul idi, kâfi idi. Fakat şu zamanda dalâlet-i fenniye, elini esasata ve erkâna uzatmış olduğundan, her derde lâyık devayı ihsan eden Hakîm-i Rahîm olan Zât-ı Zülcelâl, Kur’ân-ı Kerîim’in en parlak mazhar-ı i’cazından olan temsilâtından bir şu’lesini; acz u za’fıma, fakr u ihtiyacıma merhameten hizmet-i Kur’ân’a ait yazılarıma ihsan etti. Felillahilhamd sırr-ı temsil dürbünüyle, en uzak hakikatlar gayet yakın gösterildi. Hem sırr-ı temsil cihet-ül vahdetiyle, en dağınık mes’eleler toplattırıldı. Hem sırr-ı temsil merdiveniyle, en yüksek hakaike kolaylıkla yetiştirildi. Hem sırr-ı temsil penceresiyle; hakaik-i gaybiyeye, esasat-ı İslâmiyeye şuhuda yakın bir yakîn-i imaniye hâsıl oldu. Akıl ile beraber vehim ve hayal, hattâ nefs ve heva teslime mecbur olduğu gibi, şeytan dahi teslim-i silâha mecbur oldu. Elhasıl: Yazılarımda ne kadar güzellik ve tesir bulunsa, ancak temsilât-ı Kur’âniyenin lemaatındandır. Benim hissem; yalnız şiddet-i ihtiyacımla talebdir ve gayet aczimle tazarruumdur. Derd benimdir, deva Kur’ân’ındır.” (Mektubat)

Evet, hal böyle iken Risale-i Nur’un mahiyetini, farkını bu yazıya sığdırmamız elbette mümkün değildir. Merhum Zübeyir Gündüzalp Ağabeyin dediği gibi derim ki: “Milletler içinde şöhret kazanmış bir şâheserin değerini anlatmaya kültürüm kifayetsizdir. Bu büyük şeref Risale-i Nur’un münevver, idrakli ve takdirkâr okuyucularına mahsustur.” (Gençlik Rehberi)

RİSALE-İ NUR İNSANIN BÜTÜN DUYGULARINA HİTAP EDİYOR:

“İnsan, Cenab-ı Hakk’ın antika bir san’atıdır ve en nazik ve nazenin bir mu’cize-i kudretidir ki; insanı, bütün esmasının cilvesine mazhar ve nakışlarına medar ve kâinata bir misal-i musaggar suretinde yaratmıştır.” Diyen Üstad Bediüzzaman hazretleri, insanın cihazat ve duygu cihetiyle en zengin, en mükemmel ve mükerrem bir varlık olduğunu; mahiyeti ve vazifelerinin ne olduğunu Risale-i Nur yoluyla şöylece özetlemektedir: “İnsan, saray gibi bir binadır; temelleri, erkân-ı imaniyedir.” (Konferans) “O saray ehli ise; İnsandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letaif ve nefs ve heva ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gazabiye gibi şeylerdir. Herbir insanda her bir latifenin ayrı ayrı vazife-i ubudiyetleri var. Ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var.” “İnsanın cihazat cihetiyle zenginliği şu sırdandır ki: Akıl ve fikir sebebiyle insanın hasseleri, duyguları fazla inkişaf ve inbisat peyda etmiştir. Ve ihtiyacatın kesreti sebebiyle çok çeşit çeşit hissiyat peyda olmuştur. Ve hassasiyeti çok tenevvü etmiş. Ve fıtratın câmiiyeti sebebiyle pek çok makasıda müteveccih arzulara medar olmuş. Ve pek çok vazife-i fıtriyesi bulunduğu sebebiyle, âlât ve cihazatı ziyade inbisat peyda etmiştir. Ve ibadatın bütün enva’ına müstaid bir fıtratta yaratıldığı için bütün kemalâtın tohumlarına câmi’ bir istidad verilmiştir. İşte şu derece cihazatça zenginlik ve sermayece kesret, elbette ehemmiyetsiz muvakkat şu hayat-ı dünyeviyenin tahsili için verilmemiştir. Belki şöyle bir insanın vazife-i asliyesi, nihayetsiz makasıda müteveccih vezaifini görüp, acz ve fakr ve kusurunu ubudiyet suretinde ilân etmek ve küllî nazarıyla mevcudatın tesbihatını müşahede ederek şehadet etmek ve nimetler içinde imdadat-ı Rahmaniyeyi görüp şükretmek ve masnuatta kudret-i Rabbaniyenin mu’cizatını temaşa ederek nazar-ı ibretle tefekkür etmektir.” (Sözler) “Ve o insandaki pek kesretli âlât ve cihazatın her birisinin ayrı ayrı hizmeti, ubudiyeti olduğu gibi, ayrı ayrı lezzeti, elemi, vazifesi ve mükâfatı vardır.” (Sözler)

Okunma Sayısı: 2268
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı