Milli iktisat politikasının benimsenmesi

     Amcası Abdulaziz’in tahttan indirilmesinden sonra yerine, aklı dengesi yerinde olmayan 5. Murat tahta çıkarıldı. Ülkenin zor şartları, Avrupa’nın ekonomik baskıları ve Rusya’nın Osmanlı’ya savaş açacak olması 5. Murat’ın içinden çıkabileceği bir durum olmadığını anlayan bürokrasi kesimi Abdulhamit’i tahta çıkardı.

     Osmanlının kendi tarihinde her alanda en zor günlerini yaşadığı bu yıllarda, her alanda yaşanan bu zorluk, sıkıntı ve çaresizliklerin en büyük nedeninin iktisadi sorunlar olduğu tespit edildi.

      Yeni dönemde en fazla tartışılan konulardan biri de nasıl bir iktisadi politika izleneceği konusuydu. Bu nedenle en çok serbest ticaret, rekabet edebilme, özel teşebbüs gibi kavramlar ön plana çıktı. 

      Balkan Savaşlarına kadar iktisadi alanda liberalizm etkindir. Özellikle Ulum-u İktisadiyye ve İçtimaiyye Mecmuası liberal düşüncenin en etkili organlarından biri olarak öne çıkmaktaydı. Derginin kurucularından biri olan Mehmet Cavit Bey, kaleme aldığı “İlm-i İktisad” kitabıyla biliniyordu. Dört cilt olarak 1899’da basılan kitap, üretim, değişim, bölüşüm, tüketim, para, kredi ve dış ticaret gibi iktisadın çeşitli başlıklarını içermişti. Kitapta, liberal ekonominin savunuculuğu yapılmış ve himaye reddedilmişti. Himayeci ekonomi politikalarının öncüsü sayılabilecek Friedrich List’in görüşlerine ağır eleştiriler getirilmiştir. List’in bir ulusun hem ziraatçi, hem sanayici, hem de tüccar olmasına ilişkin düşüncelerinin mümkün olmadığı açıklanmıştı.

      M. Cavit Bey’e göre her şey olmak mümkün değildir. Bir ülkede sanayinin çeşitli olmasına gerek yoktur. Sanayileri çeşitlendirmektense ihtiyaçları çeşitlendirmek daha yararlıydı. Eğer ekonomik gelişme yalnız tek bir iktisadi faaliyet kolunun ilerlemesi ile gerçekleşebilirse ülkede bu sanayi dalından başkasını icra etmemek uygun olurdu.  

     Ülkede tarım ve sanayinin geliştirilmesi ve iktisadi bağımsızlığın kazanılması ele alınan konuların başında geliyordu. Halkın, AvusturyaMacaristan İmparatorluğu’nun 5 Ekim 1908’de Bosna-Hersek’i ilhak etmesi nedeniyle bu ülkeye karşı düzenlediği boykot, iktisadi bağımsızlığı gündeme getirmişti.

     Özellikle Girit Milli Meclisi’nin, Ada’nın Yunanistan’a ilhak olduğunu ilan etmesinden sonra iktisadi harp kavramı daha çok konuşulur oldu. Yunanistan’a uygulanan boykotla sermeyenin millileştirilmesi arasında ciddi bir bağ kurulmuştur.

     Dönemin en etkili İslamcı-Türkçü dergilerinden biri olan Sırat-ı Müstakim’de 6 Nisan 1911’de yer alan bir yazıda şu değerlendirme yapılmıştı: “Hakîkaten bütün güçlüklere, bütün gösterilmek istenilen engellere rağmen yılmayarak, bıkmayarak, yorgunluk getirmeyerek gittikçe ve daha şiddetli ve daha kat’î bir sûrette tazyîka muvaffak olduğumuz boykotajla gördüğümüz ve daha göreceğimiz fâideler bitmez, tükenmez derecede çoktur. Büyük ticâret evlerinde gaz, su kumpanyalarında, şirket vapurlarında işleyen Yunanlılar def ‘ edilip yerlerine Osmanlı amele yerleştirildi ve her gün yerleşmektedir. Eğer şehirlerde kasabalarda, nâhiye ve köylerde hep onların ellerinde bulunan fırıncılık, kasaplık, bakkallık, hülâsa esnaflık gittikçe bizim elimize geçiyor. (…) Halkımızda pek muhtaç olduğumuz bir fikir, bizi esâretten, fakirlikten ve zavallılıktan kurtaracak olan ticâret fikri uyanmaya yüz tutmuştur. Her tarafta büyük küçük şirketler, ticâret evleri açılmakta; buralarda iş yapılmakta ve kazanılmaktadır.”

     Milli iktisat politikasına geçişte iki temel neden öne çıkmaktadır. Birincisi, başta Ziya Gökalp olmak üzere bazı İttihatçı ideologların Alman modelinin etkisinde kalmalarıdır. Almanya’nın kısa sürede gelişmesini sağlayan milli iktisat, bu aydınlar için çekici gelmişti.

