"Hocam Fakirullah Efendi beni çağırıyor, hissediyorum bunu!"

A -
A +
 
 
"Demek Erzurum’da geçirdiğin seneler senin bir imtihanınmış yeğenim!"
 
 
Taş duvarların arkasındaki evler, sanki sönmüş arı kovanı gibi bomboştu. Molla İbrahim’e göre hayat hep böyleydi; neresinden tuttuğun çok mühimdi. Maksadın, niyetin onu mânâlandırıyor, kıymetlendiriyordu. Ne yaparsan yap su misali akıp gidiyordu hayat.
Gelip geçenlerin hâl, hatır sormalarına verdikleri cevaplar ise hep aynıydı.
“Çok teşekkür ederim.”
“Allahü teâlâ ömürler versin!”
“Selâm söyle.”
“Hayırlı yolculuklar, güle güle!”
Arada sırada uzaktan yakından bir galiz küfür bile duyuluyordu. Hiç küfreden görmemişken bir günde onlarcasına şahit oluverdi Molla İbrahim. “Utanmıyor musun ayı!” bunlardan en hafifiydi ve muhatabının nelerden utanacağını da bilmiyordu. Demek ki dünya buydu ve düzen falan değişmişti dün gece, onun ise yeni haberi oluyordu galiba. İnsanların içinde onlardan uzak hayal âlemindeyken gözleri gülücüklerle doldu İbrahim’in. Amcası işin farkındaydı:
- Molla İbrahim; sana ne oldu birden, gözlerin parladı, söylesene niye öyle bakıyorsun?
- Acaba şeyhim Fakirullah Efendi mi çağırıyor beni emmi?
- Şeyhin mi?
- Evet! Belki mânâsı budur gördüklerimin, duyduklarımın! Fakirullah hazretlerinin sırlarından bir sır olabilir! Bunu çözebilsem bir, Tillo’ya dönmeyi hak etmişim demektir!
- Bak bunu hesaba katmamıştık. Olabilir.
- O zaman hemen gitmeliyim Tillo’ya.
- Tabii ya! Olup bitenler belki de bir çağrı! Belki ona işarettir.
- Hocam Fakirullah Efendi çağırıyor beni, hissediyorum, kalbim heyecandan çarpıp duruyor! Evet! Evet, eminim! Vakit tamam oldu. Hissediyorum emmi; taa şuracığımda, kalbimin ortasında hissediyorum hem de.
- Demek Erzurum’da geçirdiğin seneler senin bir imtihanınmış yeğenim! Bu duydukların şimdi daha iyi anlaşıldı! İmtihanı kazandığının haberi olsa gerek! Mübarek olsun yeğenim.
- İlk defa dilime geldi emmi:
- Ne geldi?
- Söyleyeyim:
 
Hak şerleri hayr eyler!
Zannetme ki gayr eyler!
Ârif onu seyr eyler!
Mevla görelim neyler!
Neylerse güzel eyler!
 
- Maşallah yeğenime! Sisler daha da dağılıyor. Mübarek olsun yeğenim mübarek!
 
Sağlığında nice ehl-i hünerin;
Bir tutam tuz bile konmaz aşına,
Evvel mevt edip açlıktan;
Sonra bir türbe çatarlar başına.
 
- Ne dedin, ne dedin emmi?
- Boş ver yeğenim; dedim gitti...
- Hiç de boş verilecek cinsten değildi söylediklerin emmi.
- Ara sıra emmine öyle şeyler gelir. Sen buralarda kalma İbrahim çağrılan yere git. Bu gördüklerin boş şeyler değil. Senin hâlin bana Osman abimin de sık sık anlattığı ceylanın merkepler içine düşmesi hikâyesini hatırlattı.
- Ceylan merkep hikâyesi mi? Nasıl?
- Anlatayım yeğenim... DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.