25 Nisan 2024 Perşembe
İstanbul 20°
  • İçel
  • Şırnak
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Şanlıurfa
  • Çorum
  • İstanbul
  • İzmir
  • Ağrı
  • Adıyaman
  • Adana
  • Afyon
  • Aksaray
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Ardahan
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bartın
  • Batman
  • Bayburt
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Düzce
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gümüşhane
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Hakkari
  • Hatay
  • Iğdır
  • Isparta
  • Kırşehir
  • Kırıkkale
  • Kırklareli
  • Kütahya
  • Karabük
  • Karaman
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kilis
  • Kmaraş
  • Kocaeli
  • Konya
  • Malatya
  • Manisa
  • Mardin
  • Muş
  • Muğla
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Osmaniye
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Uşak
  • Van
  • Yalova
  • Yozgat
  • Zonguldak

Macarca bazen korkunç bir dildir!

Tunca Arslan

Tunca Arslan

Gazete Yazarı

A+ A-

‘Greta’ adlı filmin olduğu salonda seyirci tıpkı 1960-70’lerin Yeşilçam filmlerindeki gibiydi... Salonda açık bir duygu boşalması yaşandı. Macarca’nın gerektiğinde bu kadar korku-gerilim duygusu uyandırabilecek bir dil olduğunu da bilmezdim
İstanbul Uluslararası Film Festivali programında yer aldıktan sonra festival bitiminde ticari gösterimde de seyirci karşısına çıkan "Greta", 1982’de başladığı yönetmenlik yaşamında "Mona Lisa", "Biz Melek Değiliz", "Ağlatan Oyun", "Vampirle Görüşme", "Özgürlüğün Bedeli", "İçindeki Yabancı" gibi hem gişeye hem de eleştirmenlere göz kırpan İrlandalı Yönetmen Neil Jordan’ın imzasını taşıyor. İrlanda-ABD ortak yapımı olan film bence Jordan’ın kariyerindeki en ayrıksı parçalardan biri niteliğinde.
Neil Jordan türden türe atlayıp sıçramamakla birlikte türler arasında küçük yolculuklara çıkmayı seven, popüler anlatıma yatkın bir yönetmen. "Greta" da onun Hitchcock sinemasına epeyce yaklaştığı, psikolojik-ruhsal gerilime el attığı, belli başlı klişelere başvurmak konusunda cüretkâr davrandığı bir film. Hemen belirteyim, başroldeki Isabelle Huppert sayesinde oyunculuk açısından zaman zaman göz kamaştırıcı hale bürünüyor "Greta". 66 yaşındaki Fransız aktrist, gerçekten çok çok iyi ve "sinir bozuculuk" katsayısı bir hayli yüksek.

METRODAKİ ÇANTA
Frances, New York’ta yaşayan ve ailesi zengin bir arkadaşıyla aynı evi paylaşan, kaliteli bir restoranda servis görevlisi olarak çalışan, bir süre önce annesini kaybetmiş genç bir kız. Metroda unutulmuş bir kadın çantası bulunca, sahibine vermek için bir eve gidiyor ve yaşlı bayan Greta Hideg’le tanışıyor. Greta, Paris’te yaşayan bir kızı olduğunu söyleyen, piyano çalan, genç misafirine annelik, ablalık ya da arkadaşlık etmek isteyen son derece kibar bir hanımefendi. Fakat, kısa süre sonra çantanın tuzak, Frances’in av, Greta’nın da deliliğin sınırını çoktan geçmiş bir avcı olduğu anlaşılıyor. Sonrasında bir "takıntı" süreci başlıyor, ardından da neler neler oluyor...
Tekinsiz ev dekorundan Greta’nın çılgınlık krizlerine açılan yelpazede psikolojik-gerilim öykülerinin tüm demirbaşlarını kullanan Neil Jordan, 97 dakikalık filmin yarısından fazla bölümünde seyirciye "Bugüne kadar bu türe ait bildiğiniz her şeyi bir kez daha göstereceğim" diyor adeta ama bir yandan da filmin heyecan çıtasını hep yüksekte tutuyor. Önceleri, ev arkadaşının uyarılarına rağmen bu gizemli kadının dünyasına girmekte sakınca görmeyen ama Greta’da "yapışkanlık" halleri başlayınca paçayı nasıl kurtaracağını düşünmeye başlayan Frances, kendisini birden olabilecek en kötü durumda bulur ve "çırpınmaya" başlar.

SÜRPRİZ VE ALKIŞLAR
Altın çağını 1950’lerde yaşayan "kara film" türüne de işin içine polisi molisi çok karıştırmadan selam yollayan "Greta"yı 15 Nisan günü Atlas Sineması’nın 19.00 seansında film festivali programında seyrettim. Salon tıklım tıklım doluydu ve filmin finalinde "festival seyircisi"nden hiç beklemediğim, şaşırtıcı bir tepki geldi. Artık seyirci film boyunca nasıl gerildiyse, Frances üstüne çöken beladan finalde sürpriz biçimde kurtulunca salonda bir alkış koptu! Tıpkı 1960-70’lerin Yeşilçam filmlerinde Ayhan Işık, Cüneyt Arkın ya da Kartal Tibet’in birden ortaya çıkarak kötü adamlara hadlerini bildirdiklerinde olduğu gibi salonda açık bir duygu boşalması yaşandı, "Oh be!" denildi. Doğrusu 38 yıllık İstanbul Film Festivali’nde çok şey gördüm ama böylesi hoş bir tabloya ilk kez rastladım. Bence "Greta"nın seyirci üzerinde sağladığı egemenliğin de dışavurumuydu o alkışlar.
Son bir not düşeyim... Macarca’nın gerektiğinde bu kadar korku-gerilim duygusu uyandırabilecek bir dil olduğunu da bilmezdim. Huppert birkaç sahnede Macarcayı öyle bir kullanıyor ki gerçekten tüyler ürpertici.