Ziya Gökalp’ın “Fert yok, Cemiyet var” özdeyişi milli iktisat düşüncesine işaret etmişti. Ünlü düşünür Gökalp, iktisadi hayatın, tarihi ve toplumsal bakımdan üç aşamasının olduğunu belirtmişti. Bunlar; aile iktisadı, şehir iktisadı ve milli iktisattı. Gökalp, Türklerin bir iktisadi mefkuresi olduğunu ve bu mefkurenin de ülkede büyük sanayiyi kurmak olduğunu ileri sürmüştür.

      Ziya Gökalp,  Osmanlı İmparatorluğu’nun bir ziraat ülkesi olduğunu ve bir ziraat ülkesi olarak kalması gerektiğini söyleyenlere şiddetle karşı çıkmıştı. Açık bir şekilde sanayileşmeye ve milli iktisat modeline işaret etmişti: “Filhakika çiftçiliği hiçbir zaman elden bırakacak değiliz. Fakat, asrî bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayiye malik durmamız lazımdır. Avrupa inkılaplarının en ehemmiyetlisi iktisadi inkılaptır. İktisadi inkılap ise, nahiye iktisadı yerine millet iktisadının ve küçük hırfetler (el sanatları) yerine büyük sanayiin ikame edilmesinden ibarettir. Millet iktisadı ve büyük sanayi ise ancak himaye usulünün tatbikiyle husule gelebilir. Bu hususta bize rehber olacak (milli iktisat) nazariyeleridir.”

     Ziya Gökalp ve Tekin Alp’in dışında Yusuf Akçura ve Ahmet Muhiddin gibi dönemin üretken düşünürleri milli iktisat, Müslüman-Türk orta sınıfının oluşturulması ve sanayileşmenin gerekliliği gibi konularda birçok makale yayınlamışlardır.

     Osmanlı Hükûmeti’nin milli iktisat modelini benimsemesinde ikinci etken ise, Birinci Dünya Savaşı koşullarıydı. Ülkenin dışa kapanması ve hükûmetin büyük bir savaş finansmanı sıkıntısı yaşaması iktisadi liberalizmden milli iktisat anlayışına geçilmesinde zorlayıcı etkenler olmuştu.

     İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin temel hedeflerinden biri Avrupa’nın güdümünden çıkmak, milli bir ekonomi ve milli bir burjuvazi oluşturmaktı. Geniş bir kesim dış borçlara ve yabancı sermayeye tepki duyuyordu. Bu dönemde İttihatçıları etkileyen ve onlara iktisadi konularda danışmanlık yapan Alexander Helphand-Parvus, iktisadi bağımsızlığın önemini vurgulamıştı.

 Parvus, Avrupa’nın Osmanlı toplumundaki iktisadi sömürüsü üzerinde durmuştu. Parvus’a göre en büyük sorun, Avrupa emperyalizminin Osmanlı’yı kontrol etmesiydi.

     Düyun-ı Umumiye İdaresi emperyalist tahakkümün en etkili araçlarından biriydi. Parvus, Anadolu köylülerinin çektiği ekonomik sıkıntıları, sanayileşmenin ve milli bir iktisat politikasının gerekliliğini dile getirerek, İttihatçıların iktisada önem vermelerini istemiştir. Parvus, “Türkiye’nin Can Damarı: Devlet-i Osmaniye’nin Borçları ve Islahı” adlı kitabında mali sömürünün tarihsel bir dökümünü yapmıştır. Parvus’un entelektüel katkısı İttihatçı çevrelerde büyük çapta kabul görmüş ve milli iktisat düşüncesinin uygulanmasına zemin hazırlamıştır.

      Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesi sadece siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda reformlara yol açmamış, iktisadi-mali konularda da büyük dönüşümler sağlamıştı. 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Antlaşması’nın ortaya çıkardığı yeni iktisadi koşullar, ticaret alanında yasal ve kurumsal düzenlemeleri gündeme getirmişti. Osmanlı ekonomisinin Avrupa kapitalizminin açık pazarı haline getirilmesi sürecinde geniş bir ticaret mevzuatı oluşturulmuştu.

     Yukarıda anlatılan hatırlatmaları, o tarihten bugüne kadar ancak yarısını gerçekleştirebildik. Eğer, o yıllarda tespit edilenlere tam yoğunlaşmış olsaydık, 20. YY’ın şartlarına uyarlayarak tam gerçekleştirmiş olsaydık, çok üretip az tüketmiş, çok satıp az alan olsaydık belki bugün Dünyanın ilk beş ekonomisi arasında yerimizi almış olurduk. Ekonomik krizler bizi değil, bizler ekonomik krizleri yenmiş olurduk.

Kaynak:AÖF-Türkiye Cumhuriyeti İktisat Tarihi-Ünite 1.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.