• İSTANBUL
  • İMSAK
    00:00
    GÜNEŞ
    00:00
    ÖĞLE
    00:00
    İKİNDİ
    00:00
    AKŞAM
    00:00
    YATSI
    00:00
  • 0.0
  • 0.0
  • 0.0
Yavuz Bahadıroğlu
Yavuz Bahadıroğlu
TÜM YAZILARI

Mektuplar

15 Şubat 2020
A


Yavuz Bahadıroğlu İletişim: [email protected]

Mirza Arpa/ Japonya;

“Japonya’da yaşıyorum. Sizi “Elveda Buhara” (Nesil Yayınları, 0212 551 32 25) isimli kitabınızdan tanıyorum. Bu kitabınızı dün bitirdim. Sizi yeni tanıdığımı söylersem acaba çok büyük bir ayıp etmiş mi olurum? Merakım şu: Kitaptaki olaylar ne kadar gerçek?”

* Tâ Japonya’dan beni tanımanız ve tanır tanımaz irtibat kurmanız ne kadar güzel. Yazarın asıl armağanı budur işte sevgili Mirza. Teşekkürler.

Soruya gelirsek: Cevap sadedinde bir kitap daha yazabilirim. Çünkü adına “gerçek roman” denen hilkat garibesi bir tür ortaya çıktı! Roman tasnifinde böyle bir tür yoktur aslında. Bu yüzden bunun ne olduğunu ben de bilmiyorum. 

Romanın kurgu, tasarım, anlatım, diyalog, tasvir gibi kendi gerçekleri ve gerçekçilikleri vardır. Bunun üzerine “Yaşanmış hayattan alınma gerçek roman” diye bir tür icad etmek, tam anlamıyla duygu sömürüsüdür. Öyle ya: Kime göre “yaşanmış hayat?” Herkese sadece kendi hayatı “gerçek”tir. Başkasının hayatı ise “hayal”. Benim yaşamadıklarım bana “hayal”, sizin yaşamadıklarınız size “hayal”dir.

Peki, bu hilkat garibesi “yeni tür” nereden besleniyor? Sanırım son zamanlarda televizyon ekranlarını ahtapot gibi saran “malum ev”lerin beslendiği yerden... Onların oturduğu duygusal zeminden… Zaten ağlamaya meyilli bir toplumsal yapımız var. “Gerçek” olarak sunulan hayallere daha fazla ağlıyoruz. Bazı yazarlar da bunu kullanıp kötü romanları “gerçek” diye sunuyor, sanatı paraya dönüştürüyorlar.

Bu girişten sonra hemen şunu söyleyeyim ki, ben “tarihi roman” değil, “tarihin romanı”nı yazıyorum. Kendimi “tarihi roman yazarı” olarak görmüyor, “tarihi romanlaştıran adam” olarak görüyorum. Bu tanım amacıma ve hayat felsefeme daha uygun geliyor. 

İkisinin arasında önemli farklar var. “Tarihi roman yazarı” tarihe sadakat gibi bir yükümlülüğü kabullenmeyebilirken, “tarihi romanlaştırma” iddiası tarihe sadakat gerektirir. Ana çerçevenin dışına çıkamazsınız. Tarihin temellerini tahrip ile tarihi tahrif edemez, bozamaz, değiştiremezsiniz; canınızın istediği ekleme ve çıkartmalar yapamazsınız. 

Kısacası, “tarihi roman yazarı” tarihle dilediği gibi oynarken, “tarihi romanlaştıran adam” tarihle asla oynamaz, tarihi kendi ideolojik amaçları için kullanamaz.

Ben böyleyim. Bahsettiğiniz roman dahil, tüm romanlarımı, tarihin temellerini tahrip etmeden yazdım. Birinci amacım zevk vermek, ya da keyf almak değil, öğrenmek ve öğretmek oldu - İnsanın varlık sebebinin de “öğrenmek” ve “öğretmek” olduğuna inanıyorum. (Sonuçta, peygamberler de, insanlara doğru yolu göstermekle görevli “öğreticiler” değil mi?)

Öyleyse, neden romanı seçtim, araştırma eserlerle de aynı amaca ulaşabilirdim?

Gerçi araştırma mahsulü olarak yayınlanmış kitaplarım da var. “Osmanlı Padişahları Ansiklopedisi” isimli üç ciltlik çalışmamla, “Padişah Biyografileri Serisi” bu cümleden kayda değer çalışmalardır, (Kanuni’ye kadar, her padişah bir kitap hacminde yayınlanmıştır) ama amacıma romanla yürümeyi yeğliyorum. Çünkü: 

a) Çoğumuza sıkıcı gelen tarih araştırmaları, romanla eğlenceli bir hale dönüşür.

b) Roman, araştırma ürünü tarih kitaplarından daha kolay okunur ve mizansene dayalı bazı bölümleri nedeniyle daha çok akılda kalır.

c) Romanın okunma şansı, araştırma eserlere göre daha yüksektir.

d) Roman ve hikâye, daha rahatça okullara girebilmektedir.

H. Elmacı/ Adapazarı; 

“Bir çocuk annesiyim. Yazı yazmayı çok seviyorum. Yayınlanmış bir de kitabım var. Bu konuda kendimi geliştirmek istiyorum. Yapabileceklerim konusunda yol gösterirseniz ziyadesiyle mutlu olacağım.” 

* Bir kitabınız yayınlandığına göre yazmayı biliyor olmalısınız. Geriye kabiliyetin geliştirilmesi kalıyor; onu da çok okuyup hayatı gözlemleyerek yapabilirsiniz. Ama yazacağınız her kelimeye yüreğinizi katmayı unutmayın, olur mu?

 

Haberle ilgili yorum yapmak için tıklayın.

Yorumlar

ergun

Ramazan Kurtoglunun bir kitabını okumak için bir yıl önce aldım. Ekranda her konuşması çok iyi anlaşılan kurtoğlu nun kitabının akademik bir lisanla uzun cümlelerle yazılmış olması bana 50 sayfasından sonra okumama nedeni oldu. Kitabı bana verene sen para verdin aldın kendin okudunmu dediğimde 40-50 sayfa kadar okudum sonra sıkıldım dedi. Bana göre rahmetli hasan karakaya gibi kısa öz herkesin anlayabileceği bir lisanla yazmanın okuyucuyu sıkmadığı bir gerçek

Mustafa

Üstad cevabınız harika ve doyurucu. Teşekkürler Rabbim sizi korusun esirgesin
x

WhatsApp İhbar Hattı

+90 (553) 313 94 23