Türkiye sağının, özellikle siyasal İslamcı geleneğin önde gelen başarısı kolaylıkla gömlek değiştirerek, bazen de üç beş kozmetik dokunuşla eskiyi ve çürümüş olanı yeniymiş gibi sunabilmesi. O kadar ki, öfkeli konuşanlarının yerine daha sakin konuşanlarını bile alternatif olarak “piyasaya” çıkarabiliyorlar! Bu “inovatif performans” karşılık da bulabiliyor.

Bu günlerde Davutoğlu Babacan ikilisi ile ilgili bu yaşanıyor.

AKP/MHP bloğunun yarattığı yıkım ve baskıdan kurtulmak isteyen geniş kesimlerin böyle yaklaşmaları anlaşılabilir. Yaşanan yılgınlık -özellikle- yeni kuşakların, AKP içi kavgada kaybedip kopunca aniden “aydınlananlara”, kalabalık CV’li “tatlış figürlere” ve pişman gazetecilere kurtarıcılık rolü biçmelerine yol açıyor.

Kuşkusuz kimseye “yanlışsın sen yanlış kal” denilemez, istifalar ve pişmanlıklar olur. Partilerden yeni hareketler çıkabilir, vs. Asıl anlaşılmaz olan bu durumun ana akım muhalefet tarafından bir “değişim dinamiği” olarak kabul edilmesi ve desteklenmesi. Hatta bunun için milletvekili transferi gibi radikal bir fedakârlığın göze alınması ve bu transfer taahhüdünün bir demokratik hamle olarak meşrulaştırılması. Bu tutumun önümüzdeki siyasi süreci oldukça bozacak/kirletecek ve eleştiriye açık bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum.

Detaylandıralım; Davutoğlu/Babacan ikilisi (niye ayrılar bunu da anlamadım!) dâhil AKP’den kopanların desteklenmesi bir kaç gerekçeye dayanıyor. İlki; bunlar geçmişte içerde oldukları için çok şey biliyor ve bunları açıklayacaklar! Maraza çıkaracaklar. Kastedilen usulsüzlükler, hırsızlıklar ve yolsuzluklara ilişkin bilgiler ise, bilinmeyen ne kaldı ki! Usulsüzlük, yolsuzluk ve hırsızlıkların siyaseten etkisinin sınırlarına dayandığımız ortada. Bunun siyaseti sarsacak boyutta bir kopuşa yol açmayacağı, AKP’ye destek veren kitlelerin hiç de öyle “beklenen” tepkiyi vermediği 17-25 Aralık sürecinde ortaya çıkmıştı. Zaten siyasal iklimi şekillendiren ana sorunların etrafından dolanıyor adı geçenler.

Tam burada Babacan’ın bir “parmak şıklatması” ile hukukun sorunlarını çözme iddiasını hatırlatayım. Bir röportajında “…yargıda sorunların en az yarısının çözülmesi (parmak şıklatma hareketi) bu kadar. Bu kadar inanın. Diyeceksiniz ki arkadaşlar biz artık iktidar olarak yargıya talimat vermeyeceğiz. Telefon açmayacağız. Size not göndermeyeceğiz, pusula göndermeyeceğiz…” Bu olağanüstü kolay çözümü daha önce niye gerçekleştirmediklerini sormayalım tamam! Ama bu “sihirli” müdahaleyi gerekli kılan tahribatı oluşturan pratik herhalde yeni değil. Pusula ve talimat geleneğinin asıl kurumsallaştığı süreç kendilerinin bakan ve başbakan olarak görev aldıkları dönem. Ayrıca kendilerinin de asr-ı saadet dönemi olarak gördükleri 2010 referandumu öncesi ve sonrasında yargıda yaşananları nereye koyacağız? Fetullahçı kadrolaşmaya nasıl yaklaşıyorlar? Bugün yeni öğrenmiş gibi davrandıkları şeyler o dönemlerde de apaçık değil miydi? Bu ülkenin yabana atılmayacak bir kesimi bas bas bağırmıyor muydu? Bilinmeyen neyi açığa çıkardılar? Yalnızca pişmanlık üzerine siyaset inşa edilebilir mi?

Bir diğer gerekçe; ekonomiyi düze çıkartacakları iddiası. Şu andaki yıkımın temellerinin atıldığı dönemin ana aktörleri olan bu isimlerin sınıfsal tercihlerinden koptuklarına dair bir iddialarının olmadığı ortada. Özelleştirme yağmasının neoliberal dönüşümün şampiyonları değil mi kendileri? Kaldı ki ekonomi dediğimiz şey “simya” değildir. Sihirle, parmak şıklatma ile de düzeltilmez.

AKP’den kopanların desteklenmesinin bir diğer gerekçesi ise; ittifakların zorunlu olduğuna dair ön kabul. O kadar ki oy oranlarını alt alta yazıp toplamalardan Lenin’in ittifak politikalarına kadar gerekçeler getirilir oldu. Zannedersiniz herkes Lenin, memleket 1900’lerin Rusya’sı!

Onayı soldan alıp, solun büyütülmesi için hiç bir şey yapmadan solun yetersiz olduğu söylemek, tarihsel birikimimizin -bir kez daha- yıkımın ve yağmanın en önemli aktörlerinin ayaklarının altına serilmesi demektir.