Bediüzzaman bir göçmen kuştur.
Büyük büyük dedesi Hz. Muhammed Mustafa’dan (asm) mayasını almıştır. Hayatı hizmet ve hicret ile geçer. Bütün varlıklar en çok da kuşlar, kediler ve çocuklarla arası iyidir. Çoğu zaman yalnızlığına kuşlar eşlik eder. Onlara ekmek verir. Kırlarda, dağlarda onları seyre dalar.
Van’da manevî hava soğuyunca kader onu dağlardan Cennetasa baharların yaşandığı Barla’ya sürer. Barla kuşların menzilidir. Orada ona ikinci baharı, ikinci Asr-ı Saadeti yaşatacak Sıddık Ebubekir’i (ra) hatırlatan Sıddık Süleymanlar, Muhacir Ahmetler vardır. İlk yuvası Bulgaristan muhaciri Ahmet’in evidir. Macır Ahmet tatlı bir şaşkınlığın içindedir.
Sıddık Süleymanlarla sık sık dağlara kanatlanır. Katran ağacına konar. Dağlardan denizleri, dalgalı bir deniz olan dünyayı, elbette gökdenizde ya Celil diye diye kanat çırpan kuşları seyreder. Akşam olunca evine döner. Kuşlar da onları Barla’ya kadar yolcu eder. Barla, Medine’yi andıran güzellikleri barındırsa da dağlarda kuşlarla birlikte yılanların da olduğu gibi burada da kuş ruhlu Süleymanlarla birlikte yılan ruhlu Süfyan artıkları vardır. Üstad onları yılan suretinde görür. Yokuşbaşı Çeşmesinin üzerindeki ev hicret kuşu Bediüzzaman’ın yılan ruhlu insanların tehditlerine karşı sığındığı yuva ve mağara olur. Sıddık Süleymanlar Bediüzzaman’ın kapısında, Sevdanın o içli kapısında sabahlara kadar nöbet tutarlar. Sevr’de Hz. Ebubekirler, Barla’da Sıddık Süleymanlar...
Arınma yürekte başlar. Kemale erdikçe Kuddüs (temiz) olan Allah’a varılır. Kuddüs olan Kuddüs kuşuna döner. Cennette ruhlar kuşların kanatlarında gezer. Cennet ruhlu insanlarsa bu dünyada gezer. Mustafa Kocayaka, Kuddüs isminin tecelli ettiği Üstadı tanıdıktan sonra arınır, saflaşır, berraklaşır. İsmini taşıdığı Hz. Muhammed Mustafa’ya (asm) lâyık yaşamaya başlar.
Yağmurlar, kuşlar, rüyalar kardeştir. Göklerin çocuklarıdır. İnsanı ve kâinatı yıkarlar. Yağmur meleklerin kanadında rüya gibi iner yeryüzüne. Kuşlar yağmur meleklerinin getirdiği yağmurlarla ve sözlerle beslenirler. Risaleler manevî rahmet ve yağmurdur. Sofrasına kuşlar konar. Risalelerin üzerindeki zahmet kalkınca rahmet yağmurları başlar. Kuşlar derse koşar. “Kâinat memnun olup cevv-i sema, feza-yı âlem” alkışlar. Nitekim 3-4 aydır yağmayan yağmurlar Denizli’de 1944 tarihinde mahkemenin Risaleleri bilfiil teslimine karar vermesi üzerine yağmaya başlar.
Mustafa beraat kararını ve risaleleri alıp kendini yollara vurur. Kuddüs kuşu misali uçarak Emirdağ’a varır. Bediüzzaman’ın kuşlardan misafirleri vardır. Kuddüs zikrini yapan bir kuş odasındadır. Bir saat bakışırlar. Gülerek “Bu misafir niçin geldi?” der. Kuş uçmaz, ürkmez. Ekmek bırakır, yemez. Üstadın dünyası geniştir. Kalbi kendisi için çarpan Mustafa’nın kanat seslerini hisseder. Az sonra Ceylan içeri girer. “Ben bu gece gördüm ki, Hâfız Ali’nin kardeşi yanımıza gelmiş…” Üstad “Hâfız Ali ve Hüsrev gibi bir kardeşimiz buraya gelecek.” diye mukabele eder. İki saat sonra Ceylan “Hâfız Mustafa geldi.” der.
Kuşlar müjdeci ve habercidir. Hz. Nuh gemisine aldığı güvercini yeryüzünde suyun çekilip çekilmediğini öğrenmesi için gönderir. Hüdhüd kuşunu da Belkıs’a haberci olarak gönderir. O gün bu gündür kuşlar haberci olarak kullanılır.
Bediüzzaman, dünya kafesinden çıkar çıkmaz kaleme durur. Hemen odasını kuşlar doldurur. 1958 yılıdır. 12 talebesi hapse atılmıştır. Bir gün yanındakilere seslenir. “Size bir müjdem var. Bu gün 12 serçe kuşu penceremin kıyısına geldiler. Ankara’daki kardeşlerimizin tahliyelerini haber veriyorlar…” Az sonra müjde gerçekleşir. 12 talebesinin tahliye edildiği haberi gelir.
Kuşlar kendi halinde Rabbini zikrediyor. “Şimdi kuşlara bak: Onların söyleşmeleri ve cıvıldaşmaları bir Sâni’-i Hakîm’in intak ve söyletmesi olduğuna delil-i kat’î ise, hayret verir bir tarzda birbirine o seslerle müdâvele-i hissiyât ve ifâde-i maksat etmeleridir.”