Dolu mekanlara bakarak yapılan her “tespit”, “analiz” sadece ve sadece iktidarın işine yarayan bir göz boyamacılığın etkisinde aklını tutsak ettirmekten öte anlamlı değil. Ama daha önemlisi “yoksulların görünmezleştirilmesi ve siyasal özne olarak silinmeleri” demek.

Mekanlar hep dolu!

En aklı başında olduğunu varsayabileceğimiz kişilerden bile sık sık duyduğumuz bir “saptama” başlık. “Yahu ekonomik kriz var diyoruz ama restoranlar, meyhaneler, kafeler tıka basa dolu, millet bu parayı nereden buluyor?”, “Geçen meyhaneye gittik kişi başı 400 lira hesap geldi, ana yemek de yemedik, bir kaç meze ve rakı, o kadar ama tüm masalar doluydu!”.

Dolup taşan (!) restoran gözlemlerinden ekonomik kriz olmayabileceği sonucuna varma “akıl yürütmesi” ile “söze nesnel gerçeklik atfetme” aklı arasında bir koşutluk var. Hissediyorsam ve söylüyorsam gerçektir ne kadar akıl dışıysa sana mı inanayım gördüklerime mi “nesnelliği” aynı kapıya çıkıyor.

Her ikisi de nesnel gerçekliği öznelleştirerek, tekil bireyin gözlem, çözümleme ya da yaşantısını genelleştirerek, görünen ya da gösterilene, görüldüğü halinin nesnel gerçeklik olduğu yanılsamasını yaratarak, gerçekliği görünmezleştiriyor.

Restoranlar dolu, ifadesinden başlayalım. Dolu restoranlara kimler gidiyor sorusunu sormadığımız sürece gördüğümüzü sandığımızın neyi temsil ettiğini anlamamız mümkün değil. Türkiye Avrupa Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı’ nın (TAVAK) Türkiye’ de Yeme İçme Sektörünün Boyutları 2021 raporu bize kimlerin gittiğini (ve gitmeyenleri de) gösteriyor. Rapora göre Türkiye’ de yeme içme sektörünün yüzde 80’i 4 ilde toplanmış durumda. (İstanbul yüzde 40, İzmir yüzde 15, Antalya yüzde 13 ve Ankara yüzde 12) 2018 yılında Türkiye’ de kişi başı restoran ve otel harcaması 352 dolarken (Kur 4,82TL!) bu rakam Almanya’ da 1752 Euroymuş. İstanbul’ da fast food, pizza, pideci dahil 31 bin 268 mekan var. Her mekana günde ortalama 100 kişinin geldiğini varsaysanız (çünkü mekan kapasitesi bilinmiyor) toplam 3 milyon küsur kişi eder. İstanbul’un nüfusu 16 milyon olarak hesaplanıyor. Herhangi bir gündeki bu üç küsur milyon kişinin ne kadarı yerli yabancı turist bilmiyoruz. Bu sayılar bile bize İstanbul nüfusunun ancak “altıda birinin” dışarda yemek yiyebildiğini gösteriyor. Peki herhangi bir gece İstanbul’daki tüm içkili mekanlara giden toplam kişi sayısının İstanbul nüfusuna oranı nedir?

Dolu mekanlara bakarak yapılan her “tespit”, “analiz” sadece ve sadece iktidarın işine yarayan bir göz boyamacılığın etkisinde aklını tutsak ettirmekten öte anlamlı değil. Ama daha önemlisi “yoksulların görünmezleştirilmesi ve siyasal özne olarak silinmeleri” demek. Dolu mekanlara bakarak yapılacak her siyasal strateji, mekanları dolduranların egemenliklerini ve refahlarını amaçlamaktan başka sonuç vermeyecektir.

VAR OLAN ŞEY ÇATIŞAN SINIFLAR

İkinci örnek geçen hafta defnedilen tarikat liderinin cenazesi olabilir. Fatih camisini dolduran, sokaklara taşan kalabalığın havadan çekilen görüntülerini, “Türkiye’nin özü” diye pazarlama stratejisi. O kalabalığın gerici görüntüsüne bakarak paniğe kapılanlar ve evet biz çoğunluğuz diye böbürlenenler de gerçeklikten kopuyorlar. Hrant Dink’in, Berkin Elvan’ın cenazeleri tarikat liderininkinden çok ama çok daha kalabalıktı ve onlar da Türkiye’nin özü değillerdi. Çünkü Türkiye’nin özü diye bir “şey” yok. Birbirleriyle uzlaşmaz sınıflar ve politik kimlikler var sadece.

KİŞİLİĞİN METALAŞTIRILMASI NORMALLEŞTİRİLİYOR

Üçüncü örnek ise bu kez öznel olanı genelleyerek ona gerçeklik değeri yüklemekle ilgili. Deutsche Welle, BBC, F24, VoA haber kanallarının ortak YouTube kanalı +90’ da fuhuşun “girlfriend experience” adı altında tanıtıldığı “haber”. Üniversite eğitimli genç bir kadın “olağan işlerden” hiç bir zaman kazanamayacağı parayı çok daha kısa iş saatlerinde ve çok daha “zahmetsiz” olarak nasıl kazanabildiğini anlatıyor. Reklam tekniğinde çekilmiş görüntülerde fuhuş, “seks işçiliği” olarak adlandırılıyor. Özgür iradesi ve açık rızası ile cinsel ilişki ve arkadaşlık ilişkisinden nasıl iyi para kazandığını anlatan kadın hayatından memnun. Haber, yalnızca bedenin değil, kişiliğin de “meta” olarak özgür irade ile alınıp satılmasının ‘normalleştirilmesi ve meşrulaştırılması’nın açık seçik bir örneğiydi. İtiraz edenlerin muhafazakarlık, ahlakçılıkla suçlandığı bu haberde genç kadının beyanına gerçekliğin yansıması değeri atfediliyordu.

Haber, kadının bedeni ve ruhunun metalaştırılmasının özgür irade ile yapılıyorsa meşru olacağını vaaz ediyor. Fuhuşu, seks işçiliği olarak bir “emek kategorisine” sokuyor ve kadının kazancı doğrudan almasının (satıcı biri ya da kurumun olmamasının) onun kişisel iş tercihi olmasını kanıtladığını savunuyor. Haber iki nesnel gerçekliğin üstünü örterek, bir sahte gerçek üretiyor. Başta göçmenler olmak üzere yüzbinlerce kadının fuhuş sektöründe köle olarak kullanıldığı gerçeği ilki. İkincisi ise özellikle yoksul kadınlara sunduğu “çıkış stratejisi” olarak fuhuş.

Görünmez kılınanlar, silinenler kendiliğinden siyasal alanın özneleri olamazlar. Zamanımızın devrimciliği tam da bu örtüyü kaldırmak ve onları görünmeye ve hesap sormaya çağırmaktan geçiyor galiba.