14 Temmuz 2018 00:21

Ne yazmalıyım ki!

Ne yazmalıyım ki!

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Bilineni söylemek, onlarca, binlerce söylemek bu aşamadan sonra kime ne fayda verecek ki!

Biraz eskilere giderek, hafıza tazelemesi yapalım. AKP’nin ilk anayasa oyunu başladığında ileri gelen (Öyle olduğu düşünülen?) anayasa hukuku hocalarının bir bölümü, anayasa değişikliğinin, kurucu parlamentonun aksine, var olan kurulmuş parlamento kararı ile de yapılabileceğini söyledi. Var olan parlamentonun toplumu temsil kabiliyet yetersizliği bir yana, hangi zihniyetin fiili baskısı altında olduğunu dikkate almadan böyle bir hükme varmak, herhalde bizler gibi vasat insanların anlayamayacağı düzeyde deha işi olsa gerek! Bu durumda ne söyleyebilirim ki!

AKP’nin menşei ve tarikat bağlantılarını görmezden gelerek, yöneticilerinin kullandığı dil ve davranışlarıyla takiye yaparak, siyasete her türlü müdahaleyi baskılama ve demokrasi aleyhtarı olduğunu ileri süren savlarını inanılmaz şekilde destekleyerek prim veren “yetmez, ama evet” ulema yandaşlarının halkın büyük bölümünü parti lehine sempatiye boyamalarını hangi akıl kırıntısı ile açıklamalı ki! Böylesi doğuştan dahiyane niteliklerle donatılmış insanlardır ki, tarihin akışına, çöküş halindeki kapitalizmin son can simidi olan küreselleşme çevresinde tutunmaya çalışan Türkiye’nin konumunu ve olanaklarına zerre kadar eğilmeden, iki dudaktan çıkan aldatıcı lafa inanabilmişlerdir. Böylesi büyüleyici tuluat sahnesinde kazananlar zafer turu atarken ne denebilir ki!  

Halk arasında “Öküz altında buzağı aramak” olarak bilinen ya da daha modern çevrelerin ifade biçimi ile “komplo teorisi” olarak adlandırılan akıl yorma ya da ileriyi tahmin etme yöntemini dışlayan aklı evvelleri yerlere göklere koymayan halkla oyun oynanmaz mı? Sosyal bilimlerden nasibini almamış sosyolog bozuntularının genelleştirilmiş görüşlere karşı ukalaca tekil olgulara bakma gibi dahiyane duruşlara prim verenlerin gayretleri ile buralara gelen toplumda Üsküdar’ı geçmek için ata dahi ihtiyaç duyulmazdı. Ne var ki, bu çöküşte kurtuluş, Üsküdar’dan ötededir!

Kader yürüyüşü, akademisyenlerin ilk anayasa yapım süreci tartışmalarının çeşitli aşamalardan geçip, son anayasa taslağı hazırlanması ve referandumu ile noktalanmıştır. İlk tartışmalardan son taslağı oluşturan heyetin cehaleti, anayasa metninin dar bir çevrenin dahiyane ufkuna tercüman olabilecek(!) basit bir teknik metin olarak algılamalarında yansır. Oysa anayasa metni basit bir modifikasyon olmayıp, toplumsal uzlaşma bağlamında devleti kuran, organlarını belirleyen ve vatandaşı devlete karşı koruyacak şekilde devletin işleyişini sınırlayan ve denetime tabi tutan bir belgedir. Bugün yaşadığımız durum karşısında bu anayasayı yapanlar tarih önünde hesap vermek zorundadır; bu amaçla, şimdi toplum nezdinde eserlerini(!) lütfen çıkıp, savunsunlar! Oluşturulan devlet yapısı kapitalist olma niteliği dahi taşımamakta, özel kesimin bir bölümünün devlet aygıtına duhul etti(rildi)ği yapıdır. Bu yapının işleyişi iç piyasada yandaş-karşıt ikilemi, dış piyasa bağlamında ise iç sermaye kanalından ekonomiye sessizce emperyalist duhul yaratacak niteliktedir. En çarpıcı örnek olarak sağlık bakanlığına yapılan atamalarla ileride şekillenecek sağlık sorunları hakkında bir fikrimiz oluşmaz mı? Aynı durum turizm ve eğitim için de söz konusudur. Zaten, sözleşmeli öğretmen atama zihniyeti ve üniversitelere reva görülen muameleler çerçevesinde eğitimin artık tamamen gözden çıkarılmış olduğunu düşünmek de yanlış olmaz.

Bütçe açığı, cari açık ve bu paralelde yükselen kur konularında halka sempatik görülebilecek önlemler çelişkilidir. Kuru baskılamak ve faizi düşürmek olası gözükmemektedir. Bütçe açığını baskılamak, hizmetlerden fedakarlık yaparak, halkı sadaka kültürüne yönlendirerek bir süre gerçekleştirilebilir. Faizin baskılanması Merkez Bankasının para arzı ile olanaklı olabilir. Ancak, bu durumda kur olağanüstü fırlar. Dahiyane Çiller deneyimi ortadadır. Bu sorun, denetimli sabit kur sistemi ile götürülmeye çalışılabilir. Ancak, bu geriye düşüş olduğu gibi, günümüz koşullarında çok tartışmalıdır. AKP’ye oy veren ve kur ile doğrudan ilgilenmeyen kesimler, ekonomik süreci de anlayamayacaklarından, süreci lehte değerlendirebilirler. İşte cehaletin boyutu! Sahnelenen oyunu alkışlarken, perde arkasında kanayan yarayı göremeyenin demokrasi oyunu! Şöyle ki, cehaletin alkışladığı oyun, son sahnede alkışlayanları da silip süpürebilir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa
Evrensel Ege Sayfaları
EVRENSEL EGE

Ege'den daha fazla haber, röportaj, mektup, analiz ve köşe yazısı...