Daimi geçersiz oylar ve muhalefetin ilişki durumu

Bugün muhalefeti yöneten siyasi liderlerin bu konuda net ve uzun vadede sabit bir tavır koyması gerek. Bu tavrın altınının da ‘yarın sıra bizim belediyelere gelir mi’ korkusuyla değil sırf elimizde kalan tek şey olan o kevgire dönmüş demokrasiyi ve halkın iradesini korumak şiarıyla doldurmak gerekiyor. HDP’nin yanında ama’sız, fakat’sız durmazlarsa iktidar bu bloku bir arada ve mukavim tutan tuğlayı çekmeyi başaracaktır.

Google Haberlere Abone ol

Ulaş Altuner*

“Demokrasi, içindeki insanların oyuncu değil, izleyici olduğu bir sistemdir." Noam Chomsky’nin uzun yıllardır hafızamdaki aforizma nehrinde sürüklenen bu sözü son birkaç seçim sürecinde yerine oturdu, oturuyor derken; Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediyelerine kayyım atandığı haberini okuduğumda ‘hah’ dedim, şimdi yerleşti. Hani bir aletin parçalarını birleştirirken bir ‘tık’ sesi ararsınız. Adeta o sesi işittim.

Böyle baktığımızda o kadar elzem bir şey gibi görünmüyorsa da eksik yanlış, iyi kötü bir demokrasinin varlığına sırtını yaslamışların umudunu, inancını iyiden iyiye örseleyen çok amaçlı bir operasyondu bu. Hukuk ve demokrasi açısından kusurlu olmakla birlikte siyasal strateji bağlamında gayet geçerli ve işlevsel bir hamle gibi duruyor. İktidar aynı taşla hem birkaç ay önceki yerel seçimlerde yaşadığı hezimetin baş müsebbibi olarak gördüğü Kürt seçmenlerin gönlünü hem de gevşek bir ip üstünde dengede durmaya çalışan muhalefet ittifakını kanatmayı başardı. Kim ne derse desin, sınırın güneyinde beklenen yeni gelişmeler öncesinde İslamcı/milliyetçi tabanın da koltuklarını kabarttı.

Üzülmeye, öfkelenmeye hakkımız var tabii. Ancak şaşırmanın biraz abartılı bir tepki olduğu kanısındayım. Bu hem artık bir şeye şaşırmanın lüks olduğu bir atmosferde yaşadığımız için böyle hem de bu işin tam da bu şekilde yürüyeceği daha seçimden önce davulla zurnayla ilan edilmiş olduğundan. Bu müdahalenin ne amaçla ve ne şekilde uygulamaya konulacağı bile detaylarıyla en yetkili ağızdan aktarılmıştı. Velhasıl, açıklanan program duyurulduğu şekilde uygulandı ve atanmış bürokrat belediye başkanları, 5 ay aradan sonra, çok özledikleri, Evkur’dan döşenmiş hissi veren makam odalarına ve lüks banyolarına kavuştular. Sıhhatler olsun!

Yaklaşık 17 yıldır bütün meşruiyetini irade-i milliye üzerine inşa eden, ‘yüzde 51 ne derse o olur, demokrasi de tam olarak budur’ diyen AKP’nin bu milli irade meselesini biraz izafi gördüğünü zaten biliyorduk bilmesine de son seçimlerde çok daha net bir şekilde kavrama olanağı bulmuştuk. Milli irade tanımının kapsamındaki millet, salt AKP’ye oy veren yurttaşları içine alıyor. Halkın yüzde 51’inin AKP’den yana irade koyduğu her durumda atı alan Üsküdar’ı geçiyor ve bunun tartışılması bile mevzu bahis edilemiyor. Aksi gerçekleştiğinde, mesela 7 Haziran 2015 seçimlerimde ya da 31 Mart 2019 yerel seçimlerinde olduğu gibi AKP seçimi kaybettiğinde, mutlaka bir dolap dönmüş, görünmez eller seçime şaibe karıştırmış oluyor.

Özetle, artık çok iyi biliyoruz ki demokrasiyi yüzde 51’e indirgeyen iktidar, bu mübarek orana erişemediğinde, AKP aleyhinde kullanılan oylar geçersiz ya da dolaylı olarak geçersizleşecek oylardır. Benim gibi sözelcilikle malul insanların bile çok kolay anlayabileceği bir algoritması var geçersiz oyların:

  • Sandığa gittiniz, oyunuzu muhalefete verdiniz, seçimi AKP kazandı. Oyunuz (muhalefete vermiş olduğunuz halde) geçerli.
  • Sandığa gittiğiniz, oyunuzu muhalefete verdiniz, seçimi oy verdiğiniz parti/aday kazandı. Oyunuz geçersiz. ‘Çünkü çaldılar’.
  • Sandığa gittiniz, oyunuzu iktidar partisine / adayına verdiniz. Seçimi AKP kazandı. Oyunuz doğrudan ve fazlasıyla geçerli.
  • Sandığa gittiniz, mührü basmanız gereken yuvarlağın içine değil AKP logosunun üstüne bastınız. AKP seçimi kaybetti. Geçersiz kullandığınız oyunuz, yeniden sayılmak suretiyle dolaylı olarak ve fazlasıyla geçerli.
  • Kürt coğrafyasında yaşıyorsanız oyunuzu kime verdiğinizin zaten bir ehemmiyeti yok. Sizi kimin yöneteceği çoktan belirlenmiş durumda. Şayet AKP’ye vermediyseniz oyunuz her durumda ve yeniden sayılmaksızın geçersiz.

Bu tür şeyler vuku bulduğu zaman insanın gözü ister istemez arkasına geçilip yürünecek bir babayiğit arıyor. İstiyorsun ki sesi senden daha gür çıkan birileri çıksın senin adına konuşsun. Keyfi kararlarla, halkın iradesini gasp edenlere karşı dimdik dursun, çata çat mücadele etsin. Hukuksa hukuk, sokaksa sokak, protestoysa protesto… Temsil edilmek üzere görevlendirdiklerimiz önderlik etsin, toplumu yönlendirsin diyorsun.

21 yerinden delinmiş demokrasimizin siyasi aktörleri bu ortamda ne yapıyorlar diye baktığımızda içimize fenalık geliyor. Senin, benim, bütün bu sıradan insanların Twitter’da kurduğu tepki barikatının 250 metre gerisinden iktidara minik taşlar şandelliyorlar. Onu da HDP’nin uğradığı her nevi haksızlık karşısındaki ihtiyatla yapıyorlar. Kınamalar, lanetlemeler, 'kabul edilemez’ler havada uçuşuyor. Ha bir de yine mevzu HDP veya Kürtler olduğunda o açıklamalardan bir türlü eksik olmayan ‘ama’lar…

Şunu da anlıyoruz ki siyasiler, bizim aksimize, aylar öncesinde ilan edilen böyle bir operasyonun yapılacağı konusunda bilgi sahibi değillermiş. Ya da nedense inanmamışlar. Öyle olmalı ki HDP dışında hiçbir oluşumun elle tutulur bir aksiyon planı yok. Hepsi resmen şok! Hepsi büyük infiale kapılmış durumda.

Tamam. Ona da tamam ama ablalarım, abilerim, sizin işiniz tweet atmak mıdır? Siz önde duracaksınız, biz arkanızdan geleceğiz. Mesela Ankara’dan Maltepe’ye yürüdüğünüz gibi, “hadi kalkın memleketin öbür ucuna yürüyoruz” diyeceksiniz. ‘Yok o tür şeyler yapmayacağız, başka bir planımız var’ diyebilirsiniz. Bizi itidale davet edebilirsiniz. Edin. Ama siz de bizimle birlikte mutedil kalacaksanız olmaz o iş.

Kemal Kılıçdaroğlu yine kimseyi şaşırtmayan açıklamasında, “Bu tür olaylarda sokağa çıkılmasını, protesto yapılmasını doğru bulmuyoruz” dedi. Ne tür olaylarda sokağa çıkılmasını tasvip ediyorsunuz Kemal Bey? Seçme-seçilme hakkımıza, irademize, demokrasimize tecavüzün hangi fazında çığlık atıp bu duruma itiraz etmeliyiz?

Mesela şöyle bir şey olsa… Bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimini CHP adayı yüzde 1’lik oy farkıyla kazansa. Sonra birileri çıkıp “Bu farkı yaratan yerli ve milli olmayan unsurların geçersiz oylarıdır, seçim iptal” dese, o zaman da böyle geniş geniş oturup ‘bekleyip görelim’ diyecek miyiz?

Siyaset tarafında vaziyet böyleyken farklı isimlerle yayımlanan AKP bültenlerinde durum ne diye bakmaya bile lüzum yok. Çok büyük marifetmiş gibi bu tarihi lekeyi alkış kıyamet methediyorlar. Bir bakıma iyi bir şey yapıyorlar. Hepsi tarihe not. Hepsi arşiv.

Gaspın dumanı üstündeyken CNN Türk’e bir adam çıkarmışlar. Titri güvenlik uzmanı. Güvenlik konusundaki uzmanlığını besleyen birikim nedir bilemem. “Halkın oy verip seçtiği belediye başkanlarının hukuka aykırı şekilde görevden alınmasını neden bir ‘güvenlik uzmanı’ yorumluyor” sorusunu da şuraya park ediyorum. Bu uzman, canlı yayında, o bölgedeki seçmen kitlesine atıfla ‘bunlar cahildir, korkaktır, ne yaptıklarını bilmezler. Buradan çıkan sonuç milli irade değildir” diye saçmalıyordu.

Vay be! Yıllar yılı ‘göbeğini kaşıyan cahil’ etiketinden mustarip olmuş mağdur fakat vakur AKP’lilerin geldiği noktaya bak. Türkiye’de belki de en örgütlü, en ne yaptığının farkında seçmen kitlesine cahil diyorlar. Bu iktidar denen zehir nasıl hücre hücre ele geçiriyor bu beyinleri, bellekleri nasıl siliyor, vicdanları nasıl çürütüyor, an be an tanıklık ediyoruz.

Kim cahildir, kime göre cahildir, cehalet neyle, nasıl ölçümlenir… Bunlar çok muğlak meseleler. Hatta devrine durumuna göre değişebilen şeyler. HDP’ye oy verenler velev ki cahillerdir. Velev ki pusulaya ip koyarak mühür basıyorlardır. Ampulün üstüne basıldı diye yeniden sayılan oy geçerlilik kazanıyor ama iple verilen oy geçersiz demek. Vicdanı ve adaleti artık nereye çektiklerini berraklaştırıyor bu bakış.

AKP bu güvenlikçinin öne sürdüğü ‘cahillerin oyu geçersizdir’ tezini destekliyorsa bir iktidar temsilcisinin acilen çıkıp Aysun Kayacı’dan özür dilemesi gerekir. Ya da böyle kafa bulandıran şeylerle hiç uğraşmasınlar. “Kürtlerin AKP dışındaki partilere verdikleri oylar, ‘daimi geçersiz’ oylardır” desinler, çıksınlar bu işin içinden. Herkesin kafası serin olsun.

Adet olduğu üzere dış basın bu olan bitene ne demiş diye ona da bir göz attım. Onlar hala “Acaba AKP otoriterleşiyor mu” seviyesindeler. Bir dış haberler gurusu değilim ama gözlemlediğim kadarıyla bu naiflikleri bilgisizlikten çok cehennemin bizim bulunduğumuz katmanlarına erişimleri bulunmadığından. Bizde ve Orta Doğu’da olan biteni çoğunlukla evrensel hukuk, insan hakları ve etik gibi kavramların onlar için mümkün olan, tahayyül edebildikleri en düşük eşiğinden değerlendiriyorlar. Farkında olmadıkları, onların alt eşik addettikleri seviyenin bizim mevcut koşullarda çıkmayı hayal bile edemediğimiz bir irtifa olması.

Belçikalı, radyocu bir arkadaşım, 15 Temmuz’dan iki gün sonra bana ‘Orada neler oluyor’ diye sormuştu. Ben de dilim döndüğünce ve mümkün olduğunca basitleştirerek özetlemiştim. Yazdıklarımı okuduktan sonra, “Ama idam cezası geri gelirse Avrupa Birliği’ne giremezsiniz ki” dedi. Ah canım ya! Canım benim! Bir süre için ‘Her kuşu gördük, leylek kaldı’ deyişini 'İngilizce’ye çevirebilir miyim' diye düşündüğümü hatırlıyorum. Sonra vazgeçip, “Almazsanız almayın. Biz de Şangay Beşlisi’ne gireriz” dedim.

BİZ ŞİMDİ NEYİZ?

Bu son gelişmelerin ışığında artık görüyoruz ki ‘demir soğutma’ falan gündemde değil artık. Bilakis demiri tavında dövme eğilimi var. İktidar dini bütün ve milliyetçi cephenin tutkalını güçlendirmeyi hedefliyor ve bunu yaparken baskının dozunu aşamalı olarak artıracak. Başta CHP, muhalefet partilerinin bu ‘ılık’ tavrı karşısında HDP, seçim sürecinde birlikte hareket ettiği başka telden çalan siyasi hareketlerle ilişkilenme biçimini haklı olarak sorgulayacak. ‘Şimdi biz neyiz’ sorusunu soracak.

Bugün muhalefeti yöneten siyasi liderlerin bu konuda net ve uzun vadede sabit bir tavır koyması gerek. Bu tavrın altınının da ‘yarın sıra bizim belediyelere gelir mi’ korkusuyla değil sırf elimizde kalan tek şey olan o kevgire dönmüş demokrasiyi ve halkın iradesini korumak şiarıyla doldurmak gerekiyor. HDP’nin yanında ama’sız, fakat’sız durmazlarsa iktidar bu bloku bir arada ve mukavim tutan tuğlayı çekmeyi başaracaktır. Bugünleri ılık açıklamalarla geçirilirse, seçim sathı mailine girildiğinde Kürt seçmenlere ve temsilcilerine ‘gelin omuz verin kardeşim’ denildiğinde bunun makul bir karşılığı olacaktır. Üstelik bu tepki sadece HDP seçmeniyle de sınırlı kalmayabilir.

Seçmenlerini ne kadar duyuyorlar, söylenenleri ne kadar anlıyorlar bilmiyorum. Ancak muhalefet tabanındaki kimsenin artık böyle keyfe keder işgallerin, zapt etmelerin, halk iradesini hiçe saymaların karşısında ‘hukuki zeminde mücadele edeceğiz’ lafını işitmek istediğini sanmıyorum. Çünkü o hukukun kimin hukuku olduğunu, kimi koruyup kimi ötekileştirdiğini, o hukuki zemini tesis eden kurumların meşruiyetinin artık tartışmalı olduğunu herkes gayet iyi biliyor.

Chomsky ile başladık, onunla bitirelim: “Her türlü otorite ve hiyerarşi sorgulanmalı ve bunların meşruiyeti ispatlanmalıdır. Meşruiyetini ispatlayamayan her türlü otorite gayrimeşrudur."

*İletişim Uzmanı