Görmeyen bir insanın resim yapması mümkün müdür diye sorarsanız, sanki imkansızmış gibi düşünürüz ama istisnaları vardır hayatta. Bizim coğrafyamızda yaşayan bir Türk ressam Eşref Armağan doğuştan görmeyen bir insan ve resim yapıyor.

Gerçekten mucize gibi bir şey gözleri görmeyen bir insanın resim yapması. Elleri ile nesnelere dokunarak şekillerini tasavvur edip, etrafındaki insanlardan da renkler hakkında bilgi alarak gayet başarılı resimler yapmaktadır. Bunun gibi örnekler başka ülkelerde de mevcuttur.

Gözleri görmeyen insanların müzikte çok başarılı oldukları örnekler de çoktur.      Aşık Veysel, Kâni Karaca yurdumuzdan en güzel örneklerdir. ABD’den Ray Charles Robinson dünya çapında şöhrete ulaşmış görme engelli bir sanatçıdır.

Bu örnekler incelendiğinde çok zor olsa da, başarılı olmanın bir şekilde üstün bir yeteneğin yanında çok emek verilerek gerçekleştiğini anlayabiliriz. Fakat anlamakta insan aklının zorlandığı bir konu işitme engelli birinin müzikte başarıya ulaşmasıdır. Klasik müziğin liderlerinden Ludwig van Beethoven, eserlerinin çoğunu işitme sorunlu iken yapmış ve ünlü eseri 9. Senfonisini tamamen sağır olduktan sonra bestelemiştir. Sonuçta duyulmayan sesler nasıl tasavvur edilebilir?  İşte insan aklının yetersiz kaldığı nokta burasıdır. Sesler elle tutulamaz, gözle görülemez, duymayan birine tarif edilemez bir şeydir.

İşte müziğin ilahi boyutlarına örnek teşkil edebilecek bir yönü de burasıdır. Bir manada bestecilerin kalbine düşen ilhamla doğan nağmeler, aldıkları müzik eğitimi ile açıklanamaz. Hayatında hiç müzik eğitimi almamış o kadar çok besteci var ki, saymakla bitmez, besteledikleri eserler birer sanat şaheseri olarak dünya kültür mirasına eklenmiştir. Dünyamız var olduğu sürece de bu eserler icra edilecektir.

Kısaca, musıki sanatının yalnız eğitimle olmadığını, yeteneğin de gerekli olduğunu söylemek istiyorum. Yetenek de yalnız yaratanın size özel bir lutfudur. Sanatçı olunmuyor, sanatçı bir ruhla doğuluyor…