"Anlaşılan nasihat kâr etmemiş öğütler işe yaramamış!.."

A -
A +
 
 
"Ee… anlat bakalım; nasıl oldu da bu baharın ilk ışıklarıyla koştun geldin Ali’m?"
 
İki kardeş baş başa dertleşeceklerdi uykuları gelene kadar. Odanın bir köşesinde duran testiye uzandı ve maşrapaya eğdi, su doldurdu, abisine uzattı. Suyu içen Derviş Osman “elhamdülillah” dedi kardeşine teşekkür etti.
- İbrahim’i yatırdım, yorulmuş. Abi kardeş baş başa kaldık. Ee… anlat bakalım; nasıl oldu da bu baharın ilk ışıklarıyla koştun geldin Ali’m? Hem de ciğerparemi de getirdin. Beni sevindirdin, Cenâb-ı Allah da seni sevindirsin.
- Âmin.. âmin, ecmain. Ne yapsam az dadaşım! Babam yerindesin her şeyden evvel. Bir kış günü huzursuz gönlüm sürüklemişti beni Hasankale dışına. Bir de ne göreyim canım yeğenim orada bir örtmenin altında… Alacakaranlıkta, rastladım İbrahim’e. Yürüdüm ona doğru, ama geldiğimi görünce dalıverdi hemen sepetlerin arkasına. Kendimi onun yerine koydum. Düşünceliyken insan yalnızlığı seviyor her ne hikmetse. Ben bile yorgun olduğumda, kederlendiğimde hafızamın bana fazla geldiğini sanırım. Onun için İbrahim’inkini değil, kendi kalbimin sesini dinledim, ona uydum, benden kaçandan kaçmadım, sadece baharı bekledim sabırla ve seve seve…
- Sana yakışan da bu Ali’m. Kaç defa o şekilde rastladın?
- Orada, başka yerde hep gözyaşlarıyla buldum. Taze sabah çiylerini çoğaltırken ve bulutlara bulutlar katarken derin ahlarla; kendi kendine konuşurken rastladım ama görmezlikten, duymazlıktan geldim hep. “O incinmemeliydi” diye düşündüm. Ama herkese yaşama sevinci veren güneş, kaldırmaya başlarken en uzak yerlerde karanlıkları, zulmeti; o, ışıktan eve kaçıp kapanıyordu odasına. Çekip perdelerini güzelim gündüze, kilit vuruyordu, kalbine de... Ve kendine uydurma bir gece oluşturuyordu.
- Gidiş iyi gidiş değilmiş! Anlaşılan nasihat kâr etmemiş, öğütler işe yaramamış.
- İşin sonu karanlıktı ve net görünmüyordu. Bilir misiniz dadaşım, muhterem ağabeyim sebebini, niçinini ne ben öğrenebildim, ne de gelinin. Çocuklar ha keza…
- Onu anlamak için o yaşta, o şartlarda olmak lazım. O da imkânsız. Anası vefat etmiş, babası uzak diyarlara hicret etmiş bir taze yürek… Anla anlayabilirsen.
- Bilmiyorum, ondan öğrenemediğim gibi, kimselerden de bir şey öğrenemedim.
- Onu hiç sorguya, suale çektiniz mi?
- Ondan ziyade kendimi hesaba çektim, başkalarını da…
- Ama o, kendinde saklıyor bütün dertlerini, hislerini değil mi?
- Evet! Doğru mu yapıyor bilemem?
- İçyüzünü öğrenmek çok zor.
- Öylesine kapalı ki, bir şey söylemekten öylesine sakınıyor ki… Hesaba çekilmekten, araştırmalardan uzak tutuyor kendini. Taze bir gül fidanı tomurcuklarını, o muhteşem yapraklarını açamadan, o hoş kokularını etrafa saçmadan, bütün güzelliklerini kaybetmesinden korktum hep.
- Kıskanç bir tırtılın kemirdiği bir tomurcuk gibi… Nereden geldiğini bilseydik kederinin, seve seve bulurduk devasını derdinin!
- Asıl derdi muhterem pederine kavuşmaktı, o da oldu. Bundan sonra mesele olmaz diye düşünüyorum kıymetli dadaşım.
- İnşallah. DEVAMI YARIN
UYARI: Küfür, hakaret, bir grup, ırk ya da kişiyi aşağılayan imalar içeren, inançlara saldıran yorumlar onaylanmamaktır. Türkçe imla kurallarına dikkat edilmeyen, büyük harflerle yazılan metinler dikkate alınmamaktadır.