GUSTAVE Le Bon’un “Ulusların Yücelişinin Psikolojik Yasaları” kitabını yeniden okuyorum. Le Bon, tıp eğitimi alan ama sosyoloji alanında tanınan bir Fransız düşünür. Adı geçen kitabını 1916 yılında kaleme almış; görüşleri oldukça keskin; bir kere milletlerin kendilerine has bir ruhu olduğunu ve bu ruhun kolay kolay değişemeyeceğini, bireyi atalar kültürü, aile ve çevre faktörünün etkilediğini fakat bu sıralama içinde en zayıf faktörün de çevre şartları olduğunu belirtiyor.

Şu sözler Gustave Le Bon’un: Bir ulusun gücü, akıl ve zekasına değil fakat onun karakterine bağlıdır. Akıl, doğanın sırlarını incelemeye ve onun güçlerini kullanmaya yarar. Karakter, kendini yönetmeyi ve zorluklara başarılı biçimde direnmeyi öğretir.. Uygarlıkları çok gelişmiş olan uluslar içinde geleceğin hayati problemi, entelektüel kültürleri ile, uluslara bağımsızlıklarını sağlayacak yegane güçler olan karakterlerin ve özellikle iradenin katı eğitimini üst üste getirebilmek olacaktır.. Ulusumuzun nitelikleri kusurlarını dengelediğinde eğilimimizin yönü kaderimizi belirleyecektir. Dışta sarsılmaz ittifaklar ve içeride sürekli bir barış, varlığımızın en önemli şartlarıdır. Bir toplum içeride barışı sağlayamazsa uzun süre varlığını sürdüremez. Eski çağın Yunanlılarından şimdiki çağın Polonyalılarına kadar, anlaşmazlıklarının üstesinden gelmeyi bilemeyen uluslar köleliğe düştüler ve bir tarihe sahip olma hakkına kadar her şeylerini yitirdiler…

Birinci Dünya Savaşı esnasında yazılan bu görüşler bugün de geçerli olabilir mi? Bir milletin ruhundan, karakterinden bahsedebilmek kozmopolitlerin yaptığı gibi ırkçı, çatışmayı çağrıştıran fikir olarak nitelenebilir mi?

Ziya Gökalp, Le Bon’un milletlerin eşit olmadığı fikrini eleştirmiş ve medeni yaklaşımların milletleri yakınlaştıracağını belirtmiştir: Le Bon’un ırka dayandırdığı esası reddederek, kültürü öne çıkarmıştır. Buna rağmen Gökalp, milletlerin ruhu olduğu fikrine uzak değildir; bir makalesinde “kamuoyu” ve “kamu ruhu” kavramlarını kullanır ve esas olanın kamu ruhu olduğunu ve bunun gölgede kalsa da zaman içinde meydana çıktığını belirtir. Bu konuda değerli yazar Mustafa Yiğit’in “Yeni Okumalar Işığında Ziya Gökalp” adlı kitabını tavsiye ederim.

Kamu ruhu, “tarihe sahip olma hakkını” elde eden kültürel varlığın, ete kemiğe bürünmesidir.

Milletler hele ki gelenekli milletler, “kamu ruhu” sayesinde girdikleri karmaşadan sıyrılıp çıkmasını bilirler. Asya’dan Anadolu’ya Türk milletinin tarihine bakınız. Her karmaşada dirliği derleyip toparlayan bir “Türk Siyasi Marifeti” belirir.

Siyasi marifet, devlet olma, dirliği yaşatma marifetidir. Bu durum, değişimlerin sarsıcı etkisine zihni melekesini muhafaza etmeyi bilerek direnmiş milli karakterin tarihe galebe çalmasından başka bir şey değildir. Kurumlar bazen bu ruha sırtını dönse de kamu ruhu öyle ya da böyle bayrağını göndere çeker ve tarih, milletin karakteri çerçevesinde şekillenir.

Bugün de öyle bir ruhun tesiri altındayız. Şükürler olsun.