Tarihe not bırakmak bakımından AKP’den istifa eden İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun Karar’ın soruları üzerine yaptığı açıklamaları (19 Kasım 2019) aktarmaya devam edelim.
Yeneroğlu, milletvekillerinin durumunu şöyle özetlemiş: “Biz ne yasa yapıyoruz ne de denetim görevimizi ifa edebiliyoruz. Milletvekillerinin çok büyük bir ekseriyeti pasif. Türkiye’nin siyasî kültürünün gereği işte bürokrasiye kendi adamlarını, hemşerilerini yerleştirme, tayin, iş bulma gibi fonksiyonların dışında bir fonksiyonları var olan çıksın belirtsin. (...) “İnsan hakları sistematik olarak ayaklar altına alınan bir ülkeyiz. Biz işkenceye sıfır tolerans diye geldik, hukuk devletinde insan kaçırma olur mu? Toplum adeta korku iklimine teslim oldu. Biz kaç defa hukukçu arkadaşlarımızla oturup acziyetimizden dolayı ağladığımızı biliyorum. Milletvekilleri ile görüştüğümde de bana itiraz eden, hukukî gerekçelerimize karşı çıkan kimseyle karşılaşmadım. Bürokratlardan da. (...) Hatta benim söylediğim şeylerin üzerine onlar, ya sen şunu bilmiyorsun diye 5-10 tane daha koyarlardı.”
Türkiye’nin ‘yeni’ mi yoksa ‘eski’ mi olduğu Yeneroğlu’nun şu cevabında saklı: “Eski Türkiye dediğimiz, ama artık halimizden dolayı uzun zamandır ağzımıza almaya çekindiğimiz Türkiye’nin tüm alışkanlıkları benimsedik ve dinsel-milliyetçi bir şovenizmle sosladık, korku dağıtarak sürdürürüz zannediliyor. Eski Türkiye’de ihtiyaçları yargı, bürokrasi ve ordu içinde elitler belirlemiş, dayatma ile uygulamaya geçirilmiş, bugün kimlerin belirlediğinin bile farkında değiliz.”
Yeneroğlu’na göre yargıdaki tablo da şöyle: “Zaten sonuçta yargı felç olmuş vaziyette, yasama zaten işlevsiz bir noktada. Yürütmeyi kim denetleyecek? Hiç kimse. 1789 Anayasası’nın galiba 16’ncı maddesi ‘Kuvvetler ayrımını tanımayan bir anayasa, anayasa değildir’ der. Türkiye olarak şimdi biz fiilen böyle bir noktaya geldik.”
Yeneroğlu’nun şu tesbitleri de önemli: “Şunu düşünüyordum; bu ülkede insanlar kaçırılıyor, bu ülkede insanlara işkence yapılıyor. Bu ülkede on binlerce insan haksız yere cezaevinde tutuluyor. (...) Böyle bir ortamda ben MKYK toplantısına hiçbir şey yokmuş gibi Urfa Sanayi’inin elektrik meselesini konuşacağım. (...) Peki vicdanıma bunları nasıl kabul ettireceğim, Allah’a nasıl hesap vereceğim? (...) Maalesef ülke bir korku cumhuriyetine dönüşmüş durumda şu anda. Ülkenin en temel problemi bu. Ülke bu korku ikliminden bir an önce çıkması lâzım. Korku üstünden siyaset dönemi bundan sonraki süreçte bana göre kapandı. (...) Neden bugün iktidarın çok ciddî insan hakları ihlâllerine sesini çıkaran bir kanaat önderi yok? O kadar cemaat var, neredeler? Veya bir STK’nın etkin konumundan biri olarak neden konuşamıyor? Yapanlar neden dışlanıyor? (...) Şu anki haliyle başkanlık sisteminin sürdürülebilir olmadığını düşünüyorum. Türkiye’nin her şeyden önce korku duvarlarını aşması, konuşabilir hale gelmesi gerekiyor. Bunun için hukukun üstünlüğüne dönülmesi gerekiyor. Denetimi askıya alan, tüm yetkileri bir yerde toplayan bir sistemin sürdürülemeyeceği aşikâr. Kuşatıcı bir revizyon zorunlu.”
Çare bellidir, yanlışta ısrar edilmesin: Dertleri aşmak için hak, hukuk ve adalet yolu tercih edilsin.