Saray rejimi Türkiye’yi dünyadan kopartmaya ve halkın gerçek gündeminden uzak bir siyasete hapsetmeye son sürat devam ediyor.

Türkiye ekonomisini 18 yıllık iktidarı süresince küresel düzene nitelikli üretim gücü üzerinden değil borç bağımlılığı üzerinden eklemlemiş olanlar, şimdi o borcu bulmayı zorlaştırmanın nedeni haline geldi. Bir ülkeyi batırmak, yok etmek isterseniz ne yapmalı sorusunun yanıtı Saray rejimi. Önce borca bağımlı kıl, sonra borcu verenin borç vermemesi için elden geleni ardına koyma… Müthiş bir yıkım… Yıkımın altında kalan ise ülkenin yüzde 99’u, yani halkı. Keyfi süren ise bir avuç rantçı yandaşla siyasi ortakları, yani ülkenin yüzde 1’i.

Borca bağımlı olmayan bir düzen gelir yaratan alanlarda yatırım yapmayı gerektirir. Kıymetli kaynakları ranta değil verimli alanlara aktarmayı gerektirir. Çağ ile uyumlu bilgiye tüm halkın eşit erişimini sağlayacak kamucu, laik ve bilimsel, kreşten üniversite sonrasına dek uzanan bütüncül bir eğitim politikasını gerektirir. Temel insan haklarının kamu tarafından hem hukuken koruma altına alınmasını hem de ekonomik ve sosyal olarak kamu tarafından sağlanmasını gerektirir. Bir başka deyişle her şeyi piyasaların kar güdüsünün tekel gücüne teslim etmemeyi gerektirir. Çünkü eşitlik ve artan refah bir arada var olurlar.

Bunlar için ihtiyaç duyulan yatırımları yapmaya imkân verecek kaynaklara dışarıdan borç bularak erişen Saray rejimi o borcu betona gömdü 18 yıl boyunca. Halkın geleceğini betona gömdü. Borcu devlet almadı ama Türkiye borçlandı; bankalarımız, sanayimiz, KOBİ’lerimiz, yurttaşlarımız... Herkesi borçlandırdı düzen. Alınan borçları geri ödeyecek ve bir daha borç almaya ihtiyaç duyulmayacak bir gelir yaratmaya odaklanmadı iktidar. Kendisini var edecek bir saadet zinciri kurmaya odaklandı.

Dışarıdan borca bağımlı düzeni iktidar bilerek ve isteyerek kurdu. Şimdi dışarıdan borç bulmak zorlaşıyor. Çünkü artan belirsizlik parayı kendisini güvende hissedeceği limanlara yönlendiriyor. Güven arıyor borç verenler. Peki iktidar ne yapıyor, o borç verenlerin iki dudağı arasına hapsettiği geleceğimize dair ne yapıyor?

İktidar ülkeye olan güveni yıkıyor. Yıkımın adresi de Saray’ın ta kendisi. Gerçeklerin konuşulmasını yasaklıyor, şeffaflık arayanın güvenini yok ediyor. Miras hukukunu yok sayacağını ve mülkiyet hakkını gasp edeceğini ilan ediyor, hukukun ve hakkın güvencesini arayanın güvenini yok ediyor. Parti devletinin IBAN numaralarıyla halktan topladığı paralar nereye harcandı diye soran CHP Yüreğir Gençlik Kolları başkanı Eren Yıldırım’ı ve kamu kurumlarının bilgi sistemlerine nasıl sızılır diye soran CHP İzmir eski İl Başkan Yardımcısı Banu Özdemir’i talimatla tutukluyor, toplumsal barış ve hesap verilebilirlik arayanın güvenini yok ediyor. Sermaye kontrolü yok diyor, sonra dönüp döviz hesaplarına vergi koyuyor, politik samimiyet ve eylem-söylem birliği arayanların güvenini yok ediyor. Çünkü derdi ülke değil, derdi kendi bekası.

Bu dünyadan kopuş hali, halkın gerçeklerinden kopuşla el ele gidiyor. Anketler ve veriler tüm çıplaklığıyla gerçeği ortaya koyuyor. Koronavirüs sonrasında halkın yarısından fazlasının geliri azaldı. Halkın neredeyse üçte ikisi geleceğinden kaygılı. Gençler başka coğrafyalarda gelecek görüyorlar, kendi topraklarında değil.

Oysa tüm dünya bu koşullarda temel vatandaşlık gelirini tartışıyor. Hak temelli, bir ülkenin yurttaşı olmaktan doğan bir hakla herkesin erişeceği bir geliri... Sırf insan olmaktan gelen bir hakla, yani koşulsuz erişeceği. Dünya bunları tartışırken, Saray rejiminin ortakları AKP ve MHP ise İBB’nin sosyal yardımlarında halkın ihtiyaç beyanı yeterli olsun başka koşul aranmasın önerisini oylarıyla ve gururla reddediyorlar. Çünkü onlar halkın koşulsuz ve hak temelli olarak kamu ile ilişki kurduğu bir sosyal devletin değil halkı partizanlık ve kimlikleri üzerinden ayrıştırarak kamu ile ilişki kurmaya mahkum eden parti devletinin kurucuları!

Saray rejiminin ve ortaklarının tercihi belli, parti devleti. Oysa ihtiyacımız ve bizim tercihimiz de belli, sosyal devlet. Öyle bir sosyal devlet ki sırf bu ülkenin yurttaşı olmaktan gelen bir hakla, sırf insan olmaktan gelen bir hakla, bu hakkı güvence altına alacak, gözetecek ve güçlendirecek bir kamucu anlayışa dayanacak. Öyle bir sosyal devlet ki rantçı yandaşın kar hırsını değil toplum yararını gözeten bir kamucu anlayışa dayanacak. Öyle bir sosyal devlet ki çağın ekonomisini yakalayacak yenilikçiliğe ve özgüvene dayanacak. Öyle bir sosyal devlet ki onu halkın büyük mücadelesi var edecek!