MEB ile imtihan mı ediliyoruz?
Kovid-19 salgını nedeniyle mart ayı itibarıyla okulların tatil edildiği günden beri milli eğitim tarihinde daha önce hiç tecrübe etmediğimiz bir süreci yaşıyoruz.
Haziran ayına kadar olan aşama bir şekilde atlatıldı, meydana
gelen aksamalar da yabancı olunan bir süreç yaşandığı için tolere edildi ve yaz
tatiline girildi. Tatil süresince de sık sık tüm hazırlıkların tamamlandığı
bilgisi verildi.
A, B ve C seçeneklerinin
hepsine hazırlıklı olduğumuz, olası tüm koşullara göre planlamamızın hazır
olduğu söylendi.
Sayın Bakan’a göre okula yarın dönmeye de, hiç dönmemeye de
hazırlıklıydık.
Ancak yaz döneminin ardından okulların açıldığı 24
Ağustos’tan beri görüyoruz ki yeni dönemin uzun bir süre bu koşullarda geçeceği
öngörülmesine rağmen ciddi bir hazırlık yapılmamış.
MEB şu an her konuda büyük bir kafa karışıklığı yaşıyor!
En büyük tartışma ek ders ücretleri konusunda yaşanıyor ve şu
an hiçbir öğretmen ek ders alıp almayacağı konusunda net bir fikre sahip değil.
Konuyla ilgili
yayınlanan resmi yazılar anlaşılmaktan uzak bir dille, muğlak ifadelerle
yazılıyor!
Günlerce yazıda ne denmek istendiği tartışılıyor. Yazıdan, ek
ders alınamayacağı gibi bir sonuç çıkarılırken Sayın Bakan TV’lere çıkıp herkes
ek dersini alacak deyiveriyor.
Aynı şekilde telafi
sürecinden beri yapılmakta olan, öğretmenlerin uzaktan eğitim verirken aynı
zamanda okula gidip gitmeyecekleri tartışması hâla çözülebilmiş değil.
Üç haftalık telafi dersleri döneminde yayınlanan resmi yazıda
ne söylendiği bir hafta kadar tartışıldıktan sonra öğretmenlerin okula gitmesi
gerektiği sonucuna varıldı ve öğretmenler kimi okullarda haftada bir gün, kimi
okullarda her gün okula gittiler. Bazı okullar ise öğretmenini okula hiç
çağırmadı.
Bu konudaki muğlaklık ve kafa karışıklığı halen devam ediyor.
21 Eylül itibarıyla normal eğitim sezonu başladı ve ana
sınıfları ile ilkokul birinci sınıflar dışında uzaktan eğitime devam kararı
alındı. Fakat ekran başında ders veren öğretmenin aynı zamanda okula da gidip
gitmeyeceği konusu belirsizliğini korumaya devam ediyor. Okulların büyük kısmı
haftalık canlı ders programını verdiği öğretmeni boş gününde okula çağırıyor.
Öğretmenler sabah 9.00’da gittikleri bomboş okulda öğlen 13.00’e kadar hiçbir
iş yapmadan oturup evlerine dönüyorlar. Giriş ve çıkış imzaları atılıyor,
gelmeyene işlem yapılıyor. Hiç kimse okula neden gittiğini, ne amaçla 3-4 saat
okulda bekletildiğini bilmiyor.
Canlı ders konusunda da kimi okullar öğretmene hafta sonu da
dâhil tüm güne yayılmış ders programları vererek her sınıfa tek tek ders
verdirirken kimi okullar şube birleştirmesi yapıyor. Hatta bazı okulların
idarecileri EBA ile yetinmeyip öğretmenine hem EBA hem de Teams, Zoom veya Meet
gibi programlar üzerinden ders tanımlıyor. Bazı okullar yoklamayı zorunlu
tutarken bazıları yoklama yapmaya gerek duymuyor. Yine bazı okullar
öğretmenden, canlı dersi yaptıktan sonra okula gidip ders defterini yıllık
plana uygun şekilde doldurmasını istiyor.
Yukarıda verdiğimiz örnekler gibi pek çok konuda okullarda
belirsizlik hüküm sürüyor.
Çözümü çok basit olan meseleler sorun yumağı haline gelmiş durumda!
Ortada açık, anlaşılır,
iyi bir Türkçe ile yazılmış net bir resmi yazı olmadığı için okullarda kaos
yaşanıyor!
MEB’de kimin ne dediğinin anlaşılamadığı büyük bir uğultu hâkim!
İdareciler herhangi bir soruşturmaya maruz kalmamak için
yoğurdu üfleyerek yemeyi tercih ettiğinden anlamı ve amacı olmayan absürt
uygulamalarla, öğretmenleri inanmadıkları şeyleri yapmaya zorluyor.
Maksat kâğıt üzerinde her şeyin nizami olarak yapıldığını belgelemek!
Oysa devlet yönetimi ciddiyet gerektirir. Gerekli planlama ve
hazırlıklar yapılır ve sahadaki tüm unsurlar üstüne düşeni herhangi bir karmaşa
yaşamadan yerine getirir. Yapılan her iş ve işlem de bir boşluğu doldurmak,
ihtiyacı karşılamak, açığı kapatmak için yapılır.
İdareci neyi, ne için
istediğini bilmiyor, onun zevahiri kurtarmaya yönelik amaçsız ve hedefsiz
işlere zorladığı öğretmen de inanmadığı, anlamı olmadığını düşündüğü bir şeyi
yapıyor.
Anlamlı bir sonucun çıkmasının beklenemeyeceği bu ilişki
biçimi ve pratik, okul idarecilerini de öğretmeni de yoruyor.
Yaptığı işin anlamsızlığını, önemsizliğini idrak eden bir
insanın bu işlerle sarmalanması açık ki kendisiyle, kurumuyla ve muhatap olduğu
öğrencileriyle ilişkisini aşındırır, saygınlığına halel getirir.
MEB'in bünyesinde boy
veren bu kaotik ortam ve beraberinde gelen bahsettiğimiz ilişki biçimi güven
kaybına uğrayan MEB'i de itibarsızlaştırmaktadır.
Bu düzenekten ve
karmaşadan geleceğimize umutla bakmamızı sağlayacak bir nitelik beklemek
beyhudedir!
Maalesef ''mış gibi'' yapılan uygulamaların herkes tarafından görüldüğü, kabullenildiği ve normalleştirildiği bir vasatta ne yapılan işe, ne işi yapana, ne de işi uhdesinde tutan bakanlığa saygı duyulur.