Havada acı bir yanık, cömert bir emek, nazlı bir umut kokusu var. Mart ayı yaklaşıyor ve yine buram buram kadın kokuyor. Gücün ve direncin bir kokusu olsaydı eminim onlar da kadın kokardı. Kadın kokusunun tarifini herkes kendince yapıyor. Kimine göre gülü, yasemini kıskandırıyor. Kimi için yabani otları aratmıyor. Kiminin eline, yüzüne, tenine sinmiş; anne, evlat, sevgili. Kimi için varla yok gibi; uçucu, hınzır, serseri. Kadın kokusu iştahlısı için yemek, hastalık hastası için biraz su biraz sabun demek. Bazen bir dostun fedakârlığından yayılıyor bazen kırıcı ihmalkârlığından… Yorgunluğun ve uykusuzluğun, zihinde taşınan bin bir işin, uykuda görülen bin bir düşün kokusuna karışıyor. Kadın kokusunu kadın tarif edince, kadın kadını anlatıp kadını kadın dinleyince dünya sanki daha bir anlam kazanıyor.

Erkeğin, kadının varlığını ayıklayarak yazmış olduğu eksik tarihin mizahını yapan bir kitap var önümde. Adı KADINLARIN NESİ VAR? Şu kadın yazara da bakın siz, farklı bir anlatım yolu bulmuş nasıl da cüretkâr! Artemisia mizah ödülü sahibi kitap “Eskiden hiç kadın yoktu. İşte bu yüzden, okuldaki tarih derslerinde kadınlara rastlamazsınız. Erkekler elbette vardı ve büyük bir kısmı dâhiydi” cümlesiyle başlıyor ve okuru bekleyen mizah çıtasının azametini gösteriyor. Dâhilerin dünyasında, nakış işlemekten başka işe yaramayan, bir meslek sahibi bile olamayan kadınların medeniyetin gelişimindeki rolüne erkeğin elindeki büyüteçle bakıyor. Darwin, Rousseau, Schopenhauer gibi bilim ve felsefeye yön vermiş kişilerin ne dün ne de bugün kabul edilemez olan, birer ayıba dönüşmüş fikirlerini tokatlıyor. Tokadın kitaptaki karşılığı alkış. Kadınların kabiliyetlerini küçümseyen sanatçıların ve politikacıların abartılı apoletlerini söküyor. Kitapta bir çöp kutusu simgesi var. Kadınların çöp kutusu ile bağlantısı ne? Erkek aklının azmini kadında göremeyen, buna gerekçe olarak da beynin gramajını, ‘ruhsal dengesizliği temsil eden saç şeklini’ gösteren batıl yaklaşımlar ve feminizmin ilk kıvılcımının çaktığı an kitabın sayfaların arasında. Kendisine biçilen elbiseye, kendisi için yazılan hikâyeye, kendisine çizilen yola mahkûm olan kadınları kurtaracak olan şey ne?

mizah-ve-cizgilerle-kadin-845867-1.

Kitap, ödedikleri bedeller büyük olsa da haklarını elde etmeyi başarmış, hayaline ulaşmış kadınları da bizlere hatırlatıyor. Bir matematik teoreminin yaratıcısı olan Emmy Noether’i, şiirleri yayımlanmış ilk siyah kadın şair Wheatley’i, elli yıl boyunca erkek kılığına girerek mesleğini yapmış doktor Margaret Ann Bulkley’i ilgi alanımızdaysa ve araştırıyorsak ya da şanslıysak ve böyle kitaplarla yolumuz kesişmişse tanıyabiliyoruz. Kitap, histerinin görselleştirilmesinde kullanılan ve işkencelere maruz kalan denek kadınlara, görünüşüne bakılarak iş görmeye uygun olup olmadığına karar verilen kadınlara, sportif gücü küçümsenen kadınlara, sosyal alana çıktığında ‘düşmüş’ olarak adlandırılan kadınlara, hayallerini ve isyanlarını yalnızca nakışlara dökebilmiş kadınlara özür borcu olan uygarlığın günümüzdeki tavrını düşünmek için bir fırsat sunuyor.

“Deha için gereken bütünsel nesnelliğin yalnızca erkeklerde olduğunu” düşünenlerden olmak mı yoksa “Değerli beyni evrenin güzel simetrisiyle doldurmak mı?” Erkeğin elinden büyüteci alan, sürekli sorular soran bu isyankâr kadınların nesi var? Cevap gayet basit. Aklı, yeteneği, gücü, uğradığı türlü baskılara rağmen yitirmediği adalet duygusu ve merhameti var.

Çocuk ve gençlik kitaplarında sanat, edebiyat, siyaset, bilim alanında izler bırakmış kadınların yaşamlarını, yapıtlarını ve felsefelerini okumak mümkün. Devrimci mücadelenin önemli simgelerinden biri olan siyaset teorisyeni Rosa Luxemburg’u çizgilerle anlatan bir kitaptan bahsetmek istiyorum. Rosa’nın yaşamını pek çok kitapta okuyabilirsiniz. Soner Tuna, Annelies Laschitza’nın Her Şeye Rağmen, Tutkuyla Yaşamak adlı eserinden yararlanarak metinleri hazırlamış ve çizgilerle bütünleştirmiş. Çarlık Rusya’sı tarafında işgal edilmiş olan Varşova gettolarını, tarihi “Kanlı Pazar”ı, kasvetli tren yolculuklarını, huzur arayışıyla kıyısında dolaşılan Garda Gölü’nü, savaşın sinsi ayak izlerini, savaş karşıtlığının yürekli gür sesini, kraliyet kadınlar hapishanesinin 219 numaralı hücresini, devrimci işçilerin sesiyle yankılanan Berlin sokaklarını ve Landwehr kanalına atılan bir kadının karaltısını çarpıcı bir biçimde sayfalara taşımış.

mizah-ve-cizgilerle-kadin-845868-1.

Kitapta Rosa’nın dönemin devrimcilerine karşı ifade etmekten sakınmadığı düşünceleri ve aşkları var. 1. Dünya Savaşı’nın seyrinde yürütülen barışa dair siyaset, Bolşevik devrimi ve karanlık infazlar anlatılırken günümüzde hâlâ izlerini koruyan bir yaşam görüşü aktarılıyor. Küçük bir çocuğun tanık olduğu toplu bir kıyım düşünce yapısını ne ölçüde etkiler? “Bütün dertleri tokların vicdanına yüklemek istiyorum” diyebilen bir genç kız kendini tutkulu bir direnişe nasıl hazırlar? “Yoksulluk ve bilgisizliğe mahkûm bırakılanların elinden alınan gülümsemeyi” onlara geri kazandırabilmek mümkün müdür? Kitap okumanın ve mektup yazmanın düşünce ve hisler arasında kurduğu güçlü bağ muhalif ruhları besler mi? Takip, tutuklama ve türlü baskılara maruz kalan Rosa’nın mücadelesi boyunca yanında kimler var? Polonya Sosyal Demokrasisi içinde halk düşmanı politikaları eleştirme cesareti coşkuyla alkışlanan Rosa “Hayatımın hiçbir parçasından vazgeçmek veya bir parçasını olduğundan farklı yaşamak istemiyorum, keşke herkesi bu hayat görüşüne ikna edebilsem” diyor. Katillerin tükenmediği dünyada basılan son sözleri “Vardım, Varım, Var Olacağım” oluyor.

Yazılacak çok şey var. Yazılmışlar tercüman oluyor. Söylenecek çok şey var, söylenmişler moral veriyor. Toplumsal cinsiyet çalışmaları gün geçtikçe çoğalıyor. Çünkü içine doğdukları çağın zorluklarına isyan ederek gücünü şekillendiren cesur bir kuşak yetişiyor. Bu kuşağı teknoloji vitriniyle kandırıp sanal cenderede aynılaştırmaya çalışanlar olsa da gençler sanata, mizaha, kitaplara bir şekilde temas edecek ve cendereden kurtulacaklar. Vitrini, toplum yararına yeniden tasarlayacaklar.