Mutlu muyuz?

CNN Türk canlı yayınında, bir DHA muhabiri tarafından depremzedelere sorulan “mutlu musunuz” sorusuna tepki yağdı. Yağmayacak gibi değildi. “Allah devletimizden razı olsun” yanıtını alana dek tekrar tekrar sordu soruyu. Gelen tepkiler üzerine muhabir önce kendini aklamaya çalıştı: “bir soru sordum linç edildim” diye başladı söze. Ardından baktı olmuyor: “defalarca izledikten sonra size hak verdim, olmamış” dedi ve özür diledi.

Yönetenlerin ya da yandaşların özür dilemesine alışkın olmayan bünyemiz, bu erdemli davranış karşısında frene bastı. Defalarca izledikten sonra idrak etmiş olmasına inanmadık ama yine de “insandır, hata yapar” diyenler oldu. Özür de girince işin içine, konuyu bu aşamada kapatmak gerek.

Kapatalım kapatmasına da asıl mesele, bu muhabir ya da hatalı davranışı değil. Toplumun bir kesimine sirayet etmiş olan davranış biçimininin son örneğiydi izlediğimiz. Tek bir kişiye yönelmiş gibi görünen büyük öfke de aslında tahammül sınırlarını zorlayan bu davranış biçimineydi.

Henüz geçmiş depremlerin acısı sarılmamamışken memleketimde, yeni bir felakete uyandık. Hem de bilim insanları sürekli uyardığı halde…Hem de deprem olması beklenen bir bölgede, göz göre göre yıkıldı bir kent daha.

Kimimiz, göçük altında kaç insan olabileceği sorusunu zihninden kovalamakla meşgul. Kimimiz “deprem vergisi ya da bağış adı altında toplanan onca paraya ne oldu” diye düşünüyor. Sonra, ne olup bittiğini öğrenmeye çalışan milyonlarca insanın karşısına elinde mikrofonuyla sırıtan bir adam çıkıyor.  Bizi boşverin, depremin şokunu atlatmaya çalışan insanların karşısına geçip “gece korktunuz ama şimdi mutlusunuz değil mi” diye sorabiliyor.

Bir battaniyenin altında yan yana uyuyan iki bebek görüyoruz. Elazığ’da bir kış günü…Büyük bir panik haliyle sokağa çıkarılmışlar, gece boyunca büyüklerin gözündeki korkuyu izlemişler ve sonunda bitap düşmüşler. Bebeklere baktığınızda bu durumu tahmin etmek güç değil. Ama muhabirimiz onlara bakıp başka bir şey görüyor: “çadır da bulmuşlar, soba da yanlarında, ne güzel huzurlu uyuyorlar” diyor. Yetmiyor, bir çadıra sığınmış insanlara “mutluyuz” dedirtene kadar tekrar tekrar “mutlu musunuz” diye soruyor.

Herşeye rağmen hayatta oldukları ve büyük devletleri onlara bir çadır bulduğu için şükretmeleri bekleniyor. Depremin neden olduğu tüm yıkımların ve ölümlerin önlenebilir olduğu gerçeği, şükürle ve dualar arasında görünmez olup gidiyor.

O kadar çok tanık olduk ki benzerlerine…Aynı mikrofonu ülkenin doğusunda ya da başka bir memlekette pisi pisine ölen askerin anasına babasına uzattılar, “vatan sağolsun” dedirttiler.  Aynı mikrofonu maden patlamasında ölen işçilerin yakınlarına uzattılar, “takdiri ilahi” dedirttiler. İş cinayetleri talihsiz kazalara, kadın cinayetleri münferit olaylara dönüştü aynı ellerde, dillerde.

Hep aynı utanmazlık, hep aynı riyakarlık var yüzlerinde. Maşalar görevlerini eksiksiz yerine getirirken, sahipleri çalıp çırpmaya devam ettiler. Bizim tarafta ise kaybetmiş olan yoksul halka kızmak daha kolaydı, “susmasınlar canım, biraz da isyan etsinler” dedik. Asıl suçlulardan hesap sormak işi yine ertelendi, öfke hep başka yerlerde dolandı durdu.

Bugün, 6.5 şiddetindeki bir depremin nasıl böylesi yıkıma uğratabildiğinin, can alabildiğinin yanıtını veren yok. Bundan sonra yaşanacaklara dair planlama yok. Bilim insanları uyarmaya devam ediyor, korku filmi izler gibi izliyoruz, ciddiye alan yok. İçişleri Bakanı sosyal medya avına çıkmış, Cumhurbaşkanı gezerken şöyle bir uğramış.

Yanıtsız bırakılan sorularımız, sarılmamış yaralarımız ve kayıplarımız arasında yaşama savaşı verirken çaresiz hissediyoruz. O yüzden, tek tek kişilere yönelmiş gibi görünen öfkemiz, aslında önüne geçemediğimiz bu pişkinliğe. Gerçeklikle böylesi tezat içindeki sahte gülümsemelere. İnsanlığın akıl ve vicdandan böylesi uzak düşmesine…

Öfkemiz, kötü olduğunu bile bile iyisini yerine koyamayışımıza. Öfkemiz, yalana dolana böylesine kolaylıkla maruz kalışımıza. Öfkemiz aslında biraz da kendimize…

Mutlu muyuz? Soruyu soranın da sorduranın da umrunda değil yanıtımız, bunu da biliyoruz. “Mutlu değil, öfkeliyiz” diye haykırmak istiyoruz. Haykırmalıyız. Öfke yönünü bulmak ister. Bırakın bulsun. Elimizde kalan bir avuç umut, büyük öfkemizle birleşmeyi bekler. Mutlu olacağımız gün, o gündür.