Yazımı, biraz daha bu minval üzere sürdürürsem, merhum Karcı’yı değil, kendimi anlatacağım aşikardır. Zira, hemen her işte olduğu gibi, bu tür yazılarda da nefis özü ve işlevi gereği hemen öne çıkıverir. Zira nefis, illa kendi hatıralarıyla kendini hatırla(t)mak ister; öyle ki, başkalarının hatırlarını da salt kendi hatırlalarını teyit etmek bakımından talep eder.
Karcı’nın Divan edebiyatına olan sevgisine gelince...
Zira Şeyh Gâlib, şerhinin ilk sayfasında kendinden bir beyti paylaşarak, hani şu Divan edebiyatı özelinde, “oradaki sevgili, şarap vs. mecazdır, esas değildir” şeklindeki tartışmalarda üretilen olumsuz yargıları yer ile yeksan etmekle kalmıyor, kendisinin ve eserini şerhettiği zatın manevi iklimini de canlı bir tablo halinde önüme koyuyordu.
O beyit şudur:
İlk tespitimle anladım ki, Karcı, Şeyh Gâlib’in beslendiği ve beslediği bir dil ırmağında yüzen biri olarak, Yûsuf-ı Sîne-çâk’ın feyz, irşad ve mana dünyasını keşfetmek istiyordu ve kendisinden başka buna talip olan hiç kimse yoktu.