Metafizik yerlilikten kültürel millîliğe...

Geçen haftaki yazımda, insanların fıtraten –evet ‘fıtraten’ daha anlaşılır, okurlara bu konuda müteşekkirim- metafizik anlamda bir ‘vatan’a ve ortak bir ‘yaradılış hamuru’na sahip olduğunu, ‘yerlilik’ meselesinde bu İlâhî ve evrensel boyutun ıskalanmaması gerektiğini belirtmiştim. Bu ‘ilk mensubiyet’ sebebiyle tüm insanlar, dünyaya geldiklerinden beri, fıtrattan kopmanın –yabancılaşmanın; Platon buna ruhun ideeler âleminden ayrılması, der- ıstırabını ve O’na olan özlemlerini sanat eserlerinde farklı dil ve şekillerde yansıtmışlardır. İşte bu, ‘fıtrî yerlilik’.

Ancak yerlilik meselesinde ikinci bir düzlem var: Dünya! İnsan, bu evrede bir coğrafyaya (vatan) doğuyor, bir çevreye (millet), bir dine ve bir dile mensup oluyor… Tabiatıyla coğrafya, toplum, din ve dil, onu inşa ediyor. Böylece metafizik kökte bir olmakla beraber dünyada ‘kültürel’ anlamda farklılaşıyorlar. Sanatkâr da bu ‘kültür dairesi’nin içinde elbet. Mensup olduğu kültürün dilini, üslûbunu, formlarını ve hayat tarzını eserlerine yansıttığı nispette içten, doğal ve daha önemlisi ‘kendisi’ olabiliyor, okurlarıyla daha güçlü ruhsal bağ kuruyor… Aksi durumda, başka kültürü taklitle başlayan bir ‘kendinden kopma’, ‘yabancılaşma’, ‘içtenlik’, ‘doğallık-yapaylık’ vb. sorunlarla karşılaşıyor… Günümüz Türk edebiyatının en büyük sorunu da bu. Yerlilik ve millîlik tartışmalarının temelinde bu ‘kültürel yabancılaşma’ var.

Ancak ‘yerlilik’ ve ‘millîlik’ ölçütleri, millet ve vatan kavramlarının tanımlarına, devrin siyasî ve sosyal şartlarına göre değişiyor. Nitekim Fuat Köprülü “Millet, nasıl bir yeni telakki ise ‘millî edebiyat’ da aynı suretle bizim için yeni bir telakkîdir” cümlesiyle buna işaret eder (N.S. Coşkun, Millî Bir Edebiyat Yaratabilir miyiz?, s. 10).

Türk edebiyatında bu konuya evvelâ Ahmet Mithat Efendi değinir ve “Dünyaya İkinci Geliş” ile “Felâtun Bey ile Râkım Efendi”yi, olayların Osmanlı coğrafyasında geçmesi ve gerçeğe uygun olması nedeniyle ‘yerli’ ve ‘millî’ roman olarak nitelendirir (H. Harika Durgun, “Ahmet Mithat Efendi ve Edebiyat”, s. 103-106). Demek ki Ahmet Mithat için yerliliğin ilk şartı ‘vatan’ dahilinde olmaktır. Yazar, daha sonra “Müşahedât”ın önsözünde yerlilikle milliliği birbirinden ayırıyor. Ona göre bir romanda olaylar “cemâat-i İslâmiye meyanında güzerân…” ederse (Müslümanlar arasında geçerse) ‘millî’dir. Belli ki Ahmet Mithat’ın millîlik ölçütü din. ‘Yerli roman’ için ise Osmanlı Devletinin yapısına ve dönemin ‘millet’ tanımına uygun şekilde, farklı din, dil ve ırklara mensup insanlardan oluşan ‘Osmanlı’yı anlatmayı şart koşuyor. Hâsılı Ahmet Mithat’a göre yerlilik ve millîliğin temel ölçütü, İslâmiyet ve Osmanlılıktır.

Buna göre Tanzimat döneminde edebiyatta yerlilik ve millîlik tartışmaları, henüz ulus-devlet olmayan Osmanlının siyasî/ sosyal yapısıyla uyumludur. Dolayısıyla yerlilik ve millîliğin sınırları, Osmanlı vatanını ve farklı din, dil ve ırklara mensup insanlardan oluşan ‘Osmanlı milleti’ni ve özelde Müslümanları, onların ‘ahlâk ve âdât’ını kapsamaktadır.

İkinci Meşrutiyet’ten sonra yerlilik ve milliliğin sınırları Osmanlı Devletinin dağılmasına paralel olarak daralacak, sanat ve edebiyattaki yerlilik ve millîlik tartışmaları ‘Türklük’ ekseninde sürecektir… Hâsılı yerlilik ve millîlik ölçütleri, dönemlere, siyasî/ sosyal şartlara, ideolojilere ve inançlara göre değişiyor.

Oysa aslolan değişmez ve ebedî ‘yerlilik’tir!.. İnsan kendini bildiğinde ‘yer’ini de, nerenin ‘yerli’si olduğunu da bulacaktır!..

Şeyh Galib’in dediği gibi insan bir zübde-i âlemdir, âlem-i suğrâ, mikrokosmos:

“Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen

Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen”

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum