Osmanlı İmparatorluğu 1453 tarihinde İstanbul’u fethedip Doğu Roma’yı yıktıktan sonra yeni bir döneme girdi. İmparatorluk Oğuz Türklerinin kurduğu ve Müslüman inancına dayansa da yeni dönemde farklı din, farklı dil ve kavimlerden oluşan bir yapıya dönüştü. Devlet güçlü iken bu yapının bir sıkıntısı yoktu. Hatta Osmanlı gibi zamanın en güçlü devletinin tebaası olmak bu farklı yapıyı oluşturan bütün anasırı mutlu ediyor, bu yapının bir parçası olmak onlara hem büyük imkân sağlıyor hem de devletlerarası rekabette devletin sağladığı avantajı sonuna kadar kullanıyorlardı.
22Milyon kilometrekare büyüklüğüne ulaştığı zaman bile bu büyük imparatorlukta din, dil ve kavim farklılığına dayalı bir isyan ve ayaklanma görülmedi. Anadolu da yerel yöneticilerin baskı zulüm ve zorbalığına dayalı çıkan Celali isyanları ve İstanbul da Bizans’tan miras, saray entrikalarına din adamları destekli yeniçeri ocağının yönetimi değiştirme amaçlı isyanlar bir tarafa bırakılırsa 18. Yüzyıl sonuna kadar, hatta 19. Yüzyıl ilk çeyreğine kadar bölücü, ayrılıkçı, din ve kavim esasına dayalı isyanları tarih kaydetmemektedir.
Osmanlı İmparatorluğu gücünün zirvesinde iken bütün cephelerde zaferler kazanıyor, ekonomisini ise bütün devletlerin imrendiği bir düzeyde tutuyordu. Bu durum Osmanlı toplumunu oluşturan bütün unsurları mutlu ediyor, hem zenginliğin hem de huzurun tadını çıkarıyorlardı. Bu durum 18. Yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar sürdü. Bu tarihteki Osmanlı Rus savaşı büyük bir mağlubiyetle sonuçlanınca 1774 tarihinde yapılan Küçük Kaynarca anlaşması ekonomik çöküntünün kapısını açmış, Rusya başta olmak üzere Avrupa devletleri Hıristiyan topluluklar üzerinde korumacılık hakkı kazanıp onlarla ilgili söz sahibi olmuşlardır.
1789 Fransız ihtilâl’inin getirdiği milliyet duygularına başta Rusya, Fransa, Avusturya ve İngiltere’nin kışkırtma ve destekleriyle İmparatorluğun Balkanlardaki Hıristiyan topluluklarında Osmanlıdan ayrılma hareketleri gözlendi. Önce Yunan, sonra Sırp ve daha sonrada diğer Hıristiyan toplulukları bir, bir bağımsızlık kazanma amaçlı ayaklanmalara başladılar.
1839 Tanzimatın ilânı ve 1856 Islahat fermanı hep bu kötü gidişe dur demek için yapıldıysa da durum Osmanlı açısından hiçte beklendiği gibi olmadı. Hem ekonomik çöküntü hem de ayrılıkçı isyan ve ayaklanmalar artarak devam etti. İşte bu sırada başlayan OSMANLICILK hareketi Osmanlının siyasi ve toplumsal bütünlüğünü korumak amacını taşıyordu. Bu hareket Hıristiyan, Musevi ve Müslüman farkı gözetmeden farklı din ve kavimleri Osmanlılık adında bir ve bütün hale getirmeyi düşlüyor, böylece Osmanlının bütünlüğünü korumayı sun’i bir Osmanlı milleti oluşturarak sağlamayı düşünüyordu.
Hıristiyan toplulukların bağımsızlıklarını kazanarak imparatorluktan ayrılmaları, OSMANLICILIK fikrinin tutmadığını göstermiştir. Bunun yerine İSLÂMCILIK, GARPCILIK ve TÜRKÇÜLÜKideolojileri Osmanlı aydınlarının gündemine düştü. Bir önceki yazımızda söylediğimiz gibi bu ideolojilerin hedefleri bir, reçeteleri farklılık gösteriyordu. Hepside Osmanlı Devletinin parçalanmasını önlemek ve ömrünü uzatmak amacını taşıyordu.
İslâmcılar başlangıçta Türkçülerle beraber çalışıyorlar, birçok konuda ortak düşünceleri savunuyorlardı. Sultan Abdülhamit yönetimine karşı birlikte mücadele ediyor, II. Meşrutiyetin ilânı için toplumu birlikte yönlendiriyorlardı. Başlangıçta İttihat ve Terakki fırkasının çatısı altında ortak çalışıyorlardı. Günümüzdeki İslâmcıların Sultan Abdülhamit’e “ULU HAKAN” demeleri tam bir U dönüşüdür. Çünkü o dönemin İslâmcı gazete ve dergilerine bakılırsa Abdülhamit’e “mel’un, hain,şeytan” sıfatlarını bolca yakıştırıyorlar ve tam kadro küfürlerini eksik etmiyorlardı.Mehmet Akif bileSAFAHATINDA en hafif tabiriyle “korkak” diyerek hakkındaki hükmünü tescilliyordu. Hele bugün ağız birliği ile reddettikleri İttihat ve Terakki fırkasını “Mübarek Cemiyet,Mukaddes Cemiyet, Fırka-i Muhterem” diye ululuyorlar; İttihatçıları ise İslâm’ı kurtaracak “Erbab-ı Fetih” ve “Ashab-ı Celadet” diye nitelendiriyorlar ve çalışmalarını“Cihad-ı Mukaddes” diye alkışlıyorlardı. O günün önde gelen İslâmcı gazetesinin başyazarı Derviş Vahdeti bile onları “Zamanın Halit b. Velit’i” olarak tanıtıyordu.
İttihat ve Terakki iktidarının zamanla sertleşen yönetimi, hürriyetlerin sınırlandırılması, günlük hayattaki kargaşa ve belirsizlik, her şeyden daha önemli olarak istibdadın tekrar geri geleceği endişesi İslâmcıların onlardan uzaklaşmalarına sebep olmuştur. Öncüleri olan Şehbender zade Ahmet Hilmi, Sait Halim Paşa, Mehmet Akif, Mustafa Sabri, Ferit Kam, Sait Nursi, Elmalılı Muhammed Hamdi, M.Şemsettin, Ahmet Naim ayrı bir siyasi program oluşturmuşlardır. Bu siyasi programın sahipleri İstiklâl Savaşı sonrası çoğunlukla yurt dışına kaçmışlar, mensupları da cumhuriyetin ilk yıllarında pasifleşmiş hatta yer altına çekilmişlerdir.Çok partili döneme geçişten sonra benzer programla yeniden siyasetin belirleyicilerinden olmuşlar ve günümüzde de uzun soluklu iktidara gelmişlerdir.
Siyasal İslâmcıları siyaset tarihçileri “İslâm’ın kişisel hayat dışında sosyal ve politik alanlarda da yol gösterici kılınmasını hedefleyen politik- ideolojik hareketlerdir” diye tarif etmişlerdir. Ancak daha pratik olarak “Bütün Müslümanları tek yönetim altında toplama amacı güden ülkü” diye de tanımlanmıştır. Ancak günümüz uygulamalarından sonra daha kısa ve doğru olarak “ İslâm’ı siyasete araç eden akım” diye de tarif edilmektedir.
Balkan savaşından sonra Müslüman Arnavutların Osmanlıdan ayrılmaları, Arapların 1.Dünya savaşında İngilizlerle anlaşarak Osmanlıyı arkadan vurmaları ve İslâm halifesi olan Padişahın tarihinde ilk defa olarak Sancağı Şerifi açarak bütün Müslüman toplulukları yanında savaşa katılmalarını istemesine rağmen bu davetin İslâm âleminde pek itibar görmemesi İSLÂMCILIK ideolojisininde tutmadığı anlaşıldı. Ziya Gökalp 1913 tarihinde “Üç cereyan” adını verdiği makalesini yayınlayınca İSLÂMCILAR ile TÜRKÇÜLER ayrıldılar. Ziya Gökalp bu makalesinde “TÜRKLEŞMEK İSLÂMLAŞMAK VE MUASIRLAŞMAK” adını verdiği yeni programında Türk milletinden, İslâm Ümmetinden ve Batı medeniyetinden olmayı teklif ediyor ve programla medeni âlemin bir parçası olmayı amaçlıyordu. Kültürde milli, inançta İslâm ve medeniyette batılı olmayı salık veriyordu. Bu ayrılış ayrı programlar halinde günümüze kadar devam etmiştir.
NOT:Bir sonraki yazımızda Siyasal İslâmcı ideolojinin fikir kaynakları üzerinde durulacaktır.
Yorum yazarak Bolu Gündem Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Gündem hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Gündem editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Gündem değil haberi geçen ajanstır.
Şimdi oturum açın, her yorumda isim ve e.posta yazma zahmetinden kurtulun. Oturum açmak için bir hesabınız yoksa, oluşturmak için buraya tıklayın.
Yorum yazarak Bolu Gündem Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Bolu Gündem hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Bolu Gündem editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Bolu Gündem değil haberi geçen ajanstır.