Cenab-ı Allah’ın elçi olarak gönderdiği Peygamberimiz Hz. Muhammed ve O’nun vasıtası ile bizlere ulaştırdığı “Apaçık Kitap = Kur’an-ı Kerim”e rağmen “kalın kafalı” insanoğlu İslamiyet’i anlamamakta direniyor. Ortaya çıkan birtakım din bezirgânları ise, Yüce Allah’ın “Apaçık” bildirmesine, İslam Peygamberi’nin “Zorlaştırmayınız kolaylaştırınız, nefret ettirmeyiniz müjdeleyiniz” buyruğuna rağmen işi zora sokmak, insanları İslamiyet’ten uzaklaştırmak için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar.

Yaradan Allahımızın bizleri dünya ve ahiret saadetine eriştirmek için gönderdiği dinin özünü ve gerçeklerini anlatmayı başaramayan bazı “din adamları” ya da adeta pıtrak biter gibi ortaya çıkıp çoğalan cüppeli sarıklı birtakım şaklabanlar, hazırlanan ilk meallerde noksan anlam verilen bazı ayetleri, tartışmaya açık rivayetler üzerinden ballandıra ballandıra anlatarak; zaten zaaflarının ve nefislerinin esiri olan insanları avlamaya çalışıyorlar.

Önceki yazılarımdan birinde, Ahzab Suresi 56. Ayetle ilgili tercümelerdeki çelişkileri konu etmiştim. Bu yazımda da konumuz Nebe Suresi 33. Ayet…

Kur’an meallerini okurken, bu surenin genelde birlikte verilen 31, 32, 33 ve 34. Ayetlerinin anlamları üzerinde durur ve “Acaba böyle midir” diye tereddüde düşüp başka meallere de bakma ihtiyacı duyar, aşağı yukarı aynı anlamların verildiğini görünce de içimdeki tereddüdü saklı tutarak susardım. Bir ya da iki yıl önce bir televizyon programında Prof. Dr. Mehmet Okuyan’la konuşan sunucu bayan, önünde duran meallerden, tam da bu ayete verilen açıklamayı gösterip fikrini sormasın mı? Hoca’nın yüzünün kızardığını ve utandığını sanırım programı seyreden herkes fark etmiştir. Sayın Okuyan “Orada yazılanları okuyamayacağını ve meallerde buna benzer saçma çeviriler olduğunu” ifade ettikten sonra, “Kur’an’da kadın ve erkek ayırımı yapılmadığını, oradaki ifadenin bahçeler ve meyvelerle ilgili bir kavram olduğunu” söylemekle yetindi. O halde bu kadar merak yeter; konuyu açalım…

Diyanet ve Diyanet Vakfı’na ait olanlar da dâhil, inceleyebildiğim 50’ye yakın Kur’an mealinde Nebe Suresi 33. Ayet’e verilen anlamlar şöyle: “… Ve aynı yaşta şahane endamlı genç kızlar”, “Tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar”, “Ve memeleri yeni sertleşmiş yaşıt kızlar”, “Turunç göğüslü, genç, yaşıt dilberler”, “Nar memeli yaşıt kızlar”, “Göğüsleri turunç gibi…”

Konuya biraz daha ihtiyatlı yaklaşan mealler de var: “Yaşıt, muhteşem eşler, dişi – erkek ayırımsız”, “Genç ve yaşıt kızlar/eşler”, “Müthiş uyumlu harika eşler…”

Konu ile bütünlük oluşturması için, meallerin çoğuna kaynaklık ettiğini düşündüğüm Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın Nebe 31, 32, 33 ve 34. Ayetler için yaptığı açıklamayı aynen alıyorum: “Kuşkusuz takva sahipleri için bir kurtuluş var. Bahçeler var bağlar var. MEMELERİ HENÜZ TOMURCUKLANMIŞ YAŞIT KIZLAR VAR. Dolu dolu KADEHLER var.”

Aynı ayetler için Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından 2011 yılında yayınlanan mealde de şu anlam verilmiş: “Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, KENDİLERİ İLE BİR YAŞTA, GÖĞÜSLERİ ÇIKMIŞ GENÇ KIZLAR ve dolu KADEHLER vardır.”

Şimdi söz sırası bizde: “Tomurcuk, Üzüm, Nar, Turunç, Meme, Göğüs, Yaşıt, Eşit, Muhteşem, Dilber, Kız, Endam, Kadeh, Kadehler…” Meal hazırlayanlar Türkçe bakımından zayıf olsalar da roman yazacak kadar malzeme toplayıp hayal kurabilecekleri anlaşılıyor.

Şimdi, aynı ayetlere 2018 yılında yayınlanan bir başka mealde verilen anlama bakalım: “Hiç kuşkusuz takva sahipleri Allah’ın ayetlerini, büyük haberi yalanlamaktan sakınanlar için mutluluk ve kurtuluş vardır. Onlar için ETRAFI DUVARLARLA ÇEVRİLMİŞ, TANELERİ HEP AYNI SEVİYEDE OLGUNLAŞMIŞ ÜZÜM BAĞLARI, BAHÇELER ve içleri dolu dolu İÇECEK KAPLAR vardır.”

Görüldüğü gibi, İlahiyatçı Mustafa Sağ’a ait olan ve “Evrensel Çağrı” adıyla yayınlanan bu mealde, önceki örneklerde geçen “Tomurcuk, Üzüm, Nar, Turunç, Meme, Göğüs, Yaşıt, Eşit, Muhteşem, Dilber, Kız, Endam, Kadeh, Kadehler…” gibi kelimelerden “üzüm” hariç hemen hemen hiçbiri yok. Zaten kelime kelime incelendiğinde de meyve adı olarak yalnızca üzüm geçiyor. İlahiyat Profesörü Mehmet Okuyan’ın da, orada geçen ve “meme, göğüs, tomurcuk vs” olarak tercüme edilen ifadelerin“meyveler ve bahçelerle ilgili bir kavram” olduğuna işaret ettiğini yukarıda belirtmiştik.

Peki, bu nasıl oluyor?

Ey Diyanet, Ey İlahiyat Fakülteleri, Ey Din Uleması!.. Hadi cevap verin bakalım, bu nasıl oluyor? 33. Ayette geçen “Kevâibe etrâben” kelimelerine, birbirinin kopyası gibi duran meallerde “Aynı yaşta genç, göz alıcı, memeleri tomurcuklanmış genç kızlar…” gibi anlamlar verilirken aynı kelimeler Profesör Okuyan ve Mustafa Sağ örneklerinde olduğu gibi nasıl “Meyveler ve bahçelerle ilgili bir kavram” ve dolayısıyla “Aynı seviyede ve olgunlaşmış üzüm taneleri” olarak anlam kazanıyor? Diyelim ki Arapça’da her iki anlamda da kullanılabiliyor ki, -az çok Arapça bilgim de olduğu için- “Kâibe”nin çoğulu olan “Kevâib”in “Genç kızlar”, “Etrâb”ın ise “yaşıt” ve “akran” anlamlarına da geldiğini araştırıp öğrendim. Ancak; bir meal hazırlanırken, bir tercüme yapılırken ilgili kelimelerin öncesine ve sonrasına, cümle içinde geçtiği yere bakılıp ona göre anlam verilmez mi? O cümlede geçen asıl meyve adı “ı’neb” çoğulu “a’nab”yani üzüm, üzüm bağlarıdır. O halde sanki göğüs güzellemesi yapıyormuş gibi “nar”, “turunç” benzetmelerine gerek var mı?

Ayeti oluşturan cümle “bağlarla bahçelerden” söz ettiğine ve Cennet nimetlerinde kusur olmayacağına göre orada bulunan “Üzüm tanelerinin aynı büyüklük ve olgunlukta”, bağlar ve bahçelerin de “güzellik ve verimlilikte eşsiz” olacakları açık değil midir? Hal böyle iken meallerin çoğunda niye anlam kaydırması ile “Aynı yaşta olan genç kızlar” vurgusu yapılıyor ve olgun, iri üzüm taneleri “meme”ye benzetiliyor? Mealciler böyle yazınca da cahil/cühela din bezirgânlarına gün doğuyor. Haliyle onlar, özünü kavrayamadıkları için anlatamadıkları İslamiyet’i, tabir yerinde ise, “Ne kadar ekmek o kadar köfte” basitliğine indirgeyip müritlerine huri edebiyatı yaparak Cennet vadediyorlar. Sloganları da şu: “Ne kadar çok salavat, o kadar çok huri!..” Kaldı ki, Ahzab 56’da geçen “Salavat” konusu ile ilgili olarak meallerde geçen farklı ve yanlış anlamlandırmaları, daha önce yayınlanan “Kur’an-ı Kerim Mealleri Yine Kur’an Bilgisiyle ve Ortak Akılla Yeniden Gözden Geçirilmelidir” başlıklı yazımda konu etmiştim. Merak edenler Haber Erk Yazarlar Bölümünden o yazımı bulup okuyabilirler.

(“Kur’an-ı Kerim Mealleri Yine Kur’an Bilgisiyle ve Ortak Akılla Yeniden Gözden Geçirilmelidir”Okumak İçin Tıklayınız)

Bir gariplik de şurada:

Cahil ya da okumuş olsun; kime sorarsanız sorun, “kadeh” kelimesi mutlaka -alkollü- içkileri çağrıştıracaktır. Meal hazırlayan ilahiyatçılar bunu da mı düşünemiyorlar, gerçekten merak ediyorum. “Su kabı” deyin, “kupa” deyin, “bardak” deyin, “billur” deyin, “testi” deyin ya da son verdiğimiz örnekte olduğu gibi “içecek kaplar” olarak ifade edin… İşte, taklitçiliğin ya da yeni tabiri ile kes – kopyala yapıştırıcılığın bir sonucu da bu…

Meallerde birlik sağlayıp yorum farklılıklarında orta noktayı bulma konusunun zaman zaman Diyanet İşleri Başkanlığı’nda konuşulduğunu ama tıpkı Sahih ve Uydurma Hadislerin ayıklanması çalışması gibi fiiliyata geçirilemediğini biliyorum. Bu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kendi içinde çözebileceği bir iş değildir. Hele de yasak savma kabilinden bünyesinde bulunan bir kurulu, mesela “Mushafları İnceleme Kurulu”nu görevlendirmekle de olmaz. Onların çalışma alanı ve ihtisasları farklıdır. Bu, Diyanet’in organizesi ve İlahiyat Fakülteleri’nden, bu alanda çalışma yapan başka ilahiyatçılardan ehil kişilerin katılımı ile gerçekleştirilebilir. Çalışmaya katılacaklarda yalnızca “Titr” değil liyakat ve ehil olmak aranmalıdır. Değilse, “İlahiyat Profesörü” diye mesela, “Kur'an'a abdestsiz dokunmak caiz değildir. Hafızlar ile abdestsiz musafaha yapmayın diye tavsiye edesim geliyor” diyen bir Prof. etiketli bu çalışma içine alınırsa kargaşa çıkar. Keza, "Kur'an için mevcudun dışında iddia edilebilecek sahih anlam olmadığı halde "Şu ayeti yanlış anlamışlar, bu ayeti anlamamışlar..." diyerek (bozup yaparak) yeni anlam peşinde koşan Kur'ancılar/mealciler Allah’ın kitabını oyuncak haline getirmiş olurlar mı acep?" diye soranlarla da bu iş yürümez. Bu söylenenler hem Kur’an-ı Kerim’e hem de ilmin gerçeklerine aykırıdır. Yukarıda bu yazının asıl konusu olarak ele aldığımız Nebe Suresi 33. Ayet ve daha önceki yazılarımızda konu ettiğimiz Ahzab Suresi 56. Ayetle ilgili meallerde geçen ifadeler bunun ispatıdır.

Kur’an-ı Kerim ancak ve ancak yine Kur’an bilgisi ve ilmin ışığında incelenmelidir. Asıl bu sağlıklı olarak yapılmadığı içindir ki “Allah’ın kitabı oyuncak haline getirilmiş” oluyor ve A’l-i İmran Suresi 78. Ayet hükmünü icra edip yaptıklarını yüzlerine vuruyor: “…Okuduklarını Kitap’tan sanasınız diye Kitab’ı okurken dillerini eğip bükerler. Hâlbuki okudukları Kitap’tan değildir. Söyledikleri Allah katından olmadığı halde; Bu Allah katındandır derler. Onlar bile bile Allah’a iftira ederler.”

Diyeceğim odur ki, Diyanet İşleri Başkanlığı ile İlahiyat Fakülteleri mutlaka harekete geçerek ve yanlarına iyi yetişmiş Türkçe uzmanları da alarak piyasadaki bütün mealleri gözden geçirmeli, eksik ve yanlış anlam verilen ayetleri tespit ederek doğrusunu ortaya çıkarmak için ne gerekiyorsa yapmalıdırlar. Bunu yaparken de elbet kargaşaya, çekiştirmelere meydan verilmemeli, siyasi kaygılardan uzak durulmalıdır. Ayrıca, bu tür işlerden nemalanan cemaat baskılarına boyun eğilmemeli ve tabii ki Kur’an bilgisinin ışığında hareket edilerek cahil cühela birtakım din bezirgânının elindeki huri kozuna/edebiyatına son verilmelidir.