MURAT SEVİNÇ
Adamın biri, sanırım müşavirdi, Soma’da yere düşmüş bir maden işçisini tekmeledi yıllar önce. Üç yüzün üzerinde işçinin vefat ettiği felaketin ardından. O fotoğraf hafızalara kazındı. Kazınmayacak gibi değildi. İnsan adı verilen varlığın herhangi bir niteliğine sahip olup söz konusu fotoğraftan yüzü kızarmayacak yoktur herhalde. Gelecekte, bu günlerin tarihi yazıldığında, kuşkusuz en anlamlı/kullanışlı fotoğraflardan biri, o tekmenin atıldığı ‘an’ olacak.
Tekmeyi atan, sırtını nereye yasladığını çok iyi biliyordu kuşkusuz. Yüzündeki hınç ve özgüven, yere düşmüş işçinin jandarmalar tarafından tutulmaya çalışması ve çevredekilerin şaşkın bakışları…
Atan da, bizler de farkındayız ki; o tekme, sıradan ve herhangi bir ergen kavgasında rastlanabilecek türde bir şiddet biçimi değildi. Öyle olmadığı içindir ki, ‘devletin’ hekimi tekme atana rapor verdi ve öyle olmadığı içindir ki, ‘devletin’ mahkemesi tekme yiyeni yargıladı (Başbakan’ın aracına tekme savurduğu için!). Ve öyle olmadığı içindir ki, o tekmenin sahibi, özür dilerken dahi başkalarını itham edip kendi mağduriyetini anlatan satırları yazmak için, Muharrem İnce’nin Soma’da konuşma yaptığı günü, dört yıl sonrasını bekledi!
İnsan hata yapar, insan büyük hata da yapar, insan kalp kırar, can yakar… Sonra insan, vicdanı ile başa çıkamadığında, yaptıklarından dolayı af diler, kırdığını onarmaya çalışır. Buna mukabil insan, devlet gücünü olanca heybetiyle arkasına alıp iktidar olmanın şehvetiyle, yere düşmüş bir diğer insanı, kolluk yardımıyla, tekmelemez. Hata, böyle bir şey değildir. İnsan, yanlışlıkla birinin ayağına basınca ‘özür’ diler; yerdeki birini vahşi bir yüz ifadesiyle tekmelediğindeyse, yıllar sonra (seçimler yaklaşırken!) yarım ağız dilediği bir özürle yetinemez. Fiilin suç niteliğini bir yana bırakalım. Salt insani açıdan, başka ve daha içten bir ‘çaba’ gerekir.
Hâl böyleyken, içtenlikli bir özürden, ayıbın acısını ve mahcubiyetini yaşamış ağır başlı bir affedilme talebinden başka her şeye benzeyen bu özrün sahibine, Aralık 1970’de Varşova’daki anıt önünde ‘diz çöken’ Şansölye Willy Brandt muamelesi yapanları anlamak mümkün değil. Ya hakikaten insanları delirtmek istiyorlar ya da asgari ‘adalet’ duygusu olanlara aptal muamelesi yapmakta son derece mahir olduklarını düşünüyorlar…
Barış Atay ne yapmış?
Bir süredir hem aktif muhalifliğiyle hem de Sadece Diktatör adlı oyunuyla gündemde olan bir oyuncu Barış Atay. Oyunu seyretmedim, bir fikrim yok. Ancak uzun süre çok sayıda salonda seyirci karşısına çıktığını biliyoruz. Son bir yılda ise ‘idare,’ oyun bir yana neredeyse Barış Atay’ı ‘bir insan olarak’ yasaklayacak! Oyun, OHAL’e dayanarak pek çok yerde engellendi. Bu bir anayasa yazısı değil ancak şunu söylemeli: OHAL hukukuna dayanarak bu oyunu yasaklamanın, OHAL hukuku ile ilgisi yok! Açıkça hukuka, anayasaya aykırı. Yapılabiliyor oluşunun tek gerekçesi, yasaklayanların bu gücü kendinden buluyor oluşları; başkaca bir nedeni yok.
Barış Atay, özür tartışmasının olduğu gün twitter’da bir şeyler yazmış. Bu yazıyı okuyan herkes muhtemelen o satırları da okumuştur. Şöyle diyor:
“Hepiniz ağlayarak özür dileyeceksiniz. O gün geldiğinde; affedeni, acıyanı, yargılamaktan vazgeçeni de unutmayacağız! Yok öyle ‘torunlarla emeklilik, kavga istemiyoruz,’ falan. Her şey yeni başlıyor. Bu ülkeye, insanına yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.”
Muhterem okuyucu, sert dille bir eleştiri yöneltmek, ‘suç’ değildir. Bir ifadenin ‘suç’ olabilmesi için, suç içeren unsurların bulunması gerekir. Barış Atay’ın üslubunu beğenmeyenler olabilir. Bunun karşılığı, beğenmeyenin kendi düşüncesini söylemesi ve medeni bir tartışma yürütülmesidir. Atay’ın satırlarındaki temel amacının ne olduğu, her orta zekâlı için son derece açık. ‘Kavga istemiyoruz’ diyenlere yönelik eleştirisi, takdir edersiniz, ‘kavga istiyoruz’ demek değildir. ‘Devr-i sabık’ yaratılmamalı vs. diyenlere dönük bir itirazdır. Suç işleyenlerinin yargılanması devr-i sabık yaratmak değil, adaletin tesis edilmesidir.
Devr-i sabık yaratmak ise, örneğin DP’nin (Demokrat Parti), iktidara gelince CHP’nin mal varlığına el koymasıdır. Suç işleyenlerin yargılanmasını istemek, devr-i sabık yaratmak değil, devletin temelinde yer alan adalet ilkesinin gerçekleştirilmesini talep etmektir. Bu haklı talebi benim sözcüklerimle dile getirmek mümkün olduğu gibi, Barış Atay’ın diliyle seslendirmek de mümkün. Barış Atay’ın üslubunu beğenmeyen, onu izlemez ve okumaz. Ancak, asıl talebinin ne olduğunu görmezden gelemez; zira görmezden gelmek bir ‘tercih’ değil, hafif tabirle, ayıptır.
Adalet devletin (mülkün) temelidir. Devletleri çökerten, şu ya da bu gerekçeyle adalet ilkesinin yok edilmesi; yurttaşın, devletinin adil olduğuna dair inancını yitirmesidir. Bu, tüm derin ekonomik krizlerden daha vahim sonuçları olan bir olgu. Türkiye’nin başındaki en büyük dert, öyle dolar şu bu değil; arkasına devlet gücünü alıp arsızca her hukuksuzluğu ve zorbalığı yapabileceğini düşünen, irili ufaklı ve her düzeydeki yurttaşın varlığıdır. Madenciye tekme atan ile bir mağazada çıplak arama yapan, aynı insandır. Ve bu ‘insan,’ bir ‘er’ Kürtçe türkü söylediği için öldüresiye şiddet uygulayan üst düzey subay ile ikiz kardeştir.
Hiç mi hazzetmediniz Barış Atay’ın üslubundan! Peki, oyunları her yerde yasaklanan Atay ‘talebinde’ haksız, hukuk dışılıkların sorumluları yargılanmamalı, diyeniniz var mı? Hiç kimsenin, ya da daha doğru değişle ‘sağlıklı zihinlerin’ intikam istediği yok. Dürüst insanlar ‘adalet’ istiyorlar, hepsi bu. Türkiye’nin ana muhalefet partisi lideri ve on binlerce yurttaş, ‘hak, hukuk, adalet’ talebiyle yüzlerce kilometre yürüdü. İnsaf!
Dün, Atay’ın twitter’da yazdıklarına, ‘resmî’ amiral gemisinde kalem oynatan bir köşe yazarı tepki gösterdi. Barış Atay’ı, ‘hedef’ haline getirdi. Ah neler söylüyorum, yahu iktidara değil ki, cumhurbaşkanı adayı olan muhaliflere şikâyet etti. Hem Atay’ın ‘dilini’ eleştirdi canım, gidin de gözaltına alın, demedi ki! Nitekim Tahir Elçi’ye de basit bir soru sormuştu; eh gazetecinin görevi soru sormak değil mi! Nasıl da kötü niyetliyim… Bu son derece vahim kasaba kurnazı karakteri tanımayan yok. Uzatmayacağım…
Barış Atay, söz konusu ihbar yazısı üzerine bir yanıt yayınlamış. Yine kendi üslubunca, sözlerinin arkasında durup söz konusu yazarı eleştirmiş.
Ardından, bu sabah gözaltına alınmış Barış Atay. Okuduğunuz yazı yayınlanana dek serbest bırakılabilir ya da tutuklanabilir. İkisi de ihtimaldir!
Dürüst yurttaşların talebi, adalet talebidir. Adalet talep etmek, suç işleyenlerin yargılanmasını, suçların üstünün kapatılmaması gerektiğini savunmak, bir lüks değil, yurttaşlık görevidir. Kaf dağının ardındaki ‘huzur,’ ancak adalet talep ederek ve bu uğurda mücadele vererek getirilebilir.
Adalet talebi, hedef gösterilemez, gözaltına alınamaz, yargılanamaz!
Şu son cümlenin ‘saçmalığı,’ içinde bulunduğumuz durumun özeti sayılır…
‘Mektup’ önerisi: Malum, Osman Kavala, neden içeride olduğunu bilmediğimiz (!) çok sayıda yurttaş gibi, altı aydır cezaevinde. Tahmin edersiniz, ortada iddianame yok! Kavala’nın kaleme aldığı kısa ve düşünceli mektubu buraya bırakıyorum.
Hatırlatma: 18 Mayıs akşamı, adaletsiz yayıncılığı protesto için yapılacak ‘TV kapatma’ eyleminden haberdarsınızdır umuyorum.