Siyasal mücadeleler tarihinde mabetler önemli yer tutarlar. Özellikle sağ siyasi yapılar için ibadet edilen mekanlar hassasiyet merkezleri haline getirilirler.

Sağ siyasetçiler bazen bu mabetlerde görkemli törenlere katılıp gövde gösterisi yaparlar, bazen de bu kutsal yerleri bombalatıp sonra dine mesafeli duran rakiplerini suçlama yarışına girerler.

Tarihte çok fazla örneği vardır bu ilkel mücadele yönteminin… Gelişmekte olan -böyle yazılıyor ama siz onu geri kalmış diye okuyun- ülkelerde kiliseler/camiler siyasetin tam ortasında yer alırlar.

Latin Amerika’nın kadersiz ülkelerinden olan Ekvador’un 2 bin 500 rakımlı kenti Cuenca’da 1960’lı yılların ilk yarısı çok sancılıydı.

Ekvador’un öncü bir özelliği de Latin Amerika ülkeleri içinde İspanya’dan ayrılma çağrısını yapan ülke olmasıdır.

Biz Cuenca’ya dönelim… CIA Ajanı Philip Agee’in 1975’te basılan ve aynı yıl E Yayınları tarafından Türkçe’ye kazandırılan “CIA Günlüğü” adlı kitabının 288. sayfasını okumaya başlayalım:

“16 Ocak 1962 Quito (Başkent)

Yeni kampanyamızın bombası gerçekten patladı: İki gün önce Cuenca’da URJE (Dev-Genç benzeri solcu öğrenci örgütü) Genel Kurulu'nun yapılacağı gece iki kilisenin girişinde bombalar patladı. Ölen ve yaralanan yok. Carlos Arizaga Vega emrindeki bizim sağcı militanlar dikkatli davranmışlar. Ama URJE kongresinin başlayacağı gün bombalama olayını protesto etmek için birdenbire büyük gösterici kitlesi toplanıverdi. Yetkililer kan dökülmesinin önüne geçmek için URJE Kongresini yasakladılar.”

Ekvador’da siyasal sağın “dostu” CIA’ın, solcu gençlik örgününün önünü kesmek için iki kilisenin bombalanmasına ihtiyacı vardı. Kiliseler bombalandı amaç hasıl oldu. Kongre yasaklandı!

Burada bir kıssadan hisse çıkaralım: Kimin ihtiyacı varsa kiliseleri o bombalar!

Ekvador’un 1960’larından çıkıp Türkiye’nin 1970’lerine gelirsek, kiliselerin yerini camilerin aldığını görürüz.

Maraş’ta 1978’in son ayında 21 Aralık Perşembe günü TÖB-DER üyesi iki öğretmen Mustafa Yüzbaşıoğlu ile Hacı Çolak şehrin merkezinde sağcı bir militan tarafından vuruldular. Cenazeleri ertesi gün Ulu Cami’den kaldırılacaktı. Dört bir yana haber uçuruldu “Solcular camiyi bombaladılar, Kuran’ı yaktılar” diye, hatırı sayılır bir kitle protesto için toplandı.

Tarihe “Maraş Katliamı” olarak geçen 108 kişinin katledildiği büyük Alevi kıyımı bu cenazelerden sonra başladı.

Maraş’ta ABD’li “diplomat”(!) Robert Alexander Peck katilamdan birkaç gün önce kente gelmiş sağ parti yöneticileriyle ve esnaf odalarıyla toplantılar yapmıştı. ABD Ankara Büyükelçilik 1. katibi olan Peck, İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş tarafından “Persona Non Grata” -İstenmeyen kişi- olarak gösterilip sınır dışı edildi. Güneş, Hürriyet gazetesi manşetinden kurulan bir komplo ile bakanlıktan istifa edince Peck tekrar Türkiye’ye döndü. Kaldığı yerden devam etti. Çorum ve Tokat’a gidip sağ parti temsilcileriyle toplantılar yaptı. Ardından da Çorum ve Tokat olayları çıktı!

Maraş, Çorum, Tokat’ta olaylar hep “Camiler bombalanacak” yalanlarıyla başlamıştı.

Bütün bunları okumuş, yazmış, yaşamış olanlara İzmir’deki “Camilerden Çav Bella çalınmak suretiyle” diye başlayan uydurma operasyonları yutturmak kolay değildir.

Böyle şeylerden kim “ekmek” çıkartıyorsa zanlıları orada aramak gerekir.

Camilere kiliselere taarruz etmek sadece ihtiyacı olanlara fayda sağlar! Bu yazıdaki örnekler yeterli veriyi sunuyor:

-Mabetleri bombalamak tarihin her döneminde sağın ekmeğine yağ sürdüğü kesinleşmiş bir sonuçtur!