KORKU SİYASETİ VE KURGU STRATEJİSİ!

Bir kişiyi veya kesimi; sadece partisiyle, mezhebiyle, kökeniyle ve diğer mensubiyetleriyle değerlendirmek ve onun karakteri hakkında kesin bilgi sahibi olacağını zannetmek yanlıştır ve yanıltıcıdır. Elbette insanın tuttuğu partisi onun hakkında bazı kanaatler oluştursa da bunun oranı %10’u bulmayacaktır. Bu nedenle, örneğin CHP zihniyetiyle, CHP’liler farklıdır. AKP zihniyetiyle AKP’lilerin hepsi aynı değildir, ayrıdır. Pek çok Sünni CHP’liler vardır, Alevi AKP’liler vardır… Kürt kökenli olup da çok farklı partilere oy veren insanlarımıza rastlanacaktır. Bu nedenle; “Bütün solcular şöyledir, sağcılar böyledir, İslamcılar öyledir!..” gibi genellemeler dayanaksızdır, ayrımcılıktır ve bir önyargıyı yansıtmaktadır. Evet, fikri mayası ve tarihi mirası olarak CHP; Dine mesafeli ve manevi değerlere alerjili bir zihniyetle damgalıdır ve Atatürk’ten sonra uydurulan ve topluma dayatılan bir Kemalizm kalıntısıdır. Ama bütün CHP’lileri ve oy verenleri böyle yaftalamak ve bu gözle bakmak haksızlıktır, geçersiz bir toptancılıktır. Üstelik bu tavırlar kin ve nefret aşılayıcıdır. Bunun gibi AKP, Abdurrahman Dilipak gibi yandaşların itirafıyla bir dış (Siyonist) proje olarak kurgulanmıştır, hatta Erbakan Hocaya yönelik 28 Şubat tezgâhının bir gayri meşru meyvesi konumundadır. Ama bütün AKP’lileri bu mel’un dış projenin figüranları saymak, ifrattır hatta iftiradır. Kaldı ki AKP’de çok farklı köken ve kültürden ve daha öncesinde değişik partilerden insanlar vardır. Yani bir kişiyi sadece AKP tarafgirliği ile tanımak ve tartmak imkânsızdır. Ama genel zihniyet olarak CHP deyince AKP camiasında din karşıtlığı, AKP deyince CHP camiasında ise din istismarcılığı hatırlanır. Bu nedenle AKP kendi tabanını ve dindar camiayı CHP ile; CHP ise kendi tabanını ve taraftarlarını AKP ile korkutup durmaktadır. CHP; AKP’nin şeriatı getireceğini, demokrasi ve laikliği dejenere edeceğini, Türkiye’yi Batı’dan ve çağdaşlıktan koparıp geriye götüreceğini tekrarlamaktadır. AKP ise; CHP’nin din düşmanlığı yapacağını, Kur’an kurslarını kaldıracağını, Dindarlara baskı uygulayacağını sıkça hatırlatarak halkı kendi safında tutmaya çalışmaktadır. Bu konuda Erbakan Hocanın; “CHP, zihniyet olarak Siyonizm’in bir şubesi gibi hareket etmektedir; AKP ise aynı Siyonizm’in işbirlikçisidir.” tespitleri oldukça anlamlıdır.

Siyonizm’in “kutuplaştırma ve kamplaştırma” stratejisi ve korku siyasetinin yansımaları!

Bir toplumu; kökenleri, kültürleri, partileri ve mezhepleri üzerinden kamplara ayırmak ve birbirleriyle korkutarak siyasi rant toplamak klasik siyaset manipülasyonlarıydı. Mevcut fiili olguların ve sorunların değil, hayali kuşkuların ve kurguların üzerinden yürütülen ve taraftar devşirilen bir korku siyaseti toplumun baş belasıydı. Bugün Türkiye’de CHP’lilerin ve Kemalist geçinenlerin, ikide bir gazete ve TV’lerinde “Ülkede başörtülüler artıyor!.. Dindarların mahalle baskısı ürkütüyor!.. Başörtülülerin pahalı gözlükleri ve lüks giysileri dikkat çekiyor!..” gibi suni, sinsi ve temelsiz kuşkuları gündeme taşımaları… Buna karşı AKP’lilerin ve yandaş kesimlerin her fırsatta; CHP’lilerin ve Kemalistlerin, Ekrem İmamoğlu’nun Karslıların Kaz ziyafetinde olduğu gibi; “Rakı, şarap içtiklerini, sarılıp dans ettiklerini, domuz kebabı yediklerini, dini ve tarihi değerlerimizle dalga geçtiklerini!?” falan tartışmaya açmaları, bu kurgu stratejilerinin ve korku siyasetinin bir yansımasıydı. Ama nedense her iki tarafın bilgiç takımı ve yandaş yazarları; “Aile yapımızı ve ahlâki mayamızı temelinden yıkmaya yönelik mel’un İstanbul Sözleşmesi’nin, eşcinselliğe ve serbest cinsi ilişkilere meşruiyet ve resmiyet kazandıran bütün maddelerini AKP+CHP+MHP+HDP Milletvekillerinin, hiç tartışmasız ortak parmaklarıyla Meclis’ten geçirildiğini” asla söz konusu yapmazlardı. Oysa böyle davranarak AKP (sağcılar) ve CHP (solcular), aslında dolaylı şekilde birbirlerine çalışmaktalardı. Çünkü böylesi basit ve fasit ithamlarla AKP devrim duyarlılığı olanları CHP’ye; CHP ise dindarları AKP’ye yönlendirmiş olmaktaydı…

Tarih boyunca kralların ve iktidarların; toplumu korkularla yönlendirmek ve yönetmek istemesi, siyasal hayatı belirleyen en güçlü faktörlerden biri olagelmiştir; bu durum bazen açık, kimi zaman örtülü; bazen kenardan köşeden, çoğu zaman da merkezden yürütülmektedir. “Korku”lara; motive edici, biçimlendirici ve meşrulaştırıcı bir işlev yüklenmektedir ki, bunun adı korku siyasetidir. Korku siyasetinin en önemli sonucu, toplumun iradesini ipoteklemek ve beynini köreltmektir. Çünkü korkular, aklı devre dışına itmektedir; insanı bilinçli hareket eden bir özne olmaktan uzaklaştırıp, etki edemeyeceği güçler arasında oynanan bir oyunun nesnesi haline getirmektedir. Korkunun hâkimiyetine giren insanlar, yanlış ve yanıltıcı bir kadercilik girdabına sürüklenmektedir. Korku siyasetleri, insanların kendilerini yaklaşmakta olan bir felaketin potansiyel kurbanı olarak görmelerini sağlayacak bir atmosfer oluşturmayı hedeflemiştir.

Korku siyaseti, otoriter rejimlerin en belirgin özelliğidir. Bir dönem Latin Amerika'daki askeri diktatörlüklerin, veya Asya ve Afrika’daki sağcı-masonik hükümetlerin sürekli komünizm tehlikesiyle kendilerini meşrulaştırdıkları unutulmuş değildir. Aynı şekilde Rusya, Çin ve Uzakdoğu ülkelerindeki komünist despotizmin bahanesi de kapitalizm tehlikesiydi. Böylece korku siyaseti üzerine bir vahşet yönetimi geliştirmişlerdi. Bizde de askeri darbelerin, sıkıyönetimlerin, olağanüstü hâl rejimlerinin nedeni; hep ülkeyi büyük tehlikelerden kurtarmak olarak izah edilmişti. Kısaca; zulüm politikaları, toplumun korkuları üzerine inşa edilmişti.

Bugün ABD, hâlâ sınırsız sömürüye dayanan dünya hâkimiyeti projesini, küresel terör tehdidiyle meşrulaştırma gayretindedir. Birtakım savaş hâllerini ve hak ihlallerini bahane yapıp, kendi toplumuna çeşitli korkuları aşılayarak, hatta farklı ülkelerdeki sorunları kaşıyarak bir korku stratejisi üretmektedir. Aynı korku, Avrupa ülkelerinde de, hükümetlerin elinde özgürlükleri kısıtlamanın ve İslam düşmanlığının başlıca bahanesi olarak gündeme getirilmektedir. Bu ülkelerdeki neofaşist hareketler de, insanların başka korkuları üzerinden güç devşirmektedir. İsrail, savaş ve yıkım politikalarını kendi varoluşuna yönelik tehditlerle izaha yönelmektedir; beka korkusunu, sınır tanımaz baskı pratiklerinin kaynağına yerleştirmiştir.

“Bu malum ve mel’un odaklar, çok yönlü bir korku siyasetiyle bizde de toplumu sindirmek ve sömürü düzenlerini sistemleştirmek peşindedir. İşbirlikçi sağ-sol partiler, kendi iktidarlarını kaybetme korkularını kendi korkularımız olarak görmemizi; tek çare olarak arkalarına düşmemiz gerektiğini telkin ediyorlar; özgürlüklerimizden ve iradelerimizden vazgeçmemizi istiyorlar. Kendi elleriyle besledikleri, her müdahalelerinden sonra biraz daha güçlenen bir tehlikeye karşı, yine kendilerini bir kurtarıcı olarak sunuyorlar. En çok da unutkanlığımıza ve vurdumduymazlığımıza güveniyorlar; geçmişte ve günümüzde yaşadığımız acılardaki başrollerini unutmamızı bekliyorlar.” Böylece suni korkular ve siyasi kuşkularla ruhlarımızı esir alıyorlar. Ve toplum üzerinde sinsi ve Siyonist bir esaret baskısı kuruyorlar.

Beş sene önce: “Baykal olmasaydı, Erdoğan olmazdı” diyen Devlet Bahçeli, ne oldu da şimdi “AKP’siz bekamız tehlike altındadır!” demeye başlamıştı?

Evet 25.08.2015 tarihli konuşmasında; “Sayın Deniz Baykal olmasaydı, Erdoğan olmazdı, AKP iktidarı olmazdı. (O sırada Başbakan olan) Davutoğlu’nun söylediklerini çağrı olarak kabul etmiyoruz, muhatap almıyoruz!..” diyen Sn. Bahçeli, AKP iktidarının ve Sn. Erdoğan’ın tahribatlarının en baş sorumlularından birisinin de Deniz Baykal olduğunu hatırlatmıştı. Peki şimdi Sn. Kılıçdaroğlu’na neden bu denli ters ve tepkili davranmaktaydı? Çünkü Kılıçdaroğlu, Deniz Baykal’a yönelik kaset komplosu sonrasında CHP Genel Başkanlığına taşınmıştı. Peki, daha düne kadar “Ülkemizin baş belası!..” sayılan Erdoğan, nasıl olmuştu da birdenbire “Bekamızın sigortası!” olup çıkmıştı?.. Erdoğan’ın Milletvekilliğinin önünü açarak Türkiye’nin bahtını karartan Deniz Baykal’ı makamından uzaklaştırıp koltuğuna oturan Kemal Kılıçdaroğlu’na bu mantıkla teşekkür edilmesi gerekirken, şimdi niye onun şahsına karşı bu hücumlar başlatılmıştı? Allah aşkına, bu ikircikli ve işbirlikçi tavır, hangi milli duyarlılık ve tutarlılıkla bağdaşırdı? Bu uzaktan kumandalı korku ve kuşku politikalarıyla kurgulanan siyasi senaryoların figüranlığını yapanlar, hangi ülke sorunlarımıza, hangi ciddi netice üretici çözüm yolları sunacaklardı?

 

[1] https://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/162/korku-siyaseti#

Önceki ve Sonraki Yazılar