Ülkemizde gazeteciliğin en büyük sıkıntılarından birisi de başkalarına beğendirmek için veya başkalarının tenkidinden korkarak yazı yazmak sorunudur.
Hak bildiğini söyleyebilmek, kalemini eğip bükmeden istikamette tutabilmek, körü körüne takdir veya tenkitten sakınabilmek, yazısını sadece “kendi” yazısı yapabilmek oldukça müşkülleşmiş durumda. Bir yazının arkasını çevirdiğinizde yani o yazınının derinliklerine indiğinizde yine yazarın kendisini görebiliyorsanız sorun yoktur. Ancak yazar, bir emir doğrultusunda başkalarının istediklerini “yazar” konumunda ise orada büyük bir sorun vardır.
Böyle sorunlardan çok uzak olarak kimseye beğendirmek için değil yalnız hak namına yazanlarda vardır.
İşte Bediüzzaman: “Ey ehl-i insaf! Mâzeretim bu. Kabul ederseniz, insafın şe’nidir; etmezseniz, emin olunuz, size minnet etmem, hiç de kabul etmeyiniz. Sizin minnetiniz dağ başında olsun. Size beğendirmek için değil, belki Hakk’a hizmet için yazdım, vesselâm.” (Münâzarât) demektedir.
Böyle diyebilmek bütün fikir ehlini canlandıracaktır. İnsaf ehli zaten hak olanı doğru olanı kabul edecektir. Etmeyenler varsa onlara da minnet etmeye gerek yoktur. Bediüzzaman gibi “hiç de kabul etmeyiniz, size minnet etmem” diyebilmek gerektir.
Münâzarâtta ifade edilen: “Yazmaktan maksat, bizden bir nakşın bâki kalmasıdır. Çünkü varlığımızda bekâ yoktur. (Sâdi-i Şirazi) Hakikati yazmaktaki maksadı ifade etmektedir. Bu gaye ile yazanlar yazmaktaki maksadın ne olduğunu unutmayacaklar ve dünya menfaatlerine göre yazı yazmayacaklardır